“Ama iki kez evine girilmiş.”
“Öf! Nasıl aramaları gerektiğini bilmiyorlar.”
“Sen nasıl arayacaksın?”
“Aramayacağım.”
“O zaman ne yapacaksın?”
“Onun bana göstermesini sağlayacağım.”
“Kabul etmez.”
“Öyle bir şansı olmayacak… Ama tekerlek sesleri duyuyorum. Arabası geldi. Şimdi söylediklerimi harfiyen uygulamalısın.”
Arkadaşım konuşurken caddenin dönemecinde, bir arabanın yan ışıklarının parıltısı gözüktü. Küçük, şirin bir lando arabasıydı ve takırdayarak Briony Lodge’ın kapısına kadar geldi. Yaklaşırken serseri adamlardan biri, biraz para almak amacıyla arabanın kapısına koşturdu; ama aynı niyetle koşan başka biri onu dirsekleriyle ittirdi. Bunun üzerine kavga etmeye başladılar ve serserilerden birinin tarafını tutan iki bekçiyle, diğerinin tarafını tutan bileycinin sayesinde ortalık daha da kalabalıklaştı. Anında arabadan inen kadın, birbirlerine yumruklarıyla, sopalarla vahşice girişen, yüzleri kızarmış hâlde mücadele eden erkeklerin arasında buldu kendini. Holmes kadını korumak amacıyla fırladı ama tam ona uzanacakken kadın çığlık attı ve Holmes, yüzü kanlar içinde yere düştü. O düşer düşmez bekçiler ve serseriler tabana kuvvet oradan kaçıp farklı yönlere dağıldılar. Olayı izleyip hiçbir şeye karışmayan daha iyi giyimli insanlar hemen yanlarına gidip hem kadına hem de yaralı adama yardımcı olmak istediler. Irene Adler -ki ona bu şekilde hitap etmeyi tercih ediyorum- hemen merdivenlerden koşmaya başladı ama en yukarı çıkınca durdu ve holden gelen ışığın yansımasıyla o muhteşem hatlarını sergileyerek tekrar caddeye baktı.
“Zavallı beyefendi, yarası ağır mı?” diye sordu.
“Ölmüş!” diye bağırdı birkaç kişi.
“Hayır, hayır, hâlâ yaşıyor!” dedi bir diğeri. “Ama hastaneye yetiştiremeden ölebilir.”
“Çok cesur bir adam.” dedi bir kadın. “O olmasaydı kadının cüzdanıyla saatini çoktan almışlardı. Onlar bir çeteydi, hem de çok zorlu bir çete. Ah, şimdi nefes alıyor!”
“Caddede böyle yatmamalı. İçeri getirelim mi bayan?”
“Tabii ki. Oturma odasına taşıyalım. Orada rahat bir kanepe var. Bu taraftan lütfen!”
Yavaşça ve büyük bir ciddiyetle onu Briony Lodge’a getirip büyük odaya yatırdılar. Ben ise olanları pencere kenarındaki nöbet yerimden izliyordum. Lambalar yakılmıştı; ama perdeler kapatılmadığından Holmes’u kanepede yatarken çok net görebiliyordum. Oynadığı oyundan dolayı vicdan azabı çekip çekmediğini bilmiyordum ama komplo kurduğumuz bu muhteşem kadını gördüğüm an, özellikle de yaralı adamın başında büyük bir lütuf ve hayırseverlikle dururken hayatımda hiç utanmadığım kadar utanmıştım. Ancak Holmes’un bana güvenerek verdiği görevden geri çekilirsem ona en büyük ihanetlerden birini yapmış olacaktım. Duygularımı bir kenara bırakıp paltonun içinden sis bombasını çıkardım. Ne de olsa ona zarar vermiyoruz, diye düşündüm. Sadece onun başkasına zarar vermesine engel oluyorduk.
Holmes koltukta oturarak biraz havaya ihtiyacı varmış gibi ellerini salladı. Bir hizmetçi koşturarak camı açtı. Tam o sırada Holmes’un elini kaldırdığını gördüm ve sinyali alır almaz sis bombasını içeri fırlatıp “Yangın var!” diye bağırdım. Kelimeler ağzımdan dökülür dökülmez etraftakiler, iyi ve kötü giyimlisiyle adamlar, seyisler ve hizmetçiler, “Yangın var!” diye hep bir ağızdan bağırmaya başladılar. Kalın duman bulutları odayı kaplayıp açık camdan dışarı yayıldı. Bir an için koşuşturan figürler gördüm ve bir dakika sonra da Holmes’un bunun yanlış bir alarm olduğunu söyleyen teskin edici sözlerini duydum. Bağıran kalabalığın arasından çıkarak köşeye doğru yöneldim, on dakika sonra arkadaşım yanıma geldi ve kol kola bu karmaşadan uzaklaştık. Edgeware yoluna sapan sakin sokaklardan birine gelene kadar arkadaşım, yaklaşık birkaç dakika hızlıca ve sessizce yürüdü.
“Çok iyiydin doktor!” dedi. “Bundan daha iyi olamazdı! Her şey yolunda.”
“Fotoğrafı aldın mı?”
“Nerede olduğunu biliyorum.”
“Nasıl öğrendin?”
“Sana söylediğim gibi bana gösterdi.”
“Hâlâ bir şey anlamadım.”
“Bunu bir gizem hâline getirmek istemiyorum.” dedi gülerek. “Olay çok basitti. Sokaktaki herkesin suç ortağım olduğunu anladın tabii… Hepsini bu akşam için tutmuştum.”
“O kadarını tahmin etmiştim.”
“Kavganın çıktığı sırada avcumda biraz kırmızı boya vardı. Oraya koştum, kendimi yere attım, elimle yüzüme dokundum ve merhamet uyandıran bir görüntü sergiledim. Bu, eski bir numaradır.”
“Bunu da anlamıştım.”
“Sonra beni içeri taşıdılar. O kadın beni içeri almaya mecburdu. Başka ne yapabilirdi ki? Tam şüphelendiğim odaya, yani oturma odasına buyur edildim. Ya orası olacaktı ya da yatak odası ve inan bana, ikisini de görmeden o evden dışarı adımımı atmazdım. Beni bir kanepeye yatırdılar, biraz temiz hava almak istedim ve böylece pencereyi açmak zorunda kaldılar. Bunun üzerine sen devreye girdin.”
“Benim nasıl bir yardımım dokundu?”
“Yardımın çok önemliydi. Bir kadın, evinde yangın çıktığını sandığında içgüdüsel olarak en değer verdiği şeye doğru koşar. Bu, üstesinden gelinemeyecek bir dürtüdür ve bu avantajdan birden fazla kez yararlanmışımdır. Darlington Substitution Skandalı’nda ve Arnsworth Kalesi işinde bana çok yararı dokunmuştur. Evli bir kadın, bebeğine yönelir; bekâr olanı ise mücevher kutusuna. Şimdi, belli ki bugünkü kadın, bizim aradığımız şeyden daha değerli bir varlığa sahip değildi evinde. O yüzden onu güvenceye almalıydı. Yangın alarmı takdire şayandı. Duman ve çığlıklar, herkesin sinirini bozacak nitelikteydi. O da tam beklediğim gibi davrandı. Fotoğraf, çan ipinin hemen üzerinde bulunan sürgülü panelin gizli bir yerinde duruyor. Bir saniye içinde oradaydı, hatta fotoğrafın yarısını gördüm. Yanlış alarm olduğunu söylediğimde onu yerine koydu, sis bombasına göz attı ve odadan fırladı. Sonra onu bir daha görmedim. Ayağa kalkıp bahaneler bularak evden kaçtım. Fotoğrafa el koyma girişiminde bulunup bulunmama arasında bocaladım; ama o sırada arabacı içeri girmişti ve bana göz ucuyla baktığından biraz daha beklemenin güvenli olacağına karar verdim. Aceleci davranırsam her şeyi mahvedebilirdim.”
“Peki, şimdi ne olacak?”
“Araştırmamız neredeyse bitti. Yarın kral ve seninle birlikte Irene Adler’a gideceğim ve eğer gelmek istersen tabii… Kadını beklememiz için bizi oturma odasına alacaklar ama sanıyorum o gelene kadar ne bizden ne de fotoğraftan eser kalacak. Majestelerinin fotoğrafı kendi elleriyle alması, kendisini yeterince tatmin edecektir sanıyorum.”
“Saat kaçta orada oluruz?”
“Sabah sekizde. Muhtemelen uyanmıştır. Ortalık da pek kimse olmaz. Ayrıca çabuk olmalıyız çünkü evliliği, hayatında ve alışkanlıklarında değişiklikler yaratmış olabilir. Gecikmeden krala telgraf çekmeliyim.”
Baker