Anne, vaktin geçmesi için onlara yeşil gözlü bir prensesle ilgili masal anlatmaya çalıştı. Fakat, kitaplık odasındaki baba ile adamların sesleri kendilerine kadar geldiği için masal anlatmak güç oluyor, babanın sesi de bir şey sormaya ve yardım istemeye gelenlere karşı genellikle kullandığından daha yüksek ve değişik tonda çıkıyordu”
Derken kitaplık odasında, hizmetçiyi çağıran zil çalınca herkes derin bir soluk aldı. Phyills, “Gidiyorlar!” dedi. “Onları geçirmesi için babam hizmetçiyi çağırdı.”
Fakat hizmetçi, gelenlere kapıyı göstereceğine kendisi kapıda göründü, Ruth’un durumu, çocuklara biraz garip görünmüştü. “Lütfen Bayan…” dedi. “Eşiniz, sizin kitaplığa kadar gelmenizi istedi. Ölü gibiydi. Sesi zor çıkıyordu. Kötü haberler aldı sanırım. Siz de kötü bir şeyler duymaya hazır olun hanımefendi. Belki bir yakınınız öldü, belki banka iflas etti, belki de…”
Anne yumuşak bir sesle, “Yeter Ruth!” dedi. “Gidebilirsin.”
Anne, kitaplık odasına gitti. Konuşmalar devam etti. Zil yeniden çaldı. Ruth, bir araba alıp geldi. Çocuklar odadan çıkan ve merdivenden inen ayak seslerini duydular. Araba uzaklaştı, ön kapı kapandı. Anne odaya geldi. Yüzü dantel yakası kadar beyazdı. Gözleri büyümüş ve parlıyor gibiydi. Dudakları incelmiş ve her zamanki biçimini yitirmiş olduğu için ağzı soluk kırmızı renkte bir çizgi gibi görünüyordu, “Yatma vakti geldi.” dedi. “Ruth sizi yatıracak.”
Phyllis sızlandı, “Ama babam geldiği için bu gece geç yatacağımızı söylemiştin!”
“Babanı çağırdılar, işe gitti. Haydi yavrularım, çıkın hemen.”
Çocuklar anneyi öpüp gittiler. Roberta, anneye bir daha sarılmak ve kulağına bir şeyler fısıldamak için oyalandı, “Kötü bir şey yok, değil mi anne? Kimse ölmedi ya?”
“Kimse ölmedi, hayır.” Roberta’yı kendinden uzaklaştırmak istercesine ekledi, “Bu gece hiçbir şey söyleyemem yavrum. Haydi git canım, git şimdi.”
Roberta da gitti.
Ruth, kızların saçlarını fırçaladı ve soyunmalarına yardım etti. (Oysa bunları genellikle anne yapardı.) Ruth gazı da kısıp odadan çıktığı zaman Peter’i hâlâ giyinik olarak basamaklarda kendisini bekler buldu, “Ne oluyor, Ruth? Söylesene bana.”
Kızıl saçlı Ruth, “Ne sen bana soru sor ne de ben sana yalan söyleyeyim. Yakında her şeyi öğrenirsin.” diye karşılık verdi.
Anne o gece geç vakit yukarı çıkıp uyuyan çocukların üçünü de öptü. Bu öpücüklerden tek uyanan Roberta oldu fakat ne kımıldadı, ne de bir şey söyledi. Karanlıkta annesinin kesik kesik soluduğunu duyunca da kendi kendine “Eğer annem ağladığını bilmemizi istemiyorsa biz de bilmeyiz, olur biter.” dedi.
Ertesi sabah kahvaltı için aşağı indikleri zaman anne gitmişti bile. Ruth, “Londra’ya gitti.” diyerek onları yalnız bıraktı.
Peter yumurtasını kırarken, “Çok kötü bir şey var ortada.” dedi. “Ruth dün gece yakında her şeyi öğreneceğimizi söyledi.”
Roberta hor görürcesine sordu, “Ona sen mi sordun?”
Peter öfkeyle konuştu, “Evet ben sordum. Sen annemin üzgün olup olmadığına aldırmadan yatabilirsin ama ben yatamam! Var mı bir diyeceğin?”
“Annemin bize söylemediği şeyleri hizmetçilere sormak güzel değil.”
“Bak hele büyükanneye. Daha daha?”
Phyllis, “Ben büyükanne değilim ama Roberta haklı bu kez.” dedi.
“Elbette! Ona göre her zaman kendisi haklı.”
Roberta, yumurta kaşığını bırakırken bağırdı, “Susun! Birbirimizle kötü olmayalım. Çok iyi biliyorum ki başımızın üstünde müthiş bir felaket dolaşıyor! Daha da artırmayalım bunu.”
Peter, “Kim başladı, söyler misin bana?” diye sordu.
Roberta kendini zorlayarak konuştu, “Ben başladım sanırım, ama…”
Peter, bir zafer kazanmışçasına, “Gördün mü?” dedi.
Ama, okula gitmeden önce kız kardeşini omuzlarından tutarak artık yüzünü asmamasını söyledi.
Çocuklar öğle yemeği için eve geldikleri zaman, anne hâlâ dönmemişti, çay vakti de görünmedi. Geldiği zaman saat akşamın yedisini geçmişti. Öylesine yorgun, öylesine hasta gibiydi ki çocuklar ona bir şey soramayacaklarını fark ettiler. Yığılır gibi bir koltuğa çöktü, Phyllis onun şapkasındaki uzun iğneleri çıkarırken Roberta eldivenlerini çekti, Peter de sokak ayakkabılarının bağlarını çözüp kadife gibi yumuşak terliklerini getirdi.
Bir bardak çay içip, Roberta’ya ağrıyan başına kolonya sürdürdükten sonra anne konuştu, “Size bir şey söylemek istiyorum, yavrularım. Dün gece gelen o adamlar çok kötü haberler getirdiler. Babanız bir süre için bizden uzak kalacak. Çok üzülüyorum ve hepinizin bana yardımcı olmanızı, bugünlerin zorluğunu daha da artırmamanızı istiyorum.”
Roberta, annenin elini yüzüne tutarken, “İyimser ve mutlu olmakla ve ben yokken kavga etmemekle bana çok yardımcı olursunuz. (Roberta ve Peter suçlu suçlu bakıştılar.) Çünkü sık sık sizi yalnız bırakacağım.”
Çocuklar hep bir ağızdan, “Kavga etmeyeceğiz.” dediler. “Gerçekten kavga etmeyeceğiz.”
Etmemekte de kararlıydılar. Anne şöyle ekledi, “Sonra, bu üzücü olay üzerine ne bana ne de bir başkasına hiçbir şey sormamanızı istiyorum.”
Peter, korkusundan, yaltaklanırcasına ayakkabılarını halıya sürttü.
Anne, “Bunun için de söz veriyorsunuz bana, değil mi?” diye sordu.
Peter birdenbire, “Ben Ruth’a sormuştum.” dedi. “Çok pişmanım ama oldu bir kez!”
“Ruth ne dedi sana?”
“Yakında her şeyi öğreneceğimizi söyledi.”
“Bu konu üzerine herhangi bir şey öğrenmenizin gereği yok. Bir iş sorunu bu. Siz işten anlamazsınız, değil mi?”
Roberta, “Hayır.” dedi. “Hükûmetle ilgili bir şey mi bu?” Baba devlet memuruydu çünkü.
Anne, “Evet.” dedi. “Artık yatma vakti geldi yavrularım. Sakın üzülmeyin. Sonunda her şey düzelecek.”
Phyllis, “Öyleyse sen de üzülme anne.” dedi. “Sen de üzülmezsen hepimiz çok iyi oluruz.”
Anne içini çekti ve onları öptü.
Üst kata çıkarlarken Peter, “Yarın sabah ilk işimiz, iyi olmak.” dedi
Roberta, “Neden şimdiden olmuyoruz?”
“Şimdiden iyi olacak ne var, aptal?” Phyllis söze karıştı, “İyi olmaya alıştırırız kendimizi hiç olmazsa. Küfretmeyiz.”
“Kim küfrediyor? Ha Roberta demişim ha aptal demişim aynı kapıya çıkar, değil mi Roberta?”
Roberta sordu, “Yani?”
“Düşündüğün gibi değil Roberta. Yani… Dur bakayım, babam ne der buna? İltifat ettim, iltifat… İyi geceler!”
Kızlar, iyi olmak için düşünebildikleri tek yol