Dilaver: “Sakalının yabani ot gibi fışkırarak suratını sarmış olmasına bakılırsa tuvaletini yaptırmak için Şeyh Hazretleri’nin ahirette ucuz bir berber bulamamış olduğu anlaşılıyor.”
Çeşmifettan: “Sus oğlum, evliyalardan böyle eğlenir gibi söz edilir mi?”
Talat Bey: “Dünyada şeyh idi, ahirette evliya oldu. Macera etraftan duyulursa yarın akşam mezarına kandil yakmaya kalkarlar.”
Hanımefendi: “Müsaadenizi çok rica ederim. Bu Şeyh Battal adı bende pek merak uyandırdı.”
Talat Bey: “Peki, sustuk efendim, sorunuz…”
Hanımefendi: “Çeşmifettan, şeyhi nasıl gördünüz, ta başlangıcından işi anlat.”
Çeşmifettan: “Ben odamda uyuyordum. Yıldırımın dehşetinden uyandım. Ama döşeğimden çıkmadım. Bir şey görmeyeyim diye yorganı başıma çektim. ‘Dadı, dadı, kalk!’ diye kulağıma bir ses geldi: Başımı çıkarıp baktım, Leman Hanım. ‘Ne istiyorsun yavrum?’ dedim. ‘Yağmur bardaktan boşanır gibi yağmaya başladı. Bizim sandık odası akıyor. Her şeyimiz harap olacak, kalk da bir çaresine bakalım.’ dedi. Kalktım. Akan yerlere koymak için çamaşırlıktan leğenler almak icap etti. Taşlığa indik. Dilaver de beraber geldi. Kileri açtık. Uzun yoldan giderken mübarek adamla hapa hap karşı karşıya geldik. Ben, destur, tütü diye durdum. Çocuklar korktular. Leman Hanım kaçtı. Dilaver bir zaman beni yalnız bırakmadı. Nasıl söyleyeyim bilmem, fantom mu? Şeyh Battal mı? İşte onunla beş altı arşın açıklıkla yüz yüze durup birbirimize bakıyorduk. Koca yeşil sarık, göbeğine kadar ak sakal… Elinde iri taneli bir tespih… Ben, bulunduğum yerde kaskatı kaldım. Ne ileri gidebiliyordum ne de geriye. Bize o sözleri söyledikten sonra, nasıl oldu anlayamadım. Şeyh Battal birdenbire karşımızda kayboldu. Sonra bana biraz cesaret geldi. İleri yürüdüm. Her tarafa bakındım, kimse yok.”
Hanımefendi: “Açık kalmış kapı var mıydı?”
Çeşmifettan: “Hayır efendim bütün kapılar içeriden her zamanki gibi sürgülü. Bütün pencereler demir parmaklıklı. Ölü mü, diri mi işte bu hayalet nereden girdi? Nereden çıktı? Anlayamadım… Onlara kapı baca olmaz derler pek sahi.”
Şimdi hepsi susmuştu. Bu garip olay üzerine düşünüyorlardı. Ama sadece düşünmekle bu garabeti saran sırları anlamak mümkün olabilecek miydi? Olayın leh ve aleyhinde tanıklık için kuvvetli kanıtlar gerekti. Talat Bey’e göre apparition usta bir hilekârın oynadığı komediden başka bir şey değildi. Ama bu gerçeği odada bulunan saf kimselerin önünde nasıl ispat etmeliydi?
Hanımefendi bir süre dalgın kaldıktan sonra kardeşinin inançsızlığını sarsmak için dedi ki:
“Düşündüm. Bundan yirmi beş yıl önceki Şeyh Battal o eski biçim ve görünüşüyle gözlerimin önüne geldi. Şeyh merhum tıpkı tıpkısına bunların tarif ettikleri kılıkta idi.”
Talat Bey: “Tabii, aktör temsil ettiği kimsenin kişiliğini almakta büyük bir maharet göstermiş. Olayda olumlu gördüğüm yalnız bu yöndür veya…”
Talat Bey sustu. Hanımefendi bir dakika bekledikten sonra: “Sözünüzü tamamlayınız.”
“Veya Çeşmifettan, yıldırımdan sarsılan beyniyle bir birsam hâle uğramış olmasın.”
“Ne demek?
“Yani kalfamız bir boş inana tutulmuş olmasın.”
“Nasıl olur?”
“Basbayağı. Siz biraz düşününce zihninizde Şeyh Battal’ı bütün o kallavi kılığıyla buldunuz. Böyle bir image12 açıklayamayacağımız bir ruh hâli ile Çeşmifettan’ın dimağında da uyanamaz mı?”
Hanımefendi Çeşmifettan’a dönerek: “Kalfam, sen Şeyh Battal’ı sağlığında görmüş müydün?”
Çeşmifettan: “Hayır efendim, öyle bir adamı hiç hatırlamıyorum.”
Hanımefendi Leman’la Dilaver’i göstererek: “Bu çocuklar ise o zaman dünyada bile yoktular. Kardeşim siz, Şeyh Battal’ın bu üç cana gözüktüğünden emin olunuz. Çeşmifettan bu yaştan sonra yalan söylemez. Leman’ın ise böyle şeyler uydurmak asla âdeti değildir. (Kızını okşayarak) Bakınız yavrucağımın hâlâ titremesi geçmedi. Hâlâ benzi yerine gelmedi.”
Dilaver çarpık boyunla kendini acındıracak bir jest alarak: “Hanımefendimiz, bendeniz yalan söyler miyim? Bu gece Şeyh Battal’ı görmekten ne avantam olabilir?”
“Sen sus maskara, senin Allah bir dediğine inanmam. Annene bütün kalbimin kuvvetiyle inanırım.”
Çeşmifettan yine gürül gürül kelimeişehadet getirerek: “Yalan şeytana mahsustur… Ahirette kırk yerde sorgusu vardır.”
Dilaver anasının bu saflığına fıkır fıkır güldü.
Hanımefendi: “Kardeşim, Şeyh Battal’ın bu geceki gözükmesinde kendi bakımımdan hiç kuşkuya yer yoktur. Siz de bu garip olayı kendi zihninize göre yargılayınız.”
Talat Bey: “Bir daha böyle bir hayalet gözükürse hemen bana haber vermelerini rica ederim.”
Dilaver: “Ailesi adına istediği para gönderilmezse Battal Hazretleri’nin ziyaretleriyle bizi yine şereflendireceğine hiç kuşkunuz olmasın.”
Çeşmifettan: “Oğlan, çarpılacaksın. Evliya ile eğlenilir mi?”
Dilaver: “Aşağıya bir çifte nağra ile bir zurna saklayacağım. Şeyh gözükür gözükmez ‘âlâ bir daha’ havası çalacağım.”
Çeşmifettan: “Bu oğlan benim yüreğime indirecek.”
Talat Bey: “O şeytan çocuk hepimizden akıllı.”
Dilaver: “Sayenizde akıllıyım, ama…”
Talat Bey çocuğun lakırtıyı bitirmesine vakit vermeden:
“Ulan, sana akıllı dedimse çarçabuk beni yalancı çıkar diye söylemedim ya? Kimse kimsenin sayesinde akıllı olamaz. Zekâ yaratılıştan gelen bir şeydir.”
Dilaver: “Dayı beyefendi, nazar değmesin diye arada bir de böyle ahmaklık yapmalıdır.”
İlk hatasını ikinci sözüyle tamir eden çocuğun zekâsına gülüştüler.
Talat Bey bu kez yeğenlerine dönerek: “Beyefendiler, hayli vakittir hiç sesiniz çıkmıyor. Sade dinliyorsunuz. Şeyh Battal’ın bu apparition’u üstüne sizin de olumlu, olumsuz düşüncelerinizi anlamak isteriz.”
Orhan: “Meselede bizim olumsuz bir düşüncemiz yoktur.”
Talat Bey: “Demek bu garip olayı bir gerçek olarak kabul ediyorsunuz?”
Turhan: “Garip olay deyimi genel kurallardan bütün bütün aykırı ve az rastlanır durumlar için kullanılır.”
Talat Bey büyük bir şaşkınlıkla:
“Demek ki Şeyh Battal’ın koca sarık ve karnıyla bu gece bizi ziyareti, ölümün genel kuralına aykırı olmayan pek doğal bir olaydır.”
Orhan: “Şüphesiz…”
Talat Bey: “Kırk yıl tartışsak birbirimizle anlaşamayız.”
Turhan: “Siz, ölümden sonra başlayan ikinci hayata inanmıyorsunuz, aramızdaki büyük