Bu sırada Pollyanna, sevimli bir tavırla: “Belki de bunlar benim sineklerimdir, Polly teyze.” diye söze karıştı. “Sabahleyin bir sürü sinek yukarıda toplu hâlde eğleniyordu.”
Nancy mutfaktan yemek salonuna durmadan öteberi taşıyordu. Şimdi de elinde haşlanmış sosis dolu tabakla içeri girmişti. Konuşmanın geri kalan kısmını duymamak için elinde sosis tabağıyla hemen dışarıya çıktı.
Polly teyze şaşkın şaşkın: “Senin sineklerin mi, Pollyanna?” diye sordu. “Ne demek istiyorsun? Nereden geldi o sinekler?”
“Ah, Polly teyze, dışarıdan geldiler, pencereden. Birkaçını içeri girerken görmüştüm.”
“Görmüş müydün? Yani tel kafesleri bulunmayan pencereleri açtığını mı anlatmak istiyorsun?”
“Evet, Polly teyze. O pencerelerin tel kafesleri yoktu ki.”
Pollyanna bunları söylerken Nancy gene içeri girmişti. Yüzünde üzgün bir ifade vardı. Hanımı sert bir sesle: “Nancy!” diye emretti. “Elindekileri hemen masanın üzerine bırak da Pollyanna’nın odasına çık. Ne kadar kapı, pencere varsa hepsini kapa. Sabah işlerini bitirince de sinek öldüreceği al, odaların hepsini gez, ne kadar sinek varsa hepsini öldür. Gözlerini dört aç, bir tek canlı sinek kalmasın.”
Bayan Polly, bunları söyledikten sonra yeğenine döndü:
“Pollyanna, o pencereler için tel kafes ısmarlamıştım.” dedi. “Bunun kendisi için kaçınılmaz bir görev olduğunu biliyordu elbette. Yalnız, bana öyle geliyor ki, Pollyanna, sen görevini unutmuşa benziyorsun.”
“Görev mi?”
Küçük kızın gözleri merakla açılmıştı.
Teyzesi: “Elbette ya!” dedi. “Hava sıcak, onu biliyorum. Yalnız, o tel kafesler gelinceye kadar pencereleri açmamak da senin görevindi. Bunu kabul etmen gerekiyor. Pollyanna, sinekler, yalnız sinir bozucu, pis olmakla kalmazlar, sağlık bakımından da son derece tehlikeli yaratıklardır. Kahvaltıdan sonra sana bu konuda yazılmış küçük bir kitap vereceğim, okursun.”
“O kitabı okumamı mı istiyorsunuz, Polly teyze? Ah, teyzeciğim, okumayı öyle severim ki!”
Bayan Polly gürültülü bir şekilde içini çekti. Sonra dudaklarını kenetledi. Pollyanna, teyzesinin sertleşmiş yüzüne bakarak pek tatlı bir sesle mırıldandı:
“Görevimi unuttuğuma çok üzüldüm, Polly teyze. Özür dilerim. Pencereleri de bir daha açmam.”
Teyzesi bir şey söylemedi, kahvaltının sonuna kadar da hiç konuşmadı. Yemekten sonra oturma odasına geçti. Biraz sonra elinde küçük bir kitapla yeğeninin yanına döndü.
“Demin söylediğim kitap işte bu. Hemen odana çıkıp okumanı istiyorum Pollyanna. Yarım saat sonra da ben odana gelip öteberine bakacağım.”
Pollyanna, kitabın kapağındaki büyük sinek başına neşeyle bakarak, sevinçle haykırdı:
“Çok çok teşekkür ederim, Polly teyze!”
Bir dakika sonra zıplaya zıplaya odadan çıktı, kapıyı büyük bir patırtıyla kapadı.
Bayan Polly, kaşlarını çatmış, kararsız bir hâlde kapıdan yana baktı. Sonra düzgün adımlarla her zamanki kibirli havasıyla yürüdü, kapının yanına gitti, tokmağı çevirdi. Başını kapıdan dışarı uzattı. Pollyanna çoktan gözden kaybolmuştu. Ta yukarıdan, tavan arasına giden merdivenden ayak sesleri geliyordu.
Tam yarım saat sonra, Bayan Polly, yüzünün o keskin çizgilerinin her birinde “görev” kelimesi yazılıymış gibi ciddi bir ifadeyle merdivenden yukarı çıkıp çocuğun odasına girdi.
Pollyanna, teyzesini içten gelen bir coşkunlukla karşıladı:
“Ah, Polly teyze!” diyordu. “Ben ömrümde bu kitaptan daha güzel bir şey görmedim! Onu okuyayım diye bana verdiğiniz için de öyle sevindim ki! Hem, biliyor musunuz, sineklerin ayaklarında bu kadar çok şey taşıyabileceklerini de hiçbir zaman düşünmemiştim.”
Bayan Polly: “Yeter!” diye yeğeninin sözünü kesti. “Şimdi şu getirdiğin elbiseleri çıkar da ben bir göreyim bakalım. Senin işine yarayamayacak gibi olanları Sullivanlara vereceğim.”
Pollyanna’nın yüzünü birdenbire derin bir nefret duygusu kaplamıştı. Elindeki kitabı sandalyenin üzerine bırakarak dolaba doğru yürüdü. Bir yandan da konuşuyordu:
“Sanırım ki siz de Yardımseverler Derneği’nin üyeleri gibi elbiselerimi beğenmeyeceksiniz. Ne yapayım! Son gelen üç, dört yardım sandığından daha çok erkek çocuk eşyası ile büyüklerin işine yarayacak öteberi çıkmıştı. Ha, Polly teyze, misyonerlere gelen yardım sandıklarından ara sıra size de gönderirler mi?”
Küçük kız bunları söyler söylemez teyzesinin yüzünün öfkeyle allak bullak olduğunu fark edince hemen şunları ekledi:
“Elbette hayır, değil mi, Polly teyze? Zengin insanların böyle yardım sandıklarına ihtiyaçları olmayacağım unutmuştum. Ama, biliyor musunuz, ben bu odada bulunduğum zamanlar sizin zengin olduğunuzu unutuveriyorum.”
Polly teyzenin dudakları öfkeyle aralandı ama hiçbir şey söylemedi. Pollyanna ise söylediği sözlerin taşıdığı anlamdan habersiz, telaşla konuşmaya devam etti:
“Şunu demek istiyordum, teyzeciğim: Siz misyonerlerin yardım sandıklarını görmedikçe onlar hakkında tam bir bilginiz olamaz. Yalnız, ben size şu kadarını söyleyeyim: İnsan bu sandıklarda asla istediğini bulamıyor. Oyunumuzu oynamak da sandıklar geldiği zamanlar zorlaşırdı. Babamla ben…”
Pollyanna birdenbire sustu. Teyzesine babasından söz etmesinin yasak olduğunu tam zamanında hatırlamıştı. Telaşla dolaba doğru koştu, o biçimsiz, sevimsiz elbiselerini kavrayıp teyzesine getirdi. Boğazında düğümlenen hıçkırığı gizlemeye çalışırken: “Elbiselerimin hiçbiri iyi değil.” dedi. “İşte bakın, hepsi burada.”
Teyze, daha ilk bakışta, bu elbiselerden hiçbirinin çocuğun bedenine uymadığını anlamıştı. Bu eski kumaş yığınını parmaklarıyla inceledi, sonra bir kere de çamaşırlara göz atmak için dolaba doğru yürüdü.
“En iyilerini sırtıma giydim, Teyze…”
Bayan Polly bu sözleri duymazlıktan geldi. Yamalı, eski çamaşırları da bir bir gözden geçirdikten sonra sordu:
“Okula gidiyordun elbette, değil mi?”
“Evet, gittim. Evde babam… Şey yani… Özel dersler aldım.”
Bayan Polly: “Sonbaharda da buradaki okula gitmeye başlayacaksın.” dedi. “Hangi sınıfa girebileceğini de okulun müdürü Bay Holl karar verecek. Yalnız, okula gitmeden önce her gün bana yarım saat yüksek sesle kitap okuman gerekiyor.”
“Okumayı gerçekten çok seviyorum, teyzeciğim. Siz beni dinlemek istemeseniz de ben kendi kendime yüksek sesle okuyabilirim. Hem, buna sevinmek için çaba göstermem de gerekmiyor, çünkü okumayı, hele büyük harflerle yazılmış kelimeleri okumayı çok seviyorum.”
Bayan Polly, yüzünü ekşiterek: “Müzik biliyor musun bari?” diye sordu.
“Çok az. Ben müziği çok severim ama kendi çaldıklarımı değil. Birazcık piyano çalmasını öğrenmiştim. Bayan Gray’den… Lisede öğretmenlik yapıyordu… Bana da… Her neyse, ders almamla almamam arasında hiçbir fark olmadı diyebilirim.”
Bayan Polly, yeğenine bakmadan, konuştu:
“Sana