167
Mürde şuâ’ât: Ölü ışıklar.
168
Ma'bed-i fersûde: Eski mâbet.
169
Eşhâs: Şahıslar, kimseler.
170
Sütre-i yelda: Uzun gecenin örtüsü: Üryan: Çıplak
171
Sefilân-ı beşer: İnsan sefilleri.
172
Nûş eyleyerek: İçerek.
173
Hatm-i enfâs: Nefesleri tüketmek.
174
Sâmia: İşitme; Lâmise: Dokunma.
175
Haşyet: Korku, ürperme.
176
Yâr-i kadim: Eski dost.
177
Perde-i zulmet: Karanlık perdesi; Nâgâh: Ansızın.
178
Göz öyle çıplak bir sefalet sahnesi gördü ki.
179
Ezânî Saatle, güneş battıktan üç saat sonra.
180
Sen küçük bir cisim olduğunu sanırsın ama, en büyük âlem senin içinde gizlidir.
181
Ey insan; sen hâlâ kendini tanımıyorsun da, «ben hakir bir varlıktan ibaretim…» diyorsun. Fakat mahiyetinin meleklerden yüksek bulunduğunu, âlemlerin sende gizlenmiş, cihanların sende dürülüp bükülmüş olduğunu bilsen…
182
Allah’ın feyzi; yerlerden, göklerden taşıp dururken senin kalbin, Cenabı Hakkın münevver bir tecelligâhı olur.
183
Bünyen küçük ama ilâhî sanatın gayesisin. Bu itibarla sonun bulunmaz ve nihâyetin gelmez.
184
Kudret-i ilâhiye edebiyatının en güzel bir beyti, Hakîm-i fıtratın anlaşılmaz bir sırrı olmuşsun.
185
Tabiat senin esirin, bütün eşya senin musahharındır. Dünya ise hükümlerinin münkad ve mahkûmudur.
186
Çevik ve atik irfânın bulutlardan yıldırım avlar. Ayırd edici idrakin yerin altından madenler bulur, çıkarır.
187
Denizler yatağın, dalgalar nazlı beşiğin olmaktadır. Dağların yüksekliği bir şey mi? Senin kanatların gökleri ölçmektedir.
188
Hava, hükmünü bir demde dünyanın her tarafına götürmek için akıp giden bir vasıtandır.
189
Mâni'ler, müzâhimler; ikdamına karşı duramaz. Sen azim ve teşebbüs denilen savaş alanına girdikçe hücum edenler dayanamaz.
190
Karanlıklarda gezsen hikmetli düşüncen öyle bir kandilin olur ki, her parlayışı sermedi bir ziya teşkil eder.
191
Susuz çöllerde dolaşsan kılavuzun sa'yinin ilhamıdır ki her adımında gölgelik vahalar gösterir.
192
Zindanlar, menfalar ve makteller, ilerlemene engel olamaz. Demir eller yolunu tutmak istese bile dinlemezsin, yürür gidersin.
193
Göklerden inen kaderin müeyyidesi imişsin gibi zulüm ve istibdat burçlarını rahatça bir tedbirin yıkıverir.
194
Aramaktan üşenmez, bulmak arzusundan usanmazsın. Yükseklerden daha yükseklere çıktıkça, başka bir istikbale atılsam dersin.
195
En şanlı günlerinde, en mesut hâllerinde bile hayalinde uzak bir gelecek bulunmaktadır.
196
İştiyakın o istikbaldir ki vicdânının maşuku odur. Ruhun o mukaddes neşenin durup dinlenmez bir soydaşıdır.
197
O şevkin sevkiyle yürüyüp gidişin mecburidir. Terakkiye olan meylin, yaradılışında sâri bir ruh hâlindedir.
198
Hilkatin bütün esrarını bilmek, hiçten ibaret olan bu gayb âleminden kurtulmak istersin.
199
Mead, mebde ve halini teşkil eden üç tane muammâ, gelecek devirler gibi karşında durur.
200
Onları halletmek şevkiyle durmaz, koşarsın. Bir şemme olsun hakîkati duymadan oturmazsın.
201
Bütün sırlar isterse zulmet perdeleri arkasında saklansın, düştüğün mahrumiyet gecesi ruhunu ümitsizliğe düşürmez.
202
Emelin, önünde meş'ale çektikçe, bir kılavuz da yoldaşın oldukça karanlıkların içine dalmaktan çekinmezsin.
203
Bütün masnuatın mahiyetleri bir gün sana tecelli ediverse, aramaktan vazgeçer, oturur musun? Hayır…
204
O vakit o masnuatın sâniine sıra gelir. O en heybetli mahiyet sabır ve ârâmını tutuşturup yakar.
205
Hulâsa senin için bir lâhza durup dinlenmek yok. Daimî bir ilerleyişe tâbisin. Çünkü ne hâle razı olursun, ne de istikbale kanaat edersin.
206
Karşında böyle bir terakki mahalli dururken nasıl olur da,
«Ben hakir bir varlıktan ibaretim.» dersin?
207
Meleklerinkinden çok büyük bir tazime mazhar olmuş, Allah’ın tekliflerine emanetgâh ittihaz edilmiş bir cevhersin.
208
Hayatın pek ağır binlerce yükü arkandan eksik olmazken, korkular, ölümler de bir yandan saldırırken müthiş bir temkinle o şiddetli hâllere tahammül eder, yolundan kalmazsın, daima ve süratle gidersin.
209
Yaradılışın bir nüsha-i kübrası olduğun anlaşıldı. Artık düşün de hükmünü kendin ver ki yapacağın işler nasıl olmalıdır?
210
Kadrin meleklerden muazzezken hayvanlar seninle eşit olmasın.
211
Nevha-i mâtem: Mâtem iniltisi.
212
Nâle-serâ: inleyen, feryâd eden.
213
Tanîn: Tın tın öten ses. Tınlama.
214
Neva-yi beşaret: Müjde sesi, Peyam-ı vedâd: Dostluk haberi.
215
Sine-çâk: Sine yırtan; Enin: İnilti.
216
Mütevâlî leyal-i dûra-dûr: Birbirini takibeden davâmlı geceler.
217
Âfâk-ı târ-ı ömr: Ömrün karanlık ufukları.
218
Hande-i ümmid: Ümit gülümsemesi.
219
Perde-puş-i melal: Usanç ile baştan başa örtülü.
220
Hakîkat-i yeldâ: Uzun bir geceye benzeyen hakîkat.
221
Yeldâ-yı bî-tenâhî: Sonsuz, uzun gece.
222
Şedâid-i eyyâm: Günlerin şiddeti.
223
Sütre-i bîtâb: Mukavemetsiz sütresi, örtüsü.
224
Emvâc-ı berf ü bârân: Kar ve yağmur dalgaları.
225
Sâil; Dilenci,
226
Hâil: Engel.
227
Vâpesîn nefes: Son nefes.
228
Nâle-i tezallûm: Tezallûm, şikâyet iniltisi.
229
Nâzende: