“Bilirim, bilirim Kenan, maksadım seni söyletmek. O güzel ağzından beni sevdiğini işitmekti. Çok şükür buna da muvaffak oldum. Şimdi senden şunu rica edeceğim: Pederimin teklifine razı olacaksın değil mi? Zararı yok biz sureten yekdiğerimizden ayrı bulunalım. Geceler, geceler, o bizi hayal âleminde gezdiren mesut geceler bizim değil midir? Ortadan kaybolduğun hengâmda yahut çocukça birbirimize darıldığımız demlerde gecenin zulmetinden istifade ederek saatlerce içinde ağladığım şu kameriye o zamanlar bana göre bir heyecan mahalli idiyse, bundan böyle de bir buluşma mekânı olabilir. Orada döktüğüm gözyaşlarına bedel tabiatın bana karşı alay ederek güldüğünü görüyordum. Acı bir his yüreğimi yaralıyordu. Şimdi ise kamerin bile bizi aydınlatmaya ve barındırmaya utandığı şu mahal bizim mahrem sırlarımızı saklayan bir mekân olacak. Oh! O zulmetler istediği kadar artsın. Sen Kenan, o zulmetlere karşı olanca şaşaan ile tebessümün ile arzıendam etmiş bir güneş değil misin? Bak yine deli gibi söylenip duruyorum. Nasıl, Kenan’ım bu karara uyacak, bu tedbire muvafık hareket edeceksin değil mi?”
“Evet Meliha, eniştemin bu fikrini takdis eder, arzusuna büyük bir saygıyla iştirak ederim. Namuslu adamlar işte böyle tedbir alırlar. İstanbul meselesine gelince, sana layık bir zevç olabilmek için bu seyahatin de yapılması zaruridir. Fakat buna daha vakit var. O zaman güzelce düşünür taşınırız. Şimdi sen pederine, bu teklifleri tereddütsüz kabul ettiğimi, yarından itibaren selamlığa çıkacağımı söylersin. Beni görmek gerekirse selamlığın tenha zamanlarında iş dolayısıyla gelir bir arzuhâl bırakırsın olmaz mı?”
Muhavere burada son buldu. Çünkü saat gece yarısını gösteriyordu. Yavaş yavaş kalktılar yalıya girdiler.
Kenan, bir zorlamayı, bir musibeti beklerken hayallerinin tersine Meliha’dan işittiği sözler, onu âdeta mest etmişti. Böylece tatlı ve ümidi artmış bir şekilde yatağına girmişti. Saim Bey’in kendine göre Meliha’dan işittiği sözler pek büyük bir müjde yerine geçmişti. Dolayısıyla oluşan sebepler, Saim Bey’in kızının muhabbetine vesile olduğundan onların aşklarına daha geniş ve hoşgörülü bakmaya başlamıştı. Fakat aşkın, sevdanın en şiddetli darbeleri, en tahammülsüz cilveleri her iki tarafın da içinde yuvarlanan ifrat derecesindeki muhabbettir. Dolayısıyla bu duruma da itinayla bakmak gerekiyor. Birbirini seven âşıklar gerçekten de istikbaldeki hayatın ne gibi arızalara uğrayacağını pek düşünmezler ve tahmin de edemezler. Dolayısıyla istikbalde en ufak bir mâni çıkınca da onu hemen aşırı bir şekilde abartırlar. Bunun gibi Kenan da bundan sonra selamlık dairesinde ikamete memur, bir sene sonra İstanbul’a gitmeye mecbur olmasından, bu meselede tahmin edilmeyecek pek çok olumsuz noktalar mevcut olduğuna hükmetmişti. İşte Kenan yalıdaki son gecesini bu şekildeki birbirine zıt birçok münakaşa ile geçirmişti.
Meliha ise pederinden aldığı emir ve talimatları Kenan’a kabul ettirmesinden, bu vesile ile de çoktan beri kalbinde gizlediği muhabbetini ilana muvaffak olmasından dolayı büyük bir neşe ve sürurla odasına çekilmişti. Ayrıca hiçbir şeyi kaldırmaya iktidarı kalmayan zihnini ve hayattaki meşakkatlerle ezilen vücudunu biraz dinlendirmek üzere hemen yatağına girmiş, biraz sonra da uyuyakalmıştı.
Kenan sabahleyin Meliha’nın verdiği talimat gereğince mektebe gitmeden evvel hakkında verilen karardan dolayı eniştesinin odasına girerek kendisine teşekkür etmişti. Akşam dönüşünde ise zatına tahsis olunan hususi dairesine çekilmişti. Evvelleri Meliha’nın şereflendirmesiyle feyizli olan o buluşma ve muhabbet dairesi, şimdilerde ne hüzünlü ve kasvetli bir manzarayı arz ediyordu. Ah, evet muhabbet güzergâhlarının henüz ilk demlerinde bulunan çocukların aşk tebessümlerini ihtiva eden o muhabbet hücresi, şimdi âdeta bir hicran yuvasına dönüşmüştü.
Kenan yalıya varıp da gözleri selamlığa matuf olunca, caddeye nazır pencereden kendisine tebessüm edecek bir yüz arıyordu. Ne mümkün! O anda hatırına bir gece evvelki vukuat geldi. Beyni birdenbire sarsıldı. Gözleri yerden ayrılmıyordu. Kenan yalıya girdi. Doğruca dairesine çekildi. O akşam bir tarafa çıkmadı.
Kendisinin büyük bir baskı ve gözetleme altında olacağını zanneden Meliha, bu ihtiyat ve inzivanın ilk anlarda pederinin şüphesini celp etmemek maksadıyla tertip edilmiş bir plan suretinde telakki eyledi. Lakin hakikat bu merkezde değildi. Kenan bu ayrılığın dehşet ve şiddetinin derecesini itiraf etmekle beraber, kalbine son derecede hâkim idi. Öleceğini bilse yine ciddiyetten ayrılmaz, kalbi bir zaaf göstermezdi. Meliha’ya gelince: Daha ilk akşamdan itibaren sabır ve tahammülü kalmamış, Kenan’ı selamlık ve harem dairelerini birbirinden ayıran duvarın kapısı aralığından temaşaya mecbur olmuştu. Hâl böyle iken Kenan’ın yalıya varıp da hiçbir tarafa bakmayarak daima selamlık dairesine çekilmesi ve bahçede mutat olan gezintisinden dahi sarfınazar eylemesi Meliha’yı iyiden iyiye düşündürmüş, hatta bazı akşamlar mevcudiyetini ispat için kendini Kenan’a göstermiş olduğu hâlde, yine görmemezliğe gelişi nihayet derecede hiddet ve ıstırabına sebep olmuştu. Dolayısıyla Kenan’a bir mektup yazmaya ve bu ilgisizliğin sebeplerini öğrenmeye karar verdi. Mektubu yazdı. Birkaç gün sonra pederinin bir maslahata binaen şehre inmesinden ve selamlığın tenhalığından istifadeyle gezmek bahanesiyle dışarı çıktı. Kâğıdı kapının bıraktığı aralıktan içeri fırlattı. Şu sözleri yazmıştı:
Nurum, kararımız böyle miydi? Görüşmeyeli on beş gün oluyor. Bu ihmalin, bu bigâneliğin beni harap edeceğini hiç düşünmüyor musun? Seni harem kapısından her akşam temaşa etmeye çalışıyorum. Mürüvvet edip de o tarafa doğru başını bile çevirmiyorsun. Tavrındaki bu ciddiyet nedir? Bu hâl böyle devam ederse ben mahvolurum. Yarın akşam saat altıda size orada intizar edeceğim. Her türlü tedbiri aldım. Korkacak bir şey yoktur. Baki mülakat nurum…
Kenan mektubu aldı. Okudu. Yüzünde bir neşe ve sevinç parıltısı