Binoy Bhusan evinin üst kattaki terasında yalnızdı. Avare avare bir o tarafa, bir bu tarafa gidip gelen insan seline bakıyordu. Bir süre önce fakülteyi bitirmişti ama hâlâ düzenli bir işi yoktu. Gazeteler için birkaç yazı yazmış, toplantılar düzenlemişti ama bunlar onu tatmin etmiyordu. O sabah içinden bir şeyler yapmak geliyordu ve bu duygu onu huzursuz ediyordu.
Bir Baul1 dilencisi, karşı dükkânın önünde, halk ozanlarının giydiği rengârenk giysisinin içinde şarkı söylüyordu:
Bilinmeyen bir kuş uçarak kafesin içine giriyor,
Bilinmeyen bir yerden geliyor.
Zihnim onu zincire vuramayacak kadar güçsüz,
Yine uçarak bilinmeyen bir yere gidiyor.
Binoy bir anda, içinde, dilenciyi yukarı çağırıp bilinmeyen kuşla ilgili şarkının sözlerini kâğıda dökme isteği duydu. Ama tıpkı, gece yarısında hava birdenbire soğuyunca, kalkıp üzerine ikinci bir battaniye almaya üşenen biri gibi, dilenciyi çağırmaktan vazgeçti. Böylece adam yukarı çıkmadı ve bilinmeyen kuşla ilgili şarkının sözleri hiçbir zaman yazılmadı; geride yalnızca Binoy’un kulaklarında çınlayan ezgi kaldı.
O anda evin önünde bir kaza oldu. Büyük bir özel araba iki atlı bir kiralık arabaya çarptı, sürücü devirdiği arabaya bakmadan onu arkasında bıraktı ve dörtnala oradan uzaklaştı.
Koşarak sokağa fırlayan Binoy, arabanın yanında duran bir genç kız ile arabadan inmeye çalışan yaşlıca bir adam gördü. Hemen onların yardımına koştu ve yaşlı adamın ne kadar solgun olduğunu görünce ona: “Yaralı mısınız efendim?” diye sordu.
Adam gülümsemeye çalışarak: “Hayır.” dedi “Önemli bir şeyim yok.” Ama gülümsemesi anında yüzünden silindi. Bayılmak üzere olduğu açıkça görülüyordu.
Binoy onu kolundan tuttu ve endişeli gözlerle bakan kıza dönerek: “Evim hemen burada, içeri gelin.” dedi.
Birlikte yaşlı adamı yatağa yatırdılar, sonra kız su bulmak için çevreyi kolaçan etti. Bulduğu testiden yüzüne biraz su serpti ve onu yelpazelerken Binoy’a: “Bir doktor çağırabilir miyiz?” diye sordu.
Binoy hiç vakit kaybetmeden, biraz ileride yaşayan doktoru getirmesi için uşağını gönderdi.
Odada bir ayna vardı, kızın arkasında duran Binoy aynadan onun yansımasına baktı. Çocukluğundan beri Kalküta’daki evinde çalışmalarıyla meşguldü ve kitaplar ona dünya hakkında yeterli bilgi vermemişti. Aile üyelerinin dışında hiç kadın tanımamıştı, şimdi aynada gördüğü yüz onu büyülüyordu. Kadınları, onların güzelliklerini değerlendirecek kadar iyi tanımıyordu ama genç kızın sevgi ve endişeyle öne eğilmiş yüzünü gören Binoy, önünde ona kucak açan sevgi dolu, aydınlık bir dünyanın varlığını hissetti.
Yaşlı adam gözlerini açıp içini çekince kız ona doğru eğildi ve titrek bir sesle fısıldayarak: “Babacığım, yaralı mısınız?” diye sordu.
“Ben neredeyim?” dedi yaşlı adam, oturmaya çalışarak.
“Lütfen doktor gelene kadar kımıldamayın.” dedi telaşla onun yanına gelen Binoy.
O konuşurken doktorun ayak sesi duyuldu. İçeri giren doktor hastayı muayene etti. Durumu ciddi değildi, ona ılık sütle brendi içirmelerini önerdikten sonra gitti.
O gittikten sonra kızın babası huzursuzlanmaya başladı. Bunun nedenini tahmin eden kız, eve döner dönmez viziteyi doktora göndereceğini söyleyerek onu sakinleştirdi. Sonra Binoy’a döndü.
Ne kadar güzel gözleri vardı! Büyük ya da küçük, siyah ya da kahverengi olabilirlerdi, Binoy buna dikkat edecek hâlde değildi. Kızın içtenliği ilk bakışta gözlerinden belli oluyordu. Bu gözlerde en ufak bir utanç ya da çekingenlik belirtisi yoktu, dingin bakışları onun gücünü yansıtıyordu.
Binoy cesaretini topladı ve utangaçça: “Hayır” dedi. “Vizite önemli değil. Bunun için endişelenmeyin. Ben… Ben…”
Kızın üzerine diktiği gözleri, yalnızca sözünü bitirmesine engel olmakla kalmadı, doktorun parasını ödemesine izin vermeyeceklerini de açıkça belirtti.
Yaşlı adam brendi alınmasına karşı çıktı ama kız: “Babacığım, bu doktor tavsiyesi!” diye diretti.
“Doktorlar insana içki içirmek için bahane ararlar.” dedi adam. “Bir bardak süt gücümü toplamam için yeterli olur.” Sütünü içtikten sonra Binoy’a dönerek: “Artık gitmek zorundayız.” dedi. “Korkarım size çok zahmet verdik.”
Kız kiralık araba çağırtmak istedi ama babası çekinerek söze karıştı: “Onu daha fazla rahatsız etmeyelim. Evimiz çok yakın, yürüyerek gidebiliriz.”
Ama kız buna razı olmadı, baba da ısrarcı davranmadı, bunun üzerine Binoy araba çağırmaya gitti.
Yaşlı adam gitmeden önce ev sahibinin adını öğrenmek istedi. Ondan, Binoy Bhusan Çatterci yanıtını aldıktan sonra: “Benim adım Pareş Çandra Bhattaçarya.” dedi ve aynı sokakta 78 numaralı evde oturduğunu söyledi. Sonra: “Fırsat bulduğunuzda bize gelirseniz çok seviniriz.” diye sözünü sürdürdü. Kız bakışlarıyla bunu sessizce onayladı.
Binoy eve kadar onlara eşlik etmesi gerektiğini düşündü ama bunun kibar bir davranış olup olmadığından emin değildi, onun için duraksadı. Araba hareket etmek üzereyken kız onu başıyla selamladı, Binoy o kadar şaşkın bir hâldeydi ki, bu selama karşılık veremedi.
Odasına döndükten sonra onlarla gerektiği gibi ilgilenmediği için kendine çok kızdı. Karşılaştıkları andan ayrılana kadar olup biten her şeyi ayrıntılarıyla aklından geçirdi ve başından sonuna kadar düşüncesizce davrandığına karar verdi. Olan olmuştu bir kere ama o hâlâ “Ne yapmam gerekirdi, ne yapmamam gerekirdi, ne söylemem gerekirdi, ne söylememem gerekirdi?” diye kendini yiyip bitiriyordu. O sırada gözü kızın yatağın üzerinde unuttuğu mendile takıldı. Telaşla onu alırken dilencinin söylediği şarkının sözleri aklına geldi:
Bilinmeyen bir kuş kafesin içine giriyor,
Bilinmeyen bir yerden geliyor.
Saatler geçti ve güneş ortalığı kavurmaya başladı. İnsanlar arabalarla iş yerlerine gitmeye başlamıştı ama Binoy o gün kendini işine veremiyordu. Küçük evi ve onu saran çirkin kent bir anda ona bir hayal âlemi gibi görünmeye başlamıştı. Sıcak temmuz güneşi vücudunun her hücresini yakıyor ve damarlarında dolaşıyordu; göz kamaştırıcı bir ışık perdesi gibi onu günlük yaşamın önemsiz işlerinden koparıyordu.
O sırada dışarıda evlerin kapı numaralarına bakan yedi sekiz yaşlarında bir oğlan çocuğu gördü. Bunu nasıl sezdiğini bilmiyordu ama oğlanın kendi evini aradığından hiç kuşkusu yoktu. “Aradığın ev bu!” diye ona seslendikten sonra koşarak aşağıya indi ve küçük çocuğu sürüklercesine içeri aldı. Oğlan, üzerinde bir kadının el yazısıyla Binoy’un adının İngilizcesinin yazılı olduğu zarfı uzatırken, merakla onun yüzünü inceledi. “Bunu ablam gönderdi.” dedi çocuk. Zarfın içinde mektup yoktu, yalnızca para vardı.
Oğlan gitmeye yeltendi ama Binoy ısrarla onu odasına çıkardı. Ablasına çok benzemekle birlikte, ondan daha esmerdi. Onu görmekten derin bir mutluluk duyan Binoy, bir anda ona sevgiyle bağlandığını hissetti.
Girişken bir çocuk olduğu bir bakışta anlaşılıyordu. Odaya girer girmez duvarda asılı portreyi göstererek: “Bu kimin resmi?” diye sordu.
“Bir arkadaşımın resmi.” diye yanıt verdi Binoy.
“Demek bir arkadaş!” dedi çocuk hayretle. “ Peki o kim?”
Binoy gülerek: “Onu tanımazsın.” dedi. “Adı Gourmohan ama ben ona Gora derim. Çocukluğumuzdan beri birlikte okuyoruz.”
“Siz hâlâ okula mı gidiyorsunuz?”
“Hayır, ben okulu bitirdim.”
“Sahi mi? Bitirdiniz mi?”
Bu küçük habercinin hayranlığını kazanma isteğini yenemeyen Binoy: “Evet.” dedi. “Bitirmem gereken her şeyi bitirdim.”
Oğlan