Süreyya ah çekerek:
“Gitsek de hep beraber gitsek.” diyordu.
Hacer çehresinde bir sevinç parıltısını menedemeyerek:
“Ha!” dedi. “Ben de sahi gidiyorlar zannettimdi.”
Necip, Hacer’in böyle küçüklüklere pek çok kapılarak onları, böyle adi adi meydana vurduğunu görmekle beraber ona acıyordu; Suat’ın üstünlüğü, güzellikçe belki Hacer galebe ederdi fakat Suat’ın bütün sair şeylerde ona üstünlüğü o kadar göze çarpıyordu ki, bunu Hacer’in de fark etmemesi kabil değildi. Ahlakça, ağırbaşlılıkça, uysallık ve nezaketçe bu üstünlük Suat’a öyle bir hâl veriyordu ki, güzelliği bundan zenginleşiyordu. Kocasına olan rabıtası, sakin, daima güler yüzlü, daima mütevazı hâlleri bir yükseliş sebebi oluyor, onu yükseltiyordu. Hâlbuki Hacer’in öyle anları olurdu ki, bir gölge gibi belli belirsiz ince kaşları, şeffaf cildi, saçlarının güzel edası ile gerçekten güzel bir kadın olduğu görülür, Necip bu güzellikte biraz yaramaz, biraz yırtıcı bir kuş rengi bulurdu. Sonra Suat’ın saadeti yanında kendisinin ziyan edilmiş bir evlilik hayatı bu kadına karşı saklamaya nezaket ve tahammülünün kifayet edemediği bir kin ile onu incitir dururdu. Necip eğer Suat’ın yumuşaklığı ve iradesi olmasa Hacer’le anlaşmanın kabil olamayacağını anlıyor, Hacer’in hatta fırsat bile beklemeyen şu hırçın hücumlarına Suat’ın nasıl bir yumuşaklık ve tahammül ile mukabele ettiğini fark ediyordu.
Sofradan kalkıp salona çıktıkları zaman:
“Siz pek iyi yapıyorsunuz.” dedi.
Suat evvela anlamazlıktan geldi; bunların kendisine bir taarruz olmadığını, Hacer’in bazen herkese karşı böyle davrandığını iddia etti. Fakat Süreyya’yla birleşerek bütün o tavırların birer açık taarruz olduğunu kabule zorladılar. O zaman onu bir küçük kardeş gibi sevdiğini, her hâline pek çok acıdığını, bunun için öyle küçük şeylerine ehemmiyet vermemeyi tercih ettiğini söyledi:
“Yemin ederim ki.” diyordu. “Hacer sizin zannettiğiniz kadar fena bir kız değildir; eğer iyi idare edilse pek iyi olur, hâlbuki…”
Süreyya ağız dolusu duman savurarak:
“İşte asıl iş orada ya.” diye haykırdı. “Bu kadar kişinin içinde de bu sabır bir sende var…”
Necip gülerek:
“İşte ben de bu sabra hayran oluyorum.” dedi.
Süreyya, Suat’ın elinden tutmuş Necip’e gösteriyordu:
“Benim karım bir melektir, Necip…”
Suat gülümseyerek:
“Kızarmak mı lazım?” diye sordu.
Süreyya:
“Sen ne yaparsan yap.” dedi. “Ben müsaadenizle ve rahat rahat yahut rahat etmek niyetiyle gider, şuraya yatarım.”
Salona henüz giren Hacer:
“Ooo, ağabeyim bu sene öğle uykusuna pek erken başladı.” diye söylendi. Sonra dönüp Suat’a, “Bu uyku ile yalıda ne yaparsın? Senin orada yalnızlıktan canın pek sıkılacak zannediyorum.” dedi.
Suat tebessüm ederek sordu:
“Niçin, siz gelmez misiniz?”
Hacer, bir nevi raks eder gibi Necip’e doğru giderken:
“Ben mi?” dedi. Biraz tereddütten sonra; “Canım hele bir kere yalı tutulsun da. Bu ne kadar acele?” dedi.
Biraz durdu, sonra söylemek istediği sözü hazmettiğini gösterir uzun bir teneffüsle, orada yatan Süreyya’yı görmemiş gibi, Necip’e yaklaşıp:
“Akşama kadar benimle berabersin.” dedi.
Necip:
“Ya şimdi siz Suat Hanım’ın yalnızlığından bahsediyordunuz?” diyecek oldu. Hacer uzun bir “Ooo!” koyuvererek başladı:
“O şimdi yalnız değil ki… İnsana kuru hülyadan iyi arkadaş mı olur? Kuzum, bu yalı hülyası öyle bir hastalıktır ki, insanı gayet vefakâr bir dosttan iyi meşgul eder.”
Necip yine:
“Hep beraber burada otururuz, değil mi Hacer Hanım?” diyor. Süreyya yattığı yerden sesleniyordu:
“İsterseniz gezmeye çıkınız, küçük ormanlarına yahut fasulye korusuna…”
Hacer, Necip’in çekingen tavırlarına, Süreyya’nın biraz kuru sedasına bakıp sonra Suat’ın sessiz durmasına hücum etti:
“Yalıyı nerede tutuyorsunuz Suat?”
Suat tebessüm etmeye çalışarak:
“Bakalım, daha karar vermedik.” dedi.
“Öyle ise karar vermek için çok zahmet çekmeyeceksiniz… Ben de ilk önce sahi zannettimdi… Bizde bu züğürtlük varken… Böyle söylenilir, söylenilir, birçok tatlı hülya kurulur –gülerek Süreyya’ya, Necip’e bakıyordu– sonra vazgeçilir, değil mi? Zaten bundan kolay şey mi olur? Ağabeyim malum ya, evvela bir heves, bir heves… Üstüne uyku… O, Paris’e de böyle gidip gelmedi miydi?”
Suat bu lakırtıların arasında hep kendi kendine “Ah akşam olsa!” diyordu. Akşamüstü hepsini kandırıp yola çıkardı. Fakat son tren gelip de dadısının çıkmadığını görünce canı pek sıkıldı; o kadar yalvardığı hâlde babasının belki aldırmayacağını düşünerek kızıyordu. Dadısı ertesi akşam, öbür akşam da gelmedi. Suat her gün akşama kadar bin sabırsızlık işkencesiyle bekliyor, bütün gün umduğu hâlde son saatte ümidini kesip onun gelmeyeceğini, gelse bile boş geleceğini düşünüyor, meyus oluyordu. Öbür gün tekrar Necip’i alıkoymak için pek ziyade sıkıldı. Amma niçin alıkoyduğunu da anlamıyordu; yalnız onun Süreyya’ya kalben ne derece merbut olduğunu bildiğinden para geldiği zaman kocasının sevincinde hazır bulunmasını istiyordu. Bundan başka Necip’in Boğaziçi hakkındaki malumatından istifade edileceğini de düşünüyordu. Fakat akşamlara kadar Hacer’in şımarık, hırçın kadınlığı elinden neler çektiğini görerek sıkılıyordu. Bunun için yine “Kalınız!” sözünü büyük bir gayretle nefsini zorlayarak söyleyebildi. Necip Bey ciddi davranarak bu alıkoymaların sebebini anlamak için hiçbir imada bulunmamış, hep sükûn ile beklemişti.
İkinci akşam yine bir aralık yalnız kalınca:
“Sizi akşama kadar burada bekletip sıkıyorum affediniz.” dedi. “Süreyya’ya bir oyun yapacağım, sizin de bulunmanızı istiyorum fakat olmuyor ki…”
Necip:
“Zaten cumartesi inmeye karar vermiştim.” diye tekrar ricayı menetti.
Ne olduğunu anlamakla beraber bu oyunun yalıya dair olacağına hükmediyordu. Artık bütün köşkün ağzında bir alay mevzusu olan bu meseleden bahsolundukça Suat’ın heyecanlanması bu hükmü kuvvetlendiriyordu. Fakat meselede hepsi o kadar ifrata varıyorlardı ki, artık lüzumundan fazla oluyor, hatta rahatsız ediyordu. Bunu fark eden Necip, Suat’ın cevap vermediğini gördükçe kadının sabrına, tahammülüne şaşıyordu.
Suat ile işte beş seneden beri tanışıyorlardı; bu beş sene içinde ona olan hürmeti her an çoğalmış, kadınlar arasında böylesine tesadüfün pek güç olduğunu düşünmeye kadar varmıştı. Necip zaten pek nadir ziyaret ettiği bu aileye Süreyya evlendikten sonra daha seyrek gelmeye başlamıştı. O zaman henüz mektepten çıkmış, uzun tahsil senelerinin biriktirdiği bir telaş ve ateşle yaşamaya koyulmuştu. Kadınlar hakkında pek uzaktan ve sahifeler