İzmit’in Fethi
Akça Koca ile Konur Alp, İzmit’in etrafını fethederek Beykoz’a kadar ilerlemişlerken o bölgenin merkezi olan İzmit’i alamamışlardı. Kalesi çok sağlamdı ve kadın olan tekfuru Balakonya adında bir prenses idi. İzmit hükûmeti ona babasından kalmıştı. Konstantiniye kayserinin akrabası olduğu için kayser tarafından kendisine asker ve silahla yardım edilmekteydi. Kardeşi Kalayon da Koyunhisar tekfuru idi. Ara sıra kalesinin civarında ve Osmanlılar’ın elinde bulunan köylere saldırmaktaydı.
Akça Koca ile Konur Alp ise Sultan Orhan’ı İzmit’in fethine teşvik etmekteydi. Bunun üzerine yedi yüz yirmi sekiz yılında Sultan Orhan Gazi, ordusu ile İzmit üzerine yürüdü. Fakat bu sırada Akça Koca vefat etti. Sultan Orhan’a kararında durması için vasiyet eylemiş olduğu haberi gelince eyaleti Şehzade Süleyman Paşa’ya verildi. Arkasından Konur Alp de vefat etti. Eyaleti, Sultanönü Eyaleti’ne katılarak küçük Şehzade Murad Bey’e verildi. Şehzadenin oraları teslim alması için adam gönderildi.
Akça Koca ile Konur Alp, Ertuğrul Gazi’nin gözde ağalarından idi. Sultan Osman Gazi’nin beyleri arasına girmişlerdi. Komutan olarak büyük fetihler yapıp çok şöhret kazanmışlardı. Onlar vefat edince hudut boylarında birer gedik açıldı. Yerleri birer şehzadenin adı ve şanı ile kapatıldı. Fakat o bölgenin giriş ve çıkışlarını, İzmit Kalesi’nin girilecek köşelerini tamamıyla onlar bilirdi. Bu defa orduya onlar kılavuzluk edeceklerdi.
Bununla beraber Sultan Orhan Gazi, Akça Koca’nın vasiyeti üzere kararında durdu. İzmit üzerine yürüdü. Abdurrahman Gazi esir olan Samandıra tekfurunu İzmit tekfuruna satmak üzere İzmit civarına kadar gelip oranın giriş çıkışlarını görmüştü. Bu sefer öncülük görevini o yaptı.
Orhan Gazi, İzmit Kalesi’ni ablukaya aldı. Koyunhisar üzerine de Kara Ali ve Turgut Alp adlı komutanlar ile bir birlik asker gönderdi. Bu gaziler, Koyunhisar’ı şiddetle kuşatıp sıkıştırdılar. Tekfuru olan Kalayon, hisarın burcuna çıkıp askerine komuta ederken, göğsüne bir ok isabet etti. Kale duvarından aşağı düşünce muhafızlar da korkuya kapılıp kaleyi teslim ettiler.
Kalenin anahtarları ile Kalayon’un kesik başı orduya getirildi ve İzmit Kalesi’ne karşı asıldı. Zaten kuşatmadan sıkılmış olan Balakonya, kardeşinin başını görünce üzüldü. Umudunu da yitirerek, ileri sürülen şartlara göre İzmit Kalesi’ni teslim etti. Sultan Orhan da onu, askerini ve ahaliden isteyenleri gemilere bindirerek İstanbul’a gönderdi. Aydos Kalesi, İzmit’e çok yakındı. Kalmasında bir yarar görülmediğinden yıkılarak mühimmatı İzmit’e taşındı.
Bir müfreze ile Hereke üzerine gönderilen Ali Bey savaşta bir gözünü kaybettiği hâlde asla duraksamadı. Hücum ederek Here-ke Kalesi’ni fethetti. Muhafızlarını öldürdü. Ali Bey, daha sonradan şöhret kazanan Timurtaş Paşa’nın babasıdır.
İzmit güzel bir limandı. Yakınında çok orman vardı. Büyük bir tersane yapımına elverişliydi. Sultan Orhan da tersane inşasını emretti. Fakat gemi yapımını becerebilecek ustaların yetişmesi zamana muhtaçtı.
Sultan Orhan Gazi, İzmit’te camiler, medreseler yaptırdı. Köylerini tımarlara bölerek gazilere verdi. İzmit şehrinin idaresini, Kara Mürsel adlı yiğide vererek kendisi Bursa’ya döndü. Kara Mürsel de bugün adıyla anılan Karamürsel nahiyesini ve Yalakabad denilen Yalova şehrini almıştır. Kısacası Üsküdar tarafında Osmanlı hududu Kartal’a kadar ulaşmıştır.
Alâaddin’in Vezirliği ve Kanunların Yapılması
Sultan Orhan Gazi’nin büyük kardeşi olup, tek emeli Bilecik’teki yalnızlık köşesinde şeyhler ve ulemayla sohbetten ibaret olan Alâaddin Paşa, İzmit’in önemini takdir ederek Osmanlı ülkesine katılmasından dolayı çok memnun kaldı. Yalnızlık köşesinden çıkıp fethini tebrik için kardeşinin yanına gitti. Fakat yakayı ele verdi. Yani sakındığı vezirliğin ağır yükü altına girdi.
Kardeşi Sultan Orhan ile görüştü. İzmit’in fethini tebrikten sonra, “Elhamdülillah hanedanımız kuvvet buldu, istiklal kazandı. Devletimizin ikbali günden güne artmaktadır. Artık saltanatın gereği ne ise ona göre lazım gelen kanunların konulması icap eder. Evvela halk arasında dolaşan para, hep Selçuklu Devleti’nin parasıdır. Gerektir ki adınıza yeni paralar kestiresiniz. İkinci olarak, kudretli sultanların usulü üzere Osmanlı askeri kendine mahsus bir kıyafete bürünerek halkın giyim ve kuşamından ayrılmalıdır. Üçüncü olarak, kaleleri alabilmek için piyade askerinin çoğaltılması lazımdır.” dedi.
Gerçekten İslam şehirlerinde hutbe ve para, istiklalin birinci alameti idi. Sultan Osman Gazi de kendi adına hutbe okutmuştu. Fakat para bastırmaya vakti olmamıştı. Osmanlı şehirlerinde hâlâ Selçuklu parası geçmekteydi. Yıkılmış bir devletin parasıyla iş yapmak ise istiklal ile bağdaşmıyordu. Askerin, kıyafet bakımından halkın diğer fertlerinden ayrılması da işin icabıydı. O zaman her devletin askeri, başıbozuk ve gelişigüzel toplanmış kalabalıktan oluşuyordu. Osmanlı askeri de o şekilde toplanır ve sevk olunurdu. İslam dininin usulü icabınca eli silah tutan Osmanlılar’ın hepsi asker demekti. İhtiyaç duyulduğunda yeteri kadar asker toplanıp sevk edilirdi. Barış zamanı da onlar ziraat ile uğraşırlardı. Ama memleket genişleyince askerin toplanması ve sevki için hayli zamana ihtiyaç duyuldu.
Kaldı ki o yolda toplanan asker, uzun süre savaş yerlerinde duramazdı. Dursa bile memleketinde ailesi aç kalırdı. Bir de Osmanlı askerinin çoğu akıncı tarzında aşiret atlılarından ibaret idi. Oysaki bir kale fethi için piyadenin süvariden çok işe yaradığı herkesçe bilinir. Bu bakımlardan, asker için yeni kanunlar konulması elzemdi. Bundan dolayı Sultan Orhan Gazi, ağabeyinin bu üç teklifini de kabul ederek, beraberce bu gibi önemli düzenlemeleri yapmak için vezirliği kabul etmesini ısrarla teklif etti. Kete bölgesinden Kodra denen köyü ona mülk olarak verdi. O da milletine karşılıksız hizmetin bir çeşit ibadet olduğunu düşünerek, geçici olarak vezirliği kabul etmek zorunda kaldı. Vezirlik makamına geçti. Devlet idaresini eline aldı.
Paşa, Türkmen dilinde büyük kardeş demekti. Alâaddin Paşa’dan sonra vezir olanların paşa unvanı alması örf ve âdet olmuştur.
Alâaddin Paşa’nın uygun görmesi üzerine yedi yüz yirmi dokuz yılında Sultan Orhan adına dinar, yani altın para ile dirhem ve akçe, yani büyük ve küçük gümüş para basıldı. O vakte kadar askerler aba ve sarı, kırmızı, siyah külah giyerlerken beyaz külah asker için kabul edildi. Yıldırım Bayezid zamanına dek bu nizam devam etti. Onun devrinde beyaz külah, hükümdarın hizmetinde bulunanlara giydirildi. Ötekilere ise kırmızı olanı giydirildi.
Sultan Orhan, divanda ve alaylarda, burmalı tülbent denen sarık giyerdi. Diğer vakitler, altın ve gümüş ile süslü, Mevlevi külahı şeklinde bir başlık giyerdi. Çocukları da aynısını giyerlerdi. Zamanla devlet adamlarına da bu hususta izin verilmiştir.
Piyadenin çoğaltılması için Alâaddin Paşa, Bilecik Kadısı Mevlana Kara Halil ile beraber padişahın önünde bir toplantı yaptı. Görüşme sırasında Türk çocuklarından askerliğe uygun olanların, günde şeri bir dirhemin dörtte biri olan bir Osmanlı dirhemi ulufe ile askere alınmaları kararlaştırıldı. Ulufelerini sefer zamanı alacaklar, savaş bitince de ulufeleri kesilip memleketlerinde ziraat ile uğraşacaklardı, fakat kendilerinden hiçbir vergi alınmayacaktı. Bunu yürürlüğe Kara Halil koyacaktı. O da Türk çocuklarının kuvvetlilerinden, gerçekten savaşa yarayanlarını seçmekte çok dikkatli davrandı.
Böylece