“Oh! Oh! Göreceğiz, bakalım!”
“Allah’a ısmarladık, mutlu erkek!” dedi giderken.
Arnoux telaşla yine küçük odaya girdi, bıyıklarına kozmetik sürdü, pantolonun subyelerini germek için askılarını çekip düzeltti. Ellerini yıkarken de “Bana her biri iki yüz elli franga, Roucher biçiminde iki kapı pervazı üstü dekorasyonu lazım olacak, anlaşıldı mı?” dedi.
“Olur.” dedi sanatçı, yüzü kızarmıştı.
“Pekâlâ… Karımı da unutmayın.”
Frédéric, Poissionière dış mahallesinin üst başına kadar Pellerin’e yoldaşlık etti, ara sıra gelip kendini görmesine müsaade etmesini rica etti. Bu müsaade güler yüzle bağışlandı.
Pellerin gerçek güzellik nazariyesini bulmak için bütün estetik kitaplarını okurdu; bu nazariyeyi bulduğu gün şaheserler yaratacağına inanırdı. Desen, alçı model, gravür gibi akla gelebilecek bütün yardımcı şeyleri etrafına toplamıştı; araştırır, kendi kendini yerdi; kabahati zamaneye, sinirlerine, atölyesine bulur, ilhamla karşılaşmak için sokağa çıkar, bulacağım diye ürpermeler geçirirdi; sonra, başladığı eseri yüzüstü bırakır, herhâlde daha güzel olacak bir yenisine başlardı. Böylece, şan ve şeref hırsıyla yanıp tutuşarak, bütün günlerini tartışmalarla geçirip saçma sapan şeylere, sistemlere, tenkitlere, sanat konusunda bir reforma veya bir düzene inandığından, elli yaşına geldiği hâlde hâlâ ortaya birkaç taslaktan başka bir şey çıkaramamıştı. Sarsılmaz gururu kendisini cesaretsizliğe düşmekten koruyordu, ama her zaman sinirliydi ve komedyenlerde görülen o hem tabii hem de yapmacık coşkunluk içindeydi.
Evine girince iki tablo insanın gözüne çarpardı; bu tablolarını ötesine berisine serpiştirilmiş renkler beyaz bez üzerinde kahverengi, kırmızı, mavi birtakım lekeler gibi görünürdü. Bunların üzerine tebeşirle çizilmiş bir sürü çizgiler, bir ağın düğüm üstüne düğüm vurulmuş iplikleri gibi uzar giderdi. Pellerin bu iki tablonun konusunu, tamamlanmamış yerlerini parmağı ile göstererek izah etti. Bunlardan biri Buhtunnasr’ın çılgınlığını, öteki de Neron tarafından Roma’nın yakılışını anlatıyormuş. Frédéric bu tablolara hayran kaldı.
Saçı başı dağınık kadın resimlerini, fırtınalı bir havada yan yatmış ağaç gövdelerini gösteren peyzajları, en çok da asıllarını görmediği Callot, Rembrandt veya Goya’yı hatırlatan, kalemle çiziktiriliverilmiş şeyleri hayran hayran seyretti. Gençliğinde yaptığı bu şeylere Pellerin artık değer vermiyormuş gibi, gözü büyük şeylerdeymiş gibi, Phidias ve Winckelmann üstünde bir söylevci edasıyla nazariyeci gibi konuştu. Etrafındaki şeyler sözlerinin kuvvetini arttırıyordu: Bir dua iskemlesi üstünde bir ölü başı, birkaç yatağan, bir keşiş elbisesi görünüyordu. Frédéric bu elbiseyi giydi.
Erken geldiği zamanlar, Pellerin’i bir yorgan parçası altında portatif karyolasında yatar bulurdu. Çünkü hiç tiyatroları kaçırmayan sanatçı, geceleri geç yatardı. Ev işini üstü başı partal bir kadın görürdü, yemeğini bir koltuk meyhanesinde4 ucuza yerdi, metressiz yaşardı. Derme çatma olan bilgileri, aykırı sözlerini eğlendirici hâle getirirdi. Bayağılığa ve burjuvaya karşı nefreti, yüce bir lirizmi olan acı alaylarla dolup taşardı; ustalara öyle dinî bir saygı gösterirdi ki bu saygı âdeta onu bunların seviyesine yükseltirdi.
Ama niçin hiç Madam Arnoux’nun sözünü etmiyordu? Kocasının lafı açılınca bir defa bakarsınız ona iyi oğlan, başka bir defa da şarlatan derdi. Frédéric onun kendisine açılmasını bekliyordu.
Bir gün, Pellerin’in resimlerini karıştırırken Bohem bir kadın portresini Matmazel Vatnaz’a benzetir gibi oldu; bu kadınla ilgilendiğinden durumunu öğrenmek istedi.
Pellerin’in bildiğine göre, bu kadın önce taşrada öğretmenlik etmiş; şimdi de ders veriyor, küçük dergilere yazılar yazıyormuş.
Arnoux ile olan tutumuna bakarak Frédéric bu hanım onun metresidir, diye düşünmüştü.
“Aman canım, yalnız o mu? Daha başkaları da var.”
Bu sözler üzerine, bu kötü düşüncesinden kendi de utanıp kızaran delikanlı yüzünü başka tarafa çevirip cesaretle “Karısı da altında kalmıyordur herhâlde?” dedi.
“Katiyen! Namuslu bir kadındır o!”
Frédéric bir vicdan azabı duydu, dergide daha sık görünmeye başladı.
Dükkânın üstündeki mermer plakada yazılı “Arnoux” sözünün iri harfleri ona kutsal bir yazı gibi, çok özel ve büyük manalar taşır görünüyordu. Buraya gelirken geniş yaya kaldırım yürüyüşünü kolaylaştırıyor, kapı âdeta kendi kendine açılıveriyordu. Kapının düz tokmağında avucu içindeki bir elin tatlılığı ve sanki zekâsı vardı. Farkında olmadan oranın Regimbart gibi, hiç eksik olmayan bir insanı hâline geliverdi.
Regimbart, her gün ocağın yanındaki koltuğuna oturur, National gazetesini kapar, hiç elinden bırakmaz, düşündüklerini ya birtakım çıkışlarla ya da sadece omzunu silkerek anlatırdı. Büyük yeşil redingotunun iki düğmesi arasında göğsüne soktuğu mendiliyle ara sıra alnını silerdi. Ütülü pantolon, konçlu ayakkabılar giyer, uzun kravat takardı; kenarları kalkık şapkasıyla kalabalığın içinde uzaktan bile tanınırdı.
Sabahın sekizinde, Montmartre tepelerinden inip Notre-Dame des-Victoires Sokağı’na beyaz şarap içmeye giderdi. Yemek yiyip sonra da birkaç parti bilardo oynayarak saati üç ederdi. O zaman, absent içmek için Panorama Pasajı’nın yolunu tutardı. Arnoux’nun dükkânındaki oturumdan sonra da vermut saatinde Bordelais Kahvesi’ne dalardı; sonra eve, karısının yanına gitmektense Gatillon Meydanı’ndaki küçük bir kahvede kendi başına yemek yemeyi daha uygun bulur, “ev yemekleri, tabii şeyler yemek” isterdi! Nihayet kalkıp başka bir bilardo salonuna gider; gece yarılarına, gecenin birine kadar, gaz söndürülüp kepenkler kapandıktan sonra yorgunluktan bitkin hâle gelen dükkân sahibi artık gitmesi için yalvarıncaya kadar otururdu.
Vatandaş Regimbart’ı bu yerlere sürükleyen şey içki düşkünlüğü değil, eski bir politika lafı etmek alışkanlığıydı; yaşı ilerledikçe eski canlılığını, cerbezesini kaybetmiş, sessiz bir somurtkanlık kazanmıştı. Asık suratını gören, kafasının içinde dünyalar dönüyor, derdi; dışarı hiçbir şey sızmazdı. Kendine bir yazıhane sahibi süsü verdiği hâlde hiç kimse, hatta dostları bile ne işle uğraştığını bilmezlerdi.
Arnoux ona pek büyük bir değer verir gibi görünürdü. Bir gün Arnoux, Frédéric’e, “Onun bilmediği yok! Kafalı bir adam!” dedi.
Bir defasında, Regimbart masasının üstüne Bretonya’daki kaolin ocakları ile ilgili birtakım kâğıtlar yaydı; Arnoux onun tecrübesine güveniyordu.
Frédéric, Regimbart’a ara sıra absent ikram edecek kadar resmî davrandı. Şaşkının biri olduğuna inandığı hâlde sırf Jacques Arnoux’nun dostu olduğu için, çoğu zaman onunla bir saat arkadaşlık etmeye katlanıyordu.
Çağdaş ustaları meslek hayatlarının başında teşvik ettikten sonra ilerlemeden yana olan tablo taciri, sanatçı tutumunu muhafaza etmekle beraber, paraca kazançlarını arttırmaya çalışmıştı. Sanatların istiklali, ucuz olan yüce peşinde koşuyordu. Paris’in bütün lüks sanayisini etkisi altına aldı. Kamuoyunu pohpohlamak hırsıyla usta sanatçıları yollarından döndürdü, kuvvetli olanların ahlakını bozdu, zayıf olanları ezdi, kabiliyetsizleri şöhret sahibi yaptı; münasebetleriyle ve dergisiyle hepsini de avucunun içinde tutuyordu.