Yeşillikler içerisinde, fundalıklarla çevrili küçük bir bahçeye bakan pencerenin önünde oturmuş olan böylesine genç, güzel ve neşeli bir kız ve elindeki en az kendisi kadar zarif arp, her erkeğin kalbini çalmaya yeterdi. Mevsim, manzara, hava, her şey insanın duygularını tetikliyordu. Mrs. Grant’in gergefi bile bu havaya destek oluyordu. Her şey tam bir uyum içerisindeydi. Aşka düşen insana sandviç tepsisi bile güzel geliyordu. Dr. Grant’in sandviçleri servis edişini izlemeye doyum olmuyordu. Bu şekilde geçen bir haftanın ardından Edmund sırılsıklam âşık olmuştu. Gözü başka bir şey görmüyordu. Ailenin büyük oğlu değildi, ağzı pek laf yapamaz, komplimanlarda bulunamazdı. Buna rağmen genç kız da kendisini Edmund’a kaptırmıştı. Bu hâle nasıl geldiğine onun da aklı ermiyordu. Edmund çekici bir erkek sayılmazdı. Fazlasıyla ciddi bir adamdı. Ağzından tek bir tatlı söz çıkmazdı. İnatçı, sakin ve gösterişsiz bir adamdı. Ancak kendisine itiraf edemese de Miss Crawford, Edmund’ın samimiyetini, kararlılığını, tutarlılığını çekici buluyordu. Yine de bu konuya uzun uzadıya kafa yorduğu söylenemezdi. Şu an için Edmund’ın yanında olması hoşuna gidiyordu. Bu kadarı da yeterliydi.
Fanny, Edmund’ın her sabah papaz evine gitmesinde şaşılacak bir yan göremiyordu. Kimselerin fark etmeyeceğini bilse, kendisi de oraya giderek arp dinlemeyi çok isterdi. Birlikte yapılan akşam gezintileri sonrasında Mr. Crawford’ın, Mansfield Park’ın hanımlarını geçirmesinde, Edmund’ın Mrs. Grant ve kız kardeşine evlerine dek eşlik etmesinde de bir gariplik yoktu. Sadece Edmund’ın, daha önce sözünü ettiği kusurları görmezden gelerek Miss Crawford’la bu kadar zaman geçirmesine şaşıyordu. Fanny’ye göre Miss Crawford eskiden neyse yine oydu. Ancak Edmund artık bu kusurları görmez olmuştu. Fanny’ye sürekli olarak Miss Crawford’dan söz ediyordu. Miss Crawford’ın amirali o günden beri eleştirmemiş olmasını, genç kızı affetmek için yeterli görüyordu. Fanny de huysuzluk ettiği sanılmasın diye düşüncelerini dile getirmekten çekiniyordu. Miss Crawford’ın Fanny’ye çektirdiği ilk acı, ata binmeye merak salmasıyla yaşandı. Mansfield Park’taki genç kızlara özenen Miss Crawford, ata binmeye karar vermişti. Edmund’la aralarındaki yakınlaşma da bu isteği körüklemişti. Edmund’a göre ata binmeyi yeni öğrenen biri için her iki ahırda bulunan atlar arasında en uygunu, Fanny’nin sakin bir hayvan olan kısrağıydı. Edmund bu teklifte bulunurken kuzeninin üzülmemesi için de gereken tedbirleri almıştı. Fanny hiçbir şekilde egzersizlerinden mahrum kalmayacaktı. Kısrak sadece Fanny’nin egzersizlerinden önce yarım saatliğine papaz evine götürülecekti. Fanny bu haber karşısında gücenmemiş, tam aksine kendisini bu kadar düşündüğü ve atı temelli almadığı için Edmund’a minnettar kalmıştı.
Miss Crawford’ın başarıyla tamamlanan ilk denemesi Fanny açısından herhangi bir sıkıntıya yol açmadı. Kısrağı alarak giden ve eğitim boyunca yanlarından ayrılmayan Edmund, erkenden geri geldi. Döndüğünde, Fanny ve kuzenleri yanında olmadığı günlerde kendisine eşlik eden ihtiyar arabacı henüz hazır değildi. Ancak ikinci gün o kadar sorunsuz geçmedi. Ata binmenin tadını alan Miss Crawford bir türlü inmek bilmedi. O hayat dolu ve korkusuz bir kızdı. Ufak tefek görünmesine rağmen oldukça güçlü olan Miss Crawford, âdeta ata binmek için yaratılmıştı. Edmund’ın varlığıyla katmerlenen bu keyfe bir de hızlı bir şekilde ilerleyerek diğer kızları geride bırakma hırsı da eklenince atın sırtından inmemek için direndi. O sırada Mrs. Norris hâlâ yola çıkmadığı için Fanny’yi azarlıyordu. Ancak ne attan ne de Edmund’dan haber vardı. Sonunda Fanny, teyzesinin dilinden kurtulabilmek için Edmund’ı arama bahanesiyle kendisini dışarı attı.
İki ev arasında yarım kilometreden az mesafe olmasına rağmen birinden diğerini görmek imkânsızdı. Fanny elli metre kadar yürüdükten sonra, köye giden yolun ardında yükselen papaz evinin silüetini ve bu evin çayırındaki grubu görebildi. Edmund ve Miss Crawford at sırtında, yan yana ilerliyordu. Dr. Grant, Mrs. Grant, Mr. Crawford ve seyisler de dikildikleri yerden onları izliyordu. Oldukça mutlu görünüyorlardı. Hepsi de aynı şeye odaklanmıştı. Çok eğlendikleri, Fanny’ye kadar gelen kahkahalardan belliydi. Ancak bu kahkahaların Fanny’yi pek keyiflendirdiği söylenemezdi. Edmund’ın kendisini unutmuş olduğunu düşündükçe yüreğine bir sancı saplandı. Gözlerini çayırdan ayıramıyor, kendini olup bitenleri izlemekten alamıyordu. Miss Crawford ve yanındaki Edmund, çayırın çevresinde geniş bir daire çizdi. Ardından -anlaşılan Miss Crawford’ın önerisiyle- atlarını eşkin sürmeye başladılar. Ürkek tabiatlı bir kız olan Fanny, Miss Crawford’ın at sırtındaki rahatlığını hayretle izledi. Birkaç dakika sonra durdular. Edmund kıza bir şeyler anlatıyor, tahminen dizginleri nasıl tutması gerektiğini öğretiyordu. Bir ara kızın elini tuttu. Belki de Fanny’ye öyle gelmişti. Aslında bunda bir acayiplik yoktu. Edmund gibi iyi niyetli birinin, insanlara yardımcı olmaya çabalamasından daha doğal ne olabilirdi ki? Bir yandan da Mr. Crawford’ın zahmetten kurtulduğunu düşünmeden edemiyordu. Sonuçta bu işi ağabeyinin yapması çok daha makul ve münasip olurdu. Ancak sürekli ata binme konusundaki becerileriyle böbürlenen Mr. Crawford, büyük ihtimalle bu konuda zerre kadar bilgi sahibi değildi. Yardımseverlik konusunda da Edmund’ın eline su dökemezdi. Çifte vardiya yapmak zorunda kalan kısrağa da üzülüyordu. Kendisini unutmuşlardı ama bari zavallı kısrağı düşünselerdi.
Çayırdaki topluluğun dağılmaya başladığını görünce duyguları biraz olsun yatıştı. Hâlen at sırtında olan Miss Crawford ile kendisine yaya olarak eşlik eden Edmund, çit kapısından geçerek yola çıktılar ve Fanny’nin olduğu yere doğru gelmeye başladılar. Kaba ve sabırsız olduğunu düşünmelerinden korkan Fanny, onlara doğru yürümeye başladı.
İyice yaklaştıklarında Miss Crawford, “Sevgili Miss Price!” diye seslendi, “Sizi beklettiğim için özürlerimi sunmaya geldim. Üstelik hiçbir mazeretim yok. Geç kaldığımızın ve saygısızlık ettiğimin farkındayım. Beni affetmenizi rica ediyorum. Bencillik affedilmesi gereken bir kusurdur, çünkü tedavisi yoktur.”
Fanny gayet nazik bir şekilde cevap verince Edmund’ın içi rahat etti. Demek ki Fanny’nin acelesi yoktu. “Kuzenimin hâlâ ata binmeye yetecek zamanı var.” dedi, “Üstelik egzersize yarım saat önce başlamasına engel olarak aslında ona iyilik ettiniz. Hava bulutlandı. Bu sayede sıcaktan daha az rahatsız olacak. Umarım bu uzun talim sizi yormamıştır. Keşke buraya kadar zahmet etmeseydiniz. Eve kadar yürümek zorunda kalacaksınız.”
Miss Crawford, Edmund’ın yardımıyla attan inerken, “Hayır, emin olun, asıl attan inince yoruluyorum.” dedi, “Çok güçlüyümdür. Beni sadece sevmediğim işler yorar. Miss Price, atı size istemeye istemeye veriyorum. Yine de size keyifli bir gezinti dilerim. Umarım bu değerli, güzel hayvan hakkında sadece güzel şeyler duyarım.”
Atının sırtında beklemekte olan ihtiyar arabacı yanlarına gelmişti. Fanny de atına bindi ve parkın öteki tarafına doğru yola çıktılar. Arkasına bakıp da ikilinin birlikte tepeden aşağıya, köye doğru yürüdüğünü görünce duyduğu rahatsızlık depreşti. Miss Crawford’ın ata binişini en az Fanny kadar ilgiyle izleyen arabacının, genç kızın at sırtındaki maharetlerine dair sözleri de bu sıkıntının üzerine tuz biber ekti.
Arabacı, “Ata binme konusunda böylesine yürekli bir hanımefendi görmek büyük keyif!” dedi, “Daha önce at sırtında bu kadar rahat oturan bir hanımefendi görmemiştim. En ufak bir korku emaresi yoktu. Sizin altı yıl önceki hâlinizi düşünüyorum da Sör Thomas sizi ata ilk bindirdiğinde