Eylül. Mehmet Rauf. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Mehmet Rauf
Издательство: Elips Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-605-121-937-0
Скачать книгу
tutmuşlardı. İçerisi yarı döşeli idi.

      Süreyya:

      “Suat, piyano da var.” diyordu.

      Bunların hepsi Suat için bir neşe kaynağı oluyordu. Süreyya oranın sükûnundan, gölgesinden, manzarasından galeyanla bahsediyor, söyleyeceği şeylerin çokluğundan eksik anlatarak:

      “Deniz, kapısının önüne kadar geliyor Suat, bilsen!” diye sevincinden taşıyordu.

      Sonra Suat, Hacer’in nasıl mosmor kesilip “karısının parasıyla sayfiyeye giden” Süreyya’nın artık gözünden düştüğünü nasıl söylediğini anlattı. Süreyya hiddetlenerek “Niçin? Kocanın parası başka, karının parası başka mı olur?” dedi ve zalimleşerek “Herkes kendi kocası, her kadın kendisi mi?” diye söylendi. Suat eliyle ağzını tutarak susturmak istedi. Süreyya haksızlıklara böyle acı mukabele ettiği zaman içi ezilir, onu sevememekten korkardı. Necip’e dönerek:

      “Düşününüz Necip.” dedi. “Biz gidince yalnız kalacak, bütün bütün yalnız… Zavallı kız ne yapacağını şaşırıyor, sonra…”

      Süreyya, Suat’ın sözlerini kendi fikirleriyle tamamladı:

      “Sonra… Sonra da kıskanıyor… Niçin bir şeye kendi adını vermezsiniz? Kıskanıyor… İşte bu… Ve kıskançlığı onu şirret, hain ediyor… Bunda acınacak ne var?”

      Köşke geldikleri zaman kapının önünde Hacer’le Fatin’i gördüler. Fatin iki eli böğründe, pantolonunu çekerek ve gözlüğünün üstünden bakıp yılışarak:

      “Maşallah efendim, Boğaziçi’nden öyle mi?” dedi.

      Yukarıda, balkondan hanımefendinin sesi:

      “Allah güle güle oturmak kısmet etsin… Nerde tuttunuz bakayım?” dedi.

      Süreyya, Fatin’e omuz kaldırıp annesine cevap verdi:

      “Hele yemek yiyelim, uyuyalım da… Rüyayı o zaman görürüz… Ne kadar sabırsızsınız!”

      Hacer, öfkesine mağlup olarak birden atıldı:

      “Ah, ben biliyorum canım… Bana Behice Dadı söyledi; hatta bak yengem inkâr edemiyordu, amma şimdi hep bir oldular, el birliğiyle saklayacaklar… Fakat ben biliyorum, bugün onlar Boğaziçi’ne gittiler, ev tuttular… Dün para gelmiş…”

      Fatin kahkaha ile gülüyordu. Süreyya, Hacer’e dönüp hiddetli bir tavırla:

      “Pekâlâ küçük hanım, farz edelim ki öyle olmuş! Bunda ne var? Siz de o kadar istiyorsanız, beyiniz de size tutsun.” dedi.

      O zaman Fatin’in pantolonunu bir kere daha çekip sessizce içeriye kaçtığını görerek hep birden güldüler.

      Yalnız kaldıkları zaman Süreyya:

      “Aman kaçalım, yarından tezi yok kaçalım.” diyordu.

      Suat:

      “Dur bakayım, izin alalım bir kere.” dedi.

      Süreyya:

      “Kimden? Neden? İzin mi? O niçin?” diye söylenirken karısı:

      “Yok, ben kimseyi darıltmaya razı değilim. Sen o işi bana bırak!” dedi. Ve sessiz, mütebessim gidip beyefendi ile hanımla görüştü. Dönüşünde, “Yalnız Hacer…” dedi, “Onu ne yapacağız?” Ve anlamayarak yüzüne bakan iki erkeğe kederle “Onu da götürsek…” diye yalvardı.

      Süreyya yerinden fırlayarak haykırdı:

      “Ne? Fatin’i de mi?”

      Buna bir karar vermek için müzakere ediyorlardı, bu geç vakte kadar sürdü. Yatma zamanı gelince Necip:

      “Artık ben de yarın iniyorum.” dedi ve Suat’a bakarak:

      “Bana başka hizmet var mı?” diye sordu.

      Suat güldü:

      “İzin mi? Bir şartla!” diyerek kocasının yüzüne baktı. Süreyya da gülerek:

      “Evet, taşınır taşınmaz postu bizim eve sermek şartıyla.” dedi.

      Ertesi sabah kalktıkları zaman Süreyya anlattı ki, gece köşkün öbür köşesinde kıyametler kopmuştu. Hacer kocasını onlar gibi yalı tutup Boğaziçi’ne gitmeye icbar etmiş, o tabii bu teklife kulak asmamış… Süreyya “Yüreğine inmiştir!” diye gülüyor fakat sonra kızıyordu. Bunun üzerine atışmışlar, Hacer’e fenalık gelmiş, bey, hanım hep oraya koşmuşlar. Fatin ısrar etmiş, daha icbar edilirse rahat edeceği bir yere gitmekten başka çaresi kalmadığını söylemiş…

      Süreyya:

      “Katırı görüyor musun, katırı!” dedi. Sonra babasının barıştırıncaya kadar nasıl uğraştığını söyleyerek, “Katır çeksin meheldir!” dedi. “Araya araya bulduğu yakutu şimdi görsün… Çünkü o kızını evlendirirken bir gün öyle söylemişti: ‘Hanım, aradım amma öyle bir yakut buldum ki…’ Bulduğu yakutu şimdi nargilesinin marpucuna oturtsun da.” diyordu.

      Suat darılarak:

      “Bey, Bey!” dedi.

      “Peki, sustum, sustum amma haydi kaçalım bakayım… Zira artık onların yüzünü görmek istemiyorum…”

      Suat yalvardı:

      “Yok, sen bir kere Hacer’e söyle de öyle… İstediği vakit gelsin… Söyleyeceksin değil mi?”

      Kocasından muvafakat cevabını almadan işe başladı ve Necip kendilerine veda edip ayrılırken Süreyya, Hacer’le konuşmak için odasına gidiyordu.

      3

      Bir daha on gün sonra Beyker’in önünde rast geldiler.

      Necip, Beyoğlu’na doğru yürürken arkasından birinin kolundan tuttuğunu hissetti, dönünce Süreyya’yı gördü:

      “Ooo, nereden böyle?”

      Öbürü elinden tutup Beyker’e doğru yürüyerek:

      “Ya sen?” dedi. “Kırklara mı karıştın, ne oldun? Bizi yarı yolda yalnız bırakmak…”

      Necip özür dilemek için söz bulamıyordu; dükkâna girmişlerdi. Süreyya bir çırağa bir şey sordu, sonra öne düştü. İçeri yürüyorlarken:

      “Görüyorsun ya.” dedi. “Masraf masraf… Otuz beş kırk lira derken yalı bize altmış liraya oturuyor.”

      İçeride ipekli kumaşlara bakmaya başladı, bir taraftan anlatıyordu:

      “Ama gelsen de bir görsen… Ha, sahi, ne vakit geleceksin? Bekleyip duruyoruz… Ah Necip, biz bağda meğer cehennemde imişiz, ne yer, ne yer! Ben ilk baktığımız gün bu kadar güzel bulmadımdı. Sabahları, ya akşamları… Hele öğleden sonraki güzellik… Akşamüstü Suat ile beraber çıkıyoruz; orada bir yol var, tepenin kenarında, Kavak’a kadar gidiyor. Ne manzara, ne manzara! Bir kere Büyükdere’ye gittik… Daha istediğimiz gibi gezemiyoruz ki, iyice yerleşemedik. Ev tamam olsun da uzun seferlere çıkacağız… Sen de gelirsin.” dedi.

      Sonra kendi de teşvik olsun diye:

      “Mayıs, malum ya, Büyükada’nın tam mevsimidir!” dedi.

      Süreyya güldü:

      “Mayıs Boğaziçi mevsimidir, azizim, Boğaziçi! Sade mayıs değil, bütün sene… Zannederim ki, oraları kışın bile güzeldir. Bir rüzgârı var, aman Yarabbi, bir rüzgârı var Necip! O temiz rüzgâr başka nerede bulunabilir? Sizin adanıza gelen rüzgâr bütün Boğaz’ın üstünden geçip kirlendikten sonra size gelir. Beni mübalağa ediyor zannediyorsun ama geldiğin