Bu sırada gözlüklü olan, cılız ve tiz bir ses tonuyla konuştu: “Bu yoldan Taplow Court’a geleli daha bir ay bile olmadı; o zaman buna benzer bir şey görmediğime eminim.”
“Ortada birtakım sıkıntılar olduğunu kabul ediyorum.” dedi Bay Burleigh. “Ortada bazı dikkate değer sıkıntılar olduğunu kabul ediyorum. Yine de ilk önermemin hâlâ geçerli olduğu konusunda ısrar edeceğim.”
“Bunun Maidenhead Yolu olduğunu düşünmüyorsunuz ya?” diye sordu gözlüklü adam.
“Yapay olamayacak kadar mükemmel görünüyor!” dedi Bay Barnstaple sesinde hafif bir kararlılıkla.
“Ama sevgili dostum!” diye itiraz etti Bay Burleigh. “Bu yol fidanlıkçıları ile ünlüdür; bunlar bazen yeteneklerini olağanüstü güzellikteki sergilerle teşhir ederler. Reklam amaçlı olarak.”
“O zaman neden dümdüz ilerleyip Taplow Court’a gitmiyoruz?” diye sordu gözlüklü adam.
“Çünkü…” dedi Bay Burleigh, açıkça bilinen ama inatla görmezden gelinen bir gerçeği bir kez daha anlatmaya çalışan birinin doğal sertliğiyle, “Rupert başka bir dünyada olduğumuz konusunda ısrar ediyor. Ve devam etmek istemiyor. İşte bu yüzden. Her zaman gereğinden fazla hayal gücüne sahipti. Gerçekte olmayan şeylerin var olabileceğini düşünüyor. Şimdi de kendini bir tür bilimsel romansın içinde, bizim dünyamızın tamamen dışında sanıyor; başka bir boyutta. Bazen düşünüyorum da Rupert hayallerinin içinde yaşamak yerine onları yazmaya başlasa bu hepimiz için daha iyi olurdu. Eğer siz, sekreteri olarak, onu öğle yemeğine kadar Taplow Malikânesi’ne gitmeye ikna edebileceğinizi düşünüyorsanız…”
Bay Burleigh kelimelerin yetersiz kaldığı bu anda eliyle bir hareket yaparak cümlesini tamamladı.
Bay Barnstaple bu sırada, limuzinin yanındaki karmaşık çiçek kümelerini inceleyen, yavaş ve dikkatli bir şekilde hareket eden, buğday tenli, karikatüristler sayesinde oldukça aşina olduğu siyah bantlı silindir bir şapka takmış gri figürü fark etmişti. Bu, meşhur Rupert Catskill’dan başkası olamazdı; Savaş Bakanlığı sekreteri.
Bay Barnstaple ilk kez bu fazla maceracı politikacının fikirlerine katıldı. Bu başka bir dünyaydı. Arabasından çıkıp Bay Burleigh’ye hitap ederek konuşmaya başladı: “Bence, eğer yanmakta olan şu taş binayı incelersek nerede olduğumuza dair epey fikir edinebiliriz. Arka tarafında, yerde yatan birini gördüğümü sanıyorum. Eğer tüm bu aldatmacanın arkasındakilerden birini yakalayabilirsek…”
Cümlesini tamamlayamadı çünkü bunun bir aldatmaca olduğuna inanmıyordu. Bay Burleigh de son beş dakikadır onlarla aynı fikri paylaşmaya başlamıştı.
Dördü de üzerinden dumanlar tüten yıkıntılara doğru döndüler.
“Etrafta hiç kimsenin olmaması çok ilginç!” dedi gözleriyle ufku taramakta olan gözlüklü adam.
“Pekâlâ, şu yanan neymiş, öğrenmenin bir zararı olmayacak.” dedi Bay Burleigh ve zeki yüzünü devrilmiş ağaçlar arasındaki yıkıntılara doğru çevirerek önden yürümeye başladı.
Ancak çok fazla ilerleyemediler; çünkü tüm dikkatleri, hâlâ arabanın içinde oturmakta olan bayanın korku dolu çığlığı ile bir kez daha limuzine kaydı.
3. BÖLÜM
“Bu gerçekten de çok fazla!” diye öfkeyle bağıdı Bay Burleigh. “Böyle olayları önlemek için kanunlar olmalı!”
Gözlüklü adam “Gezici bir sirkten kaçmış olmalı.” dedi. “Ne yapmalıyız?”
Bay Burleigh “Uysal görünüyor.” diye cevap verdi ama bu teorisini test etmek için hiçbir girişimde bulunmadı.
“İnsanları çok ciddi bir şekilde korkutabilir!” dedikten sonra sesini biraz yükselterek bağırdı: “Paniğe kapılma Stella! Büyük ihtimalle ehlileştirilmiş ve zararsız. Şemsiyeyle onu ürkütme sakın. Sana saldırabilir. Stella!”
“O” son derece güzel ve büyük bir leopardı; gayet sakin bir şekilde çiçeklerin arasından çıkarak evcil bir kediymişçesine limuzinin yakınına, cam yolun ortasına uzanmıştı. Bu tür durumlarda hep yapıldığı gibi Bayan Stella olabildiğince hızlı bir şekilde şemsiyesini açıp kapatırken, hayvan da şaşkın şaşkın ve meraklı meraklı gözlerini kırpıştırarak ritmik bir şekilde başını iki yana sallıyordu. Şoför arabanın arkasına saklanmıştı. Hayvanın varlığından Bay Burleigh ve diğerlerini uyaran çığlık sayesinde haberdar olduğu anlaşılan Bay Rupert Catskill, dizlerine kadar gelen çiçeklerin arasında ayakta dikilmekteydi.
İlk hareket eden o oldu; böylece ne kadar kararlı biri olduğunu da gösterdi. Hem ihtiyatlı hem de cesur bir hareketti. “Şemsiyenizi sallamayı bırakın Bayan Stella!” dedi. “Onun dikkatini çekmeye çalışacağım.”
Hayvanın karşısına geçebilmek için arabanın etrafından dolandı. Sonra kısa bir an, orada olduğunu göstermek istiyorcasına kıpırdamaksızın bekledi; gri bir frak giymiş, siyah bantlı silindir şapkasıyla kendinden emin ufak tefek bir adam, hayvanı ürkütmemek için büyük bir dikkatle elini uzattı: “Gel pisicik!”
Leopar, Bayan Stella’nın şemsiyesinden kurtulduğu için rahatlayarak ilgi ve merakla ona baktı. Bay Catskill daha da yaklaştı. Leopar burnunu uzatarak havayı kokladı.
“Onu okşamama izin verirse…” diyerek Bay Catskill hayvana neredeyse bir kol mesafesi kadar yaklaştı.
Leopar kendine uzatılan eli şüpheyle kokladı. Ardından, Bay Catskill’ı birkaç adım geriye sıçratacak kadar ani bir şekilde hapşırdı. Bir kez daha… Bu seferki daha şiddetliydi. Sonra bir an sitemle Bay Catskill’a baktı ve çiçek tarhlarının üzerinden çevik bir şekilde atlayarak beyaz sütunlara doğru gözden kayboldu. Bay Barnstaple otlamakta olan sığırların, onu en ufak bir tedirginlik göstermeden izlediğini fark etti.
Bay Catskill biraz hayal kırıklığına uğramış bir şekilde yolun ortasında duruyordu. “Hiçbir hayvan, insan gözünün sabit bakışlarına dayanamaz.” diye belirtti. “Hiçbiri! Bu siz materyalistler için bir bilmece… Bay Cecil’a katılalım mı Bayan Stella? Aşağıda incelemek için bir şey bulmuş galiba. Küçük sarı arabadaki adam nerede olduğumuzu biliyor olabilir. Hmm?”
Bay Catskill arabadan çıkması için Bayan Stella’ya yardım ettikten sonra ikisi beraber, tekrar, yanmakta olan yıkıntılara yönelmiş olan küçük gruba doğru ilerlediler. Belli ki limuzinin yanında tek başına kalmak istemeyen şoför de onlarla aralarına duyduğu saygının müsaade ettiği ölçüde bir uzaklık koyarak peşlerinden yürüdü.
ÜÇÜNCÜ KISIM
GÜZEL İNSANLAR
1. BÖLÜM
Küçük evdeki yangın etrafa yayılmış gibi görünmüyordu. Çıkan duman, Bay Barnstaple yangını ilk fark ettiği andakinden çok daha azdı. Yaklaştıkça yıkıntılar arasında eğilip bükülmüş parlak metal parçalar ve cam kırıkları gördüler. Sanki büyük bir patlamayla çeşitli deney aletleri etrafa saçılmıştı. Hepsi de neredeyse aynı anda, yıkıntıların arkasındaki