“Bak Küçük Hanım. Benim bu oyunu iyi oynayabileceğimi aklına hiç getirme sakın. Yalnız, oyunu bilmesem de seninle seve seve oynayabilirim. Buna söz veriyorum.”
Bu sözler üzerine Pollyanna genç hizmetçinin koluna iyice asıldı, ona biraz daha sokuldu.
“Ah, Nancy, bu çok güzel bir şey olacak! Ne kadar da eğleneceğiz, değil mi?”
Mutfağa girerlerken, Nancy içindeki kuşkuyu daha fazla saklamayı gereksiz buldu.
“Valla, bilmem ki, belki böyle olur. Yalnız, dedim ya, benden pek bir şey bekleme, Küçük Hanım. Elimden geldiği kadar çaba harcayıp bu oyunu öğrenmeye çalışacağım.”
Pollyanna mutfakta önüne konan sütle ekmeği iştahla yedi. Sonra, Nancy’nin isteğine uyarak, Polly teyzesinin oturduğu büyük odaya gitti.
Bayan Polly yeğeninin içeri girdiğini fark edince soğuk bir tavırla başını elindeki kitaptan kaldırıp:
“Yemeğini yedin mi, Pollyanna?”
“Evet, yedim, Polly teyze.”
“Daha geldiğin gün seni mutfağa gönderip sütle ekmek yiyerek karnını doyurmak zorunda bıraktığıma gerçekten çok üzüldüm.”
“Peki ama niçin üzüldünüz, teyzeciğim? Ben buna çok sevindim. Sütle ekmeği de Nancy’yi de seviyorum. Bunun için kendinizi üzmeniz gereksizdi.”
Polly teyzenin koltukta gevşemiş vücudu birden doğrulup dimdik oldu. Gözleri şaşkınlıkla fal taşı gibi açıldı.
“Pollyanna, kızım, sen bu saatte çoktan yatağına yatmış olmalıydın. Bugün çok yoruldun. Yarın ise işimiz çok. Burada günlerini nasıl geçireceğini kararlaştırıp bir program hazırlamamız gerekiyor. Ondan sonra da getirdiğin elbiseleri gözden geçirmeliyiz. Sana neler almam gerektiğini ancak bu şekilde kararlaştırabilirim. Şimdi git. Nancy sana mum verecek. Mumu çok dikkatli tutup odana git. Sabah kahvaltısı yedi buçuktadır. Tam kahvaltı saatinde aşağıya inmeyi de lütfen unutma. Hadi, iyi geceler!”
Pollyanna içten gelme bir sevgiyle kollarını teyzesinin boynuna doladı, derin derin içini çekerek mırıldandı:
“Buraya geldiğimden beri çok güzel vakit geçirdim, teyzeciğim. Ben şimdiden biliyorum, sizinle bir arada yaşamak bana mutluluk getirecek. Zaten daha buraya gelmeden önce de aynı şeyi düşünmüştüm. Size de iyi geceler, teyzeciğim.”
Pollyanna bunları söyledikten sonra yüzünde pek mutlu bir ifadeyle koşarak odadan çıktı.
O gittikten sonra Bayan Polly de kendi kendine söylenmeye başlamıştı:
“Hey Ulu Tanrı’m! Ne acayip çocuk bu! Kendisine ceza verdim diye sevindi. Üstelik kendimi de hiç üzmemeliymişim! Ayrıca, benim yanımda da mutlu olacakmış. Bakın hele şu yumurcağa!”
Bayan Polly başını yeniden kitabına doğru eğerken kaşlarını çatmıştı.
On beş dakika kadar sonra ise tavan arasındaki küçük odada küçük kimsesiz kız başını çarşafların arasına sokmuş hıçkıra hıçkıra ağlıyordu:
“Babacığım, sevgili babacığım! Benim melekler arasında yaşayan melek babacığım. Oyunumuzu oynamadığımı biliyorsun. Benim gibi sen de şu evin en yüksek yeri sayılan odada karanlıkta, üstelik yapayalnız kalsaydın bunun sevinecek bir yanını bulamazdın. Bari yanımda Nancy ya da Polly Teyze, hiç değilse Yardımseverler Derneği’nden biri bulunsaydı…”
Pollyanna bunları düşünürken Nancy de mutfakta bir yandan harıl harıl işlerini tamamlamaya çalışıyor, bir yandan da söyleniyordu:
“Pek saçma bir oyun! Bebek beklerken bir çift koltuk değneği alınca sevinme oyununu oynamak bu zavallı küçüğü gerçekten sevindirecekse ben de sıkıntıya katlanıp bu oyunu oynayacağım. Hiç kimse engel olamaz bana.
POLLYANNA TEYZESİNİ ŞAŞIRTIYOR
Ertesi sabah Pollyanna saat yediye doğru uyandı. Odasının pencereleri batıyla kuzeye karşı olduğundan, içeriye güneş girmemişti ama küçük kız gökyüzünün berrak mavi renginden o gün havanın pek güzel olacağını anladı.
Küçük oda şimdi biraz serindi, içeriye de devamlı olarak temiz hava giriyordu. Pollyanna, dışarıda cıvıl cıvıl öten kuşlarla konuşup dost olmak için pencereye fırladı. Kuşları seyrederken teyzesinin de giyinmiş, kuşanmış, gül fidanlarının arasında gezindiğini gördü. Hemen telaşla pencereden ayrıldı, çarçabuk giyindi. Teyzesinin yanına gidecekti.
Tavan arasından aşağıya inen merdiveni hızla, uçar gibi indi. İki kapıyı da ardına kadar açık bırakmıştı. Büyük odayı, ikinci katı hızla geçti. Daha sonra da açık duran ön kapıyı itti. Bahçede koşmaya başladı.
Polly teyze, güllerin arasında, sırtı kamburlaşmış yaşlı adamla birlikte, bir gül fidanının üzerine doğru eğilmiş bir şeyler söylüyordu. Pollyanna sevinçten, heyecandan bir kuş gibi cıvıldayarak onun boynuna sarıldı:
“Teyzeciğim, sevgili Polly teyzeciğim, bu sabah yaşadığım için öyle sevinçliyim ki!”
Bayan Polly, boynuna asılan küçük kızın ağırlığına rağmen dimdik durmayı başararak, sert bir sesle: “Pollyanna!” diye çıkıştı. “Senin günaydın’ın bu mudur? Sabahlan büyüklerini böyle mi selamlarsın sen?”
“Hayır, teyzeciğim. Yalnız, çevremde çok sevdiğim kimseler bulunduğu zamanlar sakin duramam. Demin sizi pencereden gördüm, Yardımseverler Derneği’nin bir üyesi değil de benim gerçek, özbeöz teyzem olduğunuzu düşününce sevinçten çıldıracak gibi oldum. Uzaktan öylesine güzel, öylesine iyi bir insan gibi duruyorsunuz ki bir anda hemen yanınıza gelip boynunuza sarılmaktan başka bir şey düşünemedim.”
Yaşlı bahçıvan birdenbire küçük kızla teyzesine arkasını döndü. Bayan Polly her zamanki gibi kaşlarını çatmak istedi ama bu sefer nasılsa başaramadı. Ona hiç de yakışmayan bir şaşkınlık içinde: “Pollyanna, sen, şey… Ben, Thomas…” diye mırıldandı. “Bu sabah için bu kadar konuşma yeter, Thomas, o gül fidanları için söylediklerimi anladın, değil mi?”
Sonra, sorduklarına bahçıvanın karşılık vermesine fırsat bırakmadan, acele, sık adımlarla oradan uzaklaştı.
Pollyanna bahçıvanla yalnız kalmıştı.
“Siz her zaman bahçede mi çalışırsınız?” diye sordu.
Adam döndü. Dudakları titriyordu. Gözleri yaşlarla doluydu.
“Evet, Küçük Hanım.” Sanki görünmez bir kuvvetin etkisi altındaymış gibi farkına varmadan buruşuk elini yavaş yavaş kaldırdı, parlak saçlı minik başın üzerine koydu: “Annenize ne kadar benziyorsunuz, Küçük Hanım! Onu tanıdığım zaman sizden bile küçüktü. O zaman da ben bahçede çalışırdım.”
Pollyanna bir an soluk alamadı. Dalgın bir tavırla: “Gerçekten annemi tanıyor muydunuz?” dedi. “Onu bana biraz anlatır mısınız?”
Küçük kız, sözlerini bitirir bitirmez hiç düşünmeden toprağın üstüne, bahçıvanın yanı başına çöküvermişti.
Tam bu sırada evden bahçeye doğru perde perde yayılan bir gonk sesi duyuldu, daha ses kesilmeden Nancy soluk soluğa koşarak yanlarına geldi.
“Pollyanna!” diye haykırdı, sonra kızı ellerinden tuttuğu gibi ayağa kaldırdı. “Pollyanna, kahvaltı gongudur bu. Yemek saatlerinde de hep gong çalar. Nerede olursan ol, bu sesi duyar duymaz eve koşman gerektiğini unutmamalısın. Koşmazsan… Evet, koşmazsan, burada seni sevindirecek