Bostan. Şeyh Sadi Şirazi. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Şeyh Sadi Şirazi
Издательство: Elips Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-625-6865-08-2
Скачать книгу
olmak isteyen ârif için (anlayışlı adam için) Sadi’ nin bir sözü kâfidir: “Anlayana sivrisinek saz.”

      Dinlersen, sana bir nasihat vereyim: “Diken ekersen gül biçemezsin.”

      Adalet ile Semeresi, Zulüm ile Akıbeti

      Eli altındaki ahaliye zulmeden Acem şahlarından haberin var mı? Ne o şevket kaldı ne o şahlık kaldı ne o köylülere yapılan zulüm kaldı. Zalimin yanlış bir iş yaptığını seyret. Zulmeti, zulmü kaldı; fakat kendisi defolup gitti. O, zulüm ile cihanda ebedî kalacağını sanıyordu; hâlbuki iş tersine çıktı; kendi gitti, zulmü kaldı.

      Adil insana ne mutlu. Mahşer günü arşıâlânın gölgesinde rahat edecektir.

      Hangi bir kavme Cenabıhak lütfedecek olursa; onlara akıllı, fikirli, adaletli padişah verir. Bilakis hangi ülkeyi viran etmek isterse saltanatı bir zalimin eline bırakır.

      Zalimden iyiler sakınırlar; çünkü o, Cenabıhakk’ın bir gazabıdır.

      Ey padişah, büyüklüğü Cenabıhak’tan bil. Ona şükret. Çünkü şükretmeyenin, nimeti elinden gider. Bu mülke, bu mala şükredersen; zevalsiz mala, zevalsiz mülke erişirsin. Padişah iken zulmedersen, padişahlığın elden gidince, dilencilik edersin.

      Bir memlekette zayıf kavim eziyet görüyorsa oranın padişahına uyku haramdır.

      Halkı, bir hardal tanesi kadar incitme. Çünkü halk sürü, padişah çobandır. Eğer halk padişahtan zulüm, tecavüz görüyorsa o padişah çoban değil kurttur. Feryat, öyle padişahtan!

      Zalim padişah, halka kötülük düşündüğü için kötü ölümle ölür.

      Ahaliye zulmeden padişah, fena bir akıbete düçar olur; zira yanlış düşünmüş ve kötü hareket etmiştir.

      Ahaliye yapılan zulüm geçer gider; fakat padişahın fena adı ölmez.

      Arkandan lanet edildiğini istemezsen iyi ol. Ta ki sana kimse kötü demesin.

      Biri Adil, Öteki Zalim İki Kardeş Hikâyesi ve Sonları

      İşittim ki, şark tarafından babaları bir, iki kardeş vardı. Bunlar kılıç kullanmayı, ordu idaresini bilir; kabadayı, fil vücutlu, iyi fikirli âlim kimseler idiler.

      Babaları baktı ki bunlar cenkçi yaman yiğitler. Ülkesini ikiye ayırdı. Yarısını birine, yarısını da diğerine verdi. Padişahın böyle yapmaktan maksadı, vefatından sonra oğullarının, ben padişah olacağım, yok sen değil ben olacağım, diye birbirleriyle muharebe etmemelerini temin etmekti.

      Padişah, memleketi iki oğluna pay ettikten bir müddet sonra, tatlı canını Allah’a verdi. Ecel onun ümit ipini büzdü, eli işten kaldı.

      Şehzadelerden her biri kendi hislerine kanaat ediyordu. Her birinin hazinesi, askeri hesapsızdı.

      Bu şehzadelerden her biri, kendi görüşüne göre bir yol tuttu. Birisi, öldükten sonra hayır ile anılmak için adalet yolunu tuttu. Diğeri de zengin olmak için zalimane hareket etti.

      Âdil şehzade lütuf ve ihsanı kendisine âdet edindi; fakirlere, muhtaçlara paralar veriyordu. Misafirhaneler, tekkeler, zaviyeler yaptırdı; askere iyi baktı, fakirler için yemekhaneler açtırdı. Hazine boş; fakat askerlerin keseleri dolu idi.

      Evet, bir memlekette yaşamak kolay, hoş olunca herkes oraya koşar.

      Ebû Bekir Bin Sad’ın zamanında Şiraz’da olduğu gibi, her haneden zevk ve sefa sesleri yükselirdi.

      O Ebû Bekir Bin Sad ki akıllı, güzel huylu bir padişahtır. Ümidinin dalı meyveli olsun.

      Gelelim hikâyeye: O, ad kazanmak isteyen küçük şehzade, güzel huylu, iyi işli idi. Halkının gönlünü alıyor, sabah akşam Cenabıhakk’a şükrediyordu. Karun gelse o memlekette korkusuz yürür, gezerdi. Çünkü padişah âdil, ahali ise toktu. Onun zamanında kimsenin gönlüne diken değil, bir gül yaprağı bile dokunmamıştı.

      Saltanattaki kuvvetiyle diğer padişahlara tefevvuk etti. Etrafındaki büyükler, hep onun fermanına muti oldular.

      Gelelim diğer şehzadeye: Bu şehzade, tahtını, tacını yükseltmek için ahali ve köylüden çok vergi aldı. Tüccarların mallarına göz koydu. Âcizleri bin bir belaya uğrattı. Fakat fakirlere değil asıl kendisine düşmanlık etti. Artıracağım diye ne verdi ne de yedi. Fakat akıllı insan bilir ki o iyi bir şey yapmıyordu. Cebir ile altınları topluyor, askerlere bir şey vermiyordu. Bunun neticesinde askerler bizar olup dağılıverdiler. İkliminde zulüm yapıldığını duyan tüccarlar alışverişi kestiler. Ekin ekilmez oldu. Ahali perişanlıkla kıvrandı. İkbal, saadet ondan dostluğu kesince zaruri olarak düşman başkaldırdı, yerine yürüdü, ilini bastı, feleğin darbesi onun kökünü kazıdı. Düşman atlarının tırnakları yurdunun tozunu göğe çıkardı.

      Bu hâlde kimden vefa umabilir ki, kendisi hiçbir ahdine vefa etmemişti. Kimden vergi, para isteyebilirdi ki, ahali kaçmıştı.

      O kara gönüllü herif kimden iyilik umar ki, beddua onun peşini bırakmıyordu. Ezelde şaki olarak yaratıldığı için iyilerin dediklerini tutmamıştı.

      İyiler toplandılar, onun ilini, yurdunu, saltanatını zapt eden düşmana: “Sen bahtiyar ol. Zira, o bedbaht, zalim olduğu için sonu gelmedi. Düşünüşü gevşek, sezişi yanlıştı. Adaletle olacak şeyi, zulümde aradı.” dediler.

      Mezkur iki kardeşin birisinden iyi ad, ötekinden kötü ad kaldı. Kötülerin sonları iyi olmayacaktır.

      Hikâye

      Birisi, bir dalın üzerine binmiş, kökünü kesiyordu. Bahçıvan gördü, şöyle dedi: “Bu herif bana değil, kendisine kötülük ediyor. Dinlersen her nasihat yerindedir.”

      Nasihat ziyan vermez. Dinlersen, sana bir nasihat vereyim: “Gücüne dayanıp kuvvetine güvenip zayıfları yıkma. Yarın kıyamet gününde bir arpa değmeyen bir fakir, koca bir padişahı çeker, ulu mahkemeye götürür. O gün büyük kalmak istiyorsan burada küçükleri kendine düşman yapma. Çünkü bu saltanat geçince o dilenci dediğin insan kahır ile eteğine yapışır. Zayıflara zulümden el çek, seni yıkacak olursa utanırsın. Küçüklerin elleriyle yıkılmak, hür ve asil insanlar nazarında insanı utandırır. Doğruların arkasından eğri gitme. Doğru söz istersen Sadi’den dinle.”

      Hâllerine Razı Olan Fakirlerin Gönül Hoşluğu

      Saltanattan daha yüksek bir mansıp olamaz deme; o rütbe, fakirin derecesinden daha üstün değildir. Yükü hafif insanlar rahat yürürler. Doğru söz budur. Ârifler bu sözü kabul ederler. Eli boş kimse yalnız ekmek kaygısı çeker. Padişah ise sırtında koca bir iklimin kaygısını taşır. Fakir, akşam ekmeğini elde edince Şam padişahı gibi huzur ile uyur.

      Kaygı, sevinç her ikisi de geçer. İnsan ölünce ikisi de savuşur gider. Mademki ölüm var, ha birisinin başında taç olmuş ha birisinin boynunda vergi yükü bulunmuş.

      Birisi Zühal’e kadar yükselse, birisi de zaruretten zindana girse, ölüm kapısından içeri girince müsavi olurlar. Ecel her ikisinin üzerine saldırınca birbirinden tanınmaz olurlar.

      Padişahlık baş belasıdır. Dilencinin adına bakma, asıl padişah odur.

      Çürümüş Bir Kafa ile Bir Âbidin Hikâyesi

      İşittim ki, bir kere Dicle kenarında bir çürümüş kafa bir âbide şöyle demiş: “Ben, buyruğunu yürütmede ileri gidenlerden biri idim. Başımda büyüklük tacı vardı. Felek bana yardım etmiş, nusret arkadaşım olmuştu.

      Devlet gücüyle Irak iklimini zapt ettim, az geldi. Kirman vilayetine de göz diktim. Fakat,