“Yavrunuz ölümün kollarına gitti;
Ah ailem, siz de göze almayın riski,
Hemen bir yol bulun kaçmak için geri.”
Rüzgârda, yağmurda kilometrelerce sürmelidir teknesini,
Eviyle, ailesiyle koparıp ayırır kendisini;
Ama düşünür, kalan yıllarında hasret yaşları dökeceğini;
“Sakın düşünmeyin yavrunuz için acı çekmeyi.
İyi ve kötü şans alına yazılıdır eskiden beri,
Ayrılıklar ve birleşmeler yazılmamış olabilir mi?
Uzak düşmüş olsak da birbirimizden şimdi,
Yine de yaşamalıyız mutlu ve neşeli.
Değersiz kızınız evden gitti,
Artık onun için üzülmekten durun geri!”
Ailesi öldüğünde daha beşikteydi,
Varlık içinde olsa da onu kim sevecekti?
Çok cesur ve açık yürekli doğdu neyse ki
Kalbinde gizli duygular besleyecekti.
Sanki rüzgârın ve ay ışığının yıkadığı kristal bir evdi,
Yetenekli ve yakışıklı bir kocayla evlendi.
Onunla uzun yıllar yaşayabilirdi,
Acı çocukluk anılarını silerdi!
Ah, dağıldı bulutlar Gaotang üzerindeki,
Xiang Nehri’nin suları kurudu ne yazık ki!
Ölümlü insanın budur kaçınılmaz kaderi,
Boşu boşuna dövünmemeli.
Doğuştan bir orkide gibi çekici,
Hünerleriyle âdeta bir peri,
O kadar tuhaftır ki az bulunur benzeri.
İğrençtir onun için zengin yiyecekleri,
Aşağılık bulur şatafatlı giysileri.
Ama dünya kıskanır asili,
Ve küçümser aşırı iffeti!
Solgun ışığında tapınağın ömrü solup gidecekti,
Tadılmadan bitecekti ilkbaharın tüm lezzeti.
Senin sonun da bayağı, kirli ve dünyevi,
Tıpkı çamura düşen lekesiz bir yeşim taşı gibi.
Boşuna vah ederler onun için soylu evlerin gençleri.
İnsani duygulardan yoksun, bir Zhongshan kurdu,
Geçmiş günlere minnet duymak umuru mu?
Kibir, savurganlık, sefahat peşinde bütün ruhu.
Önemsemez bir ailenin kızını, o ki öylesine kibar ve soylu;
Çiğner ayağının altında onların değerli yavrusunu.
Ah yazık! Bir yıla kalmaz solup gider kızcağızın tatlı ruhu!
Ne zaman ki üç baharı hafife alır,
Şeftalinin kızılının, söğüdün yeşilinin ne önemi kalır?
Gençliğin görkem ateşini söndürüp göklerin huzurundan hoşlanır.
Belki gökte şeftaliler coşar, azıtır,
Badem çiçekleri bulutlarda kaynaşır,
Peki, hangi çiçek sonbaharı sağ salim atlatır?
Bak kavaklar arasında yas tutanlar yakınır,
Yeşil akçaağaçlar altında ruhlar sızlanır,
Mezarlarındaki yabani otlar ufka kadar uzanır.
Bugün insanın yükü fakirlikse, yarın bambaşkadır,
Baharda açmak, güzün solmak çiçeklerin yazgısıdır.
Doğumun kapısından, ölümün ziyaretinden kim kaçınır?
Cennette değerli bir ağaç olduğu sanılır,
Üzerinde ölümsüzlük meyvelerini taşır.
Her şeyin sırrını çözmekte çok fazla akıllı,
Ama ne fayda, getirir kendi mahvını.
Yaşarken kalbi paramparça kırıldı,
Öldükten sonra boşa gider kurnazlığı.
Bir zaman zengin olan evin yıkımı,
Saçar etrafa tüm fertlerini ayrı ayrı.
Boşunaydı yarım ömür süren kaygıları,
Rahatsız edici rüya gibiydi görülen gece yarısı.
Âdeta koca bir konağın birdenbire yıkılması,
Ya da yanıp tükenen bir lambanın çırpınması,
Mutluluğun kederle sonuçlanması,
Fâni dünyada hiçbir şey kesin değildir, ne acı!
Bazı iyilikler kalıcıdır,
Bazı iyilikler kalıcıdır!
Tesadüfen bir iyilikseverle karşılaşır;
Annesinin bir sevap işlemesi ne şanstır.
İnsanın garibi kurtarması, fakire yardımı esastır.
Zalim akrabadan kendini sakınmalıdır,
Çünkü o çıkar peşinde koşandır.
Yıldızların çok yukarısında biri,
Hesap yapar, seyredip her şeyi.
Sevgi sadece aynada bir yansımadır,
Ün ve rütbe çabucak geçen bir rüyadır,
Gençlik ve güzellik nasıl da hızla kaybolur.
Gelin yatağının zevkleri de hemen yok olur.
İşlemelidir kaftanın, tacın inci kakmadır,
Sanma ki bunlar ölümü uzaklaştırır.
Yaşlılıkta insan yokluktan uzak olmak ister,
Gerçek kutsanma kucağındaki çocuğa bağlıdır.
Gururla dimdiktir, başındaki resmî bir taçtır,
Göğsündeki altın erkân nişanı parlaktır.
Bir insan belki yücedir, huşu uyandırır,
Ama ölüme giden kasvetli yol yakındır.
Tarihin şanlı dediklerinden geriye ne kalır?
Sadece saygı duyacağımız boş adlardır.
Bahar biterken boyalı kirişlerden kokulu toz dökülür,
Doğuştan tutkuludur, güzel yüzü ay gibi görünür,
Sebep