Esasen üzerinde durulduğunda bunaltıcı hâle gelen bir duygu vardır ki o da yorgunluk duygusudur. Bu duygu tehlikeli ve şeytani bir duygudur! Kendini gösterdiğinde onu devre dışı bırakmak gerekir. Eğer onu dinlersek bunalırız ve çalışma yarıda kesilir.
Zorlu bir çalışma esnasında bu duygu çoğu kez dayanılmaz ağırlığıyla ortaya çıkmadı mı? Yine de onu görmezden gelmeyi başarabilirsek benliğimizde saklı güce hayret ederiz. Bu duygu, içimizdeki çabayı sevmeyen “canavarın” yerinde durmayan bir hilekâr olmasından kaynaklanır: Bilincin kapısını durmaksızın çalar ve buna tahammül edemeyen zihin haykırmaya başlar.
Oysaki bu canavar bir yalancıdır ve yalanlarını dinlemeyi reddettiğimizde sahip olduğu ve rezervinde gizlediği güçlerini ortaya çıkarmak zorunda kalır.
Zihinsel çalışmada da aynı durum söz konusudur. Yapabileceklerimize kıyasla yaptıklarımız ne kadar da azdır! Sinsi yorgunluk hissi bilincimize doğru akar ve çalışmayı yarıda bırakmak için bahane aradığımızdan bizi evimizden kovan bu yalancıya kapılarımızı açarız.
Bunun aksine bu duyguyu kabul etmeyi kararlılıkla reddettiğimizde içimizde gittikçe zenginleşen enerji kaynaklarını keşfettiğimizi göreceğiz.
Bazı topraklarda suyun fışkırması için artezyen kuyularını derince kazmak gerekir. Aynı şekilde bazen de hareketli enerji kaynaklarına ulaşabilmek için yorgunluğun kendini hissettiren duygusuyla çukurları kazmak zorunda kalırız. Enerji ancak o zaman açığa çıkar. Karar vermekten aciz irade hastaları, ani bir duygunun etkisiyle kendilerini bile şaşırtan kahramanlıklar gösterebilirler.
Fakat derin enerji kaynaklarını fışkırtmayı başaran apansız duygular, sadece anlık bir etkiye sahiptir: Kısa süre sonra sinirler, yalancı duygulardan yorgun düşmüş bir şekilde hastalığa yenilir.
İçimizdeki hareketli enerji kaynaklarına kadar inmeye karar vermek önemlidir. Ne kalıcılığı olmayan duygulara güvenelim ne de dış uyarıcılara; bilelim ki irade, sürekliliği olan tek uyarıcıdır. Kötü alışkanlıklar nedeniyle içimizde var olan enerjinin berisinde kalırız. Kararlı olduğumuz anlarda deyim yerindeyse sahip olduğumuz gerçek enerjinin seviyesini belirlemeli ve bu enerjinin seviyenin çok altına düşmesini engellemeliyiz. Çoğunlukla yorgunluk hissiyle başladığımızda ortaya harika bir iş çıkarırız. Bunun nedeni, bu hissin yalancı bir telkin olup olmadığını doğrulamak için elimizde tek bir araç olmasıdır. O araç da eylemde bulunmaktır. Çünkü sadece eylem, bize bilincimizin gerçek kapsamı hakkında bilgi verebilir.
Bir işle karşı karşıya kaldığımızda o işe kesin bir başarı kazanacağımız duygusuyla başlayalım. Bir an bile başarısızlık ihtimalini düşünmeyelim ve azimle ilerleyelim. O esnada bozguncu fikirlerin ve duyguların birlikteliğiyle arsız bir yorgunluk hissini reddedeceğiz. Eğer işe saldırırken kararlılık ve güvenle engellerin üzerine gidilirse bu birliktelik kendini gösterebilecektir.
Öte yandan çaba asla iş sırasında acı vermezken bu acı, çalışmanın öncesi ve sonrasında ortaya çıkar. Sonrasında ortaya çıkar çünkü gerçek bir yorgunluk söz konusu olabilir; öncesinde ortaya çıkar çünkü kendimizi çalışmaya hazırlamak için gayret göstermek durumundayızdır. Zor olan bu ön dikkat çabasıdır. Fakat çalışmaya başlar başlamaz kendimizi işe kaptırırız.
Çünkü iş, her savaşta olduğu gibi heyecan verici bir mücadeledir ve kahramanlıkla arasında birtakım benzerlikler vardır. Proudhon çalışmayı savaşa benzetir. Ölüme teğet geçilen tehlikeli işler için bu doğru bir benzetmedir ancak zihinsel çalışmada ölüm söz konusu değildir. Tehlikeli olması bir yana gerçek savaş acıya, yokluklara ve engellere dayanıklılıkla, sabırla yapılır. Bunlar bilinçli zihinsel çalışanın da erdemleridir: Yalnızlık, sessizlik, kendini küçük düşüren bedenin direnmelerine karşı yerinde bir hor görme, dikkat çekmeye çalışan düşünce çağrışımlarının ve eğilimlerin sayısız girişimlerine karşı sakin bir reddediş. Birçok genç öğrenci için yoksulluk ve minimum konforu da bu reddedişlerin arasına ekleyin.
Sonrasında üstünlük kendini gösterdiğinde arkadaşların kıskançlığı ve kötü niyeti ama hepsinden kötüsü zarar vermek isteyen bir liderin kıskançlığı ve kötü niyeti ortaya çıkar! Ancak zorluklar ve haksızlıklar bize hücum ettiği vakit enerjimizin farkına varırız. Böyle bir durumda cesaretle görevimize devam etmeliyiz. “Beni incitmeye çalışanlara acı, yalnızlık, hastalık, kötü muamele, utanç diliyorum; derin bir aşağılık hissini, kendinden kuşku duymanın işkencesini, başarısızlığın sıkıntısını tatmalarını diliyorum. Onlar için merhamet duymuyorum; onlara yalnızca herhangi bir değere sahip olup olmadıklarını gösterecek şeyi diliyorum: Direnmeyi.”8
Kristof Kolomb Örneği
Cesaretsizlik anlarında bizi yüreklendiren kahraman bir arkadaşa sahip olmak faydalıdır. Kristof Kolomb’u düşünelim: Bilinmez bir okyanusta kaybolmuş, fırtınalarla, kötü beslenme koşullarıyla zorlanmış Kolomb’u. Sadece mürettebatındakilerin inançsızlıklarına ve yılgınlıklarına, yardımındaki reislerin sessiz vazgeçişlerine karşı mücadele etmek zorunda değildi. Aynı zamanda uykusuz gecelerde içindeki kuşkuya ve kriz anlarında ruhunun derinliklerinden yüzeye tırmanan korkaklık telkinlerine karşı da savaş vermek zorundaydı.
Her şeye rağmen iradesinin keskin ucu hiç körelmedi. Ne pahasına olursa olsun mücadele edeceğine bir kez karar vermişti. Şiddetli kasırgaların, adamlarının ve içindeki fırtınanın başkaldırışının karşısında yenilmez ve sağlam durmayı başardı. Sebat etmenin tüm engelleri yeneceğini biliyordu.
Kristof Kolomb, insani enerjinin mükemmel bir örneğidir çünkü maddi ve manevi tüm engeller aynı anda ona doğru gelmekteydi. Az ya da çok herhangi bir girişimde bulunan insanların hepsi başlangıçtan itibaren içsel engeller, tembellik ve üstesinden gelinmesi gereken güvensizlik duygusuyla karşılaşmışlardır; devamında ise maddi ve sosyal engellerle. Tüm bunların sonrasında yaşanılan ruhsal yücelik ise üstesinden gelinen zorluklardan kaynaklanır.
Tembelliğin yalnızca korkaklığı ve yetersizliği ifade ettiğini şimdi anlıyor musunuz?
Tembelin Ahlaki Sefaleti
Tembel insan bir asker kaçağıdır. Başkaları tarafından ortaya koyulmuş emeğin asalağı gibi durgun, değersiz, haysiyetten ve sevinçten uzak bir yaşam sürer. Tembel kişi okula başladığından itibaren hiçbir memnuniyet duygusuna sahip değildir: Kurnaz hayat anlayışıyla, sadece cezadan kaçmaya yardım eden düzmece bir çaba içerisinde gözükmek için küçültücü ve bayağı bir mücadeleye girişir.
Tembel kişi, okul çıkışında çalışkan olanların geniş görüş alanları keşfederek heyecan bulduğu yaşta gününü can sıkıntısıyla geçiren, birahane müdavimi, yetersiz bir öğrenciye dönüşür. Bu kişi, gelecekte düzmece yöntemleri, yetenek ve bilince tercih eden yetersiz bir doktor olacaktır.
Danışanı olmayan doktorlar gibi kanunlarla kafası karışan ve geleceğin kötü avukatlarının çıkacağı öğrenciler de yine bu tembeller arasındadır.
Tembel insanlar; işini başarıyla tamamlamış arkadaşlarına “şanslısın!” cümlesini kuran, kaybedenler ve kıskançlar topluluğunu oluştururlar.
Duygusuz, hayatın en kalıcı sevinçlerine dair hiçbir tat ve verim alınamayan çalışmalar, tembel insanlara tahammül edilmesi zor angarya bir iş gibi gelir.
Varlığın