Afet işi şakaya boğmak, arkadaşının acısını tadil etmek istiyordu:
“Kaçanların ahı tuttu yavrum!”
“Onlara fenalık yapmamıştım. Beni sevenlere, benim yüzümden ızdırap çekmeleri için ben bir şey yapmış değilim ki… Mamafih ne de olsa bu, benim için bir mağlubiyettir. Ona, ziyaretini kabul edemeyeceğimi söyleyebilirdim. Ama diyeceksin ki söz verdikten sonra bu çirkin, kaba bir şey olurdu. Olsun. Şimdi ona karşı lakayt kalmadığımı, zayıf olduğum için kaçtığımı anlatmış oluyorum.”
“Şimdi de bunu düşünüp rahatını kaçırma rica ederim. Hemen hazırlan, tren vakti yaklaşıyor. Baban bu ani seyahati nasıl karşıladı? Yine açık açık mı konuştun?”
“Hayır. Şimdiye kadar kalbimden emindim. Harekâtımı bütün teferruatıyla babama anlatmak, hislerimin tahlilini yapmak kolay oluyordu. Bu defa böyle yapamazdım. Herkesten önce bu yakışıksız hâle babam gülecek, verdiği terbiyenin, güvendiği karakterimin bu kadar zaafa uğraması onu meyus edecekti. Çok sıkıldığımı, biraz gezmek istediğimi söyledim. Tamik etmedi.”19
“Rengin ne fena bozuldu. Doğrusu, öleceğim aklıma gelirdi de senin bu tipte bir adama gönül vereceğin hayalimden geçmezdi.”
“Afet, rica ederim anla beni. Buna sevgi demek caiz değil. Belki fazla hareketsizlik asabımı bozdu. Bu küçük seyahat sinirlerimi düzeltecek.”
“Bunun böyle olmasını çok temenni ederim. Sermet sözlerini nasıl karşıladı?”
“Baştan sesimi alınca sevincini ne şekilde ifade edeceğini bilemedi. Sözlerini yarıda keserek ne söylediğimi duydun. O vakit yere geçer gibi bir hâl aldığı parçalanan sesinden anlaşılıyordu. Neyse, bu da bitti. Bana mektup yaz Afet.”
“Uzun kalmaya bakma. Nereden çıktı bu vakitsiz yolculuk? Sen gittikten sonra memleket öyle boşalacak ki, neyle avunacağım, kiminle konuşacağım bilmem.”
Galip Bey araba getirdi. İki genç kadın arkaya yerleştiler. Nahide gözlerini babasının şefkatli bakışlarından kaçırmak istiyordu. Ekspresin gelmesine üç beş dakika kala istasyona inmişlerdi. Galip Bey kızını öperken gülümsemeye çalışıyordu:
“Rahatına bak kızım, istediğin kadar gez, dolaş.”
“Canım babacığım!”
Genç kadının sesinde sıcak gözyaşları titriyordu. Arkadaşının elini kuvvetle sıktı:
“Belki buralara bir daha hiç dönmeyeceğim Afet!”
“Öyle bir döneceksin, hem o kadar çabuk döneceksin ki…”
“Acaba?..”
“Görüşlerim beni hiçbir zaman aldatmamıştır.”
“Öyleyse daha fena…”
Sonra istasyonda üç dakikadan fazla durmayan ekspresin penceresinde solgun, güzel elini salladı.
Afet’in havada dalgalanan küçük mendili beliğ bir davet ifadesiyle çırpınıyordu.
Keskin, kuru bir soğuk vardı. Kış rüzgârları ovaları kamçılıyor, göklerde koyu renkli bulutlar toplanıyordu. Kompartımanda fırtınaya yakalanmaktan korkan bir genç kadın, kocasından vapur ve Marmara hakkında tekrar tekrar izahat almak istiyordu. Çok şık giyinmiş, itinalı bir şekilde boyanmıştı. Yeni evli oldukları hareketlerinden anlaşılıyordu.
Nahide, gözlerinin içinde canlanan muhayyel cihanı keşfedeceklermiş zannıyla, kirpiklerini birbirine doladı. Arkaya dayanan başının çok çekici bir görünüşü vardı. Biraz çürümüş göz kapaklarını ince ipek saçaklar hâlinde saran kirpikleri, mat yüzüne gölgeler düşürüyordu. Burun kanatları heyecanla ürperiyor, dudakları yakıcı duyguların ateşine tutulmuş gibi her an biraz daha yanıyordu. Uzun parmakları birbirine kilitlenmişti.
Daima nazlanan, çocukça numaralar yapan, bir kuş yavrusu gibi durduğu yerde duramayan küçük kadın, bir an kocasının bakışlarını bu ilahi genç kadın yüzüne saplanmış olarak yakaladı. Bakışlarına binbir sitem dolarak başını öte tarafa çevirdi:
“Aman burası ne bunaltıcı yer, beni biraz koridora çıkar Melih!”
Bu ses hırçındı ve biraz yüksekçe çıkmıştı. Nahide gayriihtiyari gözlerini açtı. Üstüne dikilen bir çift sinirli göze hayretle baktı. Biraz doğruldu. Başını yana çevirerek pencerenin karanlığında, görülmeyen tarlalara dikilen, kendi bakışlarını seyretti.
Yol kısaydı. İstasyonda Bahri Doğru’nun arkadaşlarından bir avukat kendini karşıladı. Demek ki Afet, kocasına telefon ettirip kamarasını hazırlatmıştı.
Genç kadın konuşacak hâlde değildi. Kısaca teşekkür edip avukatı yanından uzaklaştırmak istedi. Lakin o, bütün ısrarlara rağmen kendisini vapura kadar götürdü. Yerleştirdi. Kamarotlara lazım gelen şeyleri söyledi. Ondan sonra çekildi.
Nahide, Saadet vapurunun küçük kamarasında kendini yalnız bulunca ağlamak istedi. Şimdiye kadar birçok yolculuk yapmıştı. Bazılarında babası da bulunuyordu. Ümitsiz, hasta ve bedbin bir şekilde yarıda kestiği seyahatleri vardı. Fakat hepsinin bittiğini, ruhunun, kalbinin acılarından kurtulduğunu zannederken beklenilmeyen bir dakikada manasız bir ızdıraba gömülmüştü. Kendini şuursuzca yeise salıverdiği için de sinirleniyordu.
Kimdir, diyordu. Onun nesine kapılacağım?! Ondan ne bekleyebilirim? Hiçbir şekilde beni tatmin etmeye muktedir olmayacak bir adama karşı sempati duymak, hatta o kadar da değil, ondan kaçacak kadar karşısında zayıf kalmak nedendir?
Yalnız şapkasını, geniş yakalı spor paltosunu çıkarmıştı. Kamaranın ufak tefek eşyalarına bakarak durmadan dolaşıyordu. Zaman zaman bakışları lavabonun aynasına değiyor, orada susuz kalmış menekşeler gibi çürüyen göz kapaklarına, humma ile yanan gözlerine baktıkça ağlamak istiyordu.
Yetmedi mi, diyordu. Yetmedi mi mazide bir hiç için döktüğün gözyaşları? Ben ki artık içimdeki gözyaşı kaynağının kuruduğunu, tükendiğini, bir daha ne olursa olsun ağlamayacağımı sanıyordum.
Valizinden ince, uzun bir şişe çıkardı. Şakaklarını bol sinir kolonyasıyla ıslattı. Başı ağrıyor, saçlarının dipleri çekiliyor, koparılıyor gibi oluyordu.
Kapıya vuruluyordu. Bir daha, bir daha…
Silkinerek ilerledi. Anahtarı çevirdi. Beyaz ceketli bir kamarot saygıyla eğilerek salonda kendisini beklediklerini haber verdi. Afet’in âdeti idi. Vapurun kalkacağı sırada Bandırma’ya telefon ederek yerleşip yerleşmediğini sorardı. Bu düşünceyle kamaradan çıktı. Mat ışıklar altında kırmızı kadifeleri harelenen salonda onu buldu. Yüzü âdeta bembeyazdı. Gözlerinin yeşili bile sanki erimiş, solmuştu.
“Siz miydiniz?”
“Niçin gidiyorsunuz?”
“…”
“Peki, dönecek misiniz?”
“Tabii döneceğim. Babam, yuvam orada…”
“Beni kabul etmemek için mi bu seyahati tertip ettiniz?”
“Susunuz. Söyletmeyiniz beni. Hislerimin hesabını kimseye vermek istemem. Beni yalnız bırakınız!” diye feryat eden içini, dudakları başka şekilde tercüme etti:
“Ne münasebet Sermet Bey. Size telefon etmezdim o hâlde…”
“Nezaketiniz buna mâniydi hanımefendi!”
“Sizi trende görmedim.”
Ona,