Hepimiz gülüştük.
27 Aralık. Çoktandır beklediğim bir gün. Konferans olacaktı. Konferans için özel fotoğraf ve kitap hazırlanmıştı. Saat 11.00’e yaklaşıyordu. Halkın aklında tek soru vardı: “Aytmatov konferansa gelip katılacak mıydı?” Ona sadece ben güveniyordum: Cengiz Hoca mutlaka gelecekti.
O sırada Cengiz Hoca’yı taşıyan araba geldi, durdu. İmza alacak insanlar çok fazlaydı, Cengiz Hoca’nın etrafını sardılar.
Hoca onlardan zor kurtuldu. Biz, okuyucular salona geçene kadar dördüncü kata çıktık. Müdürün odasında biraz sohbet edildi ve birlikte fotoğraf çektirdik.
Yazarı, halkımız ayakta alkışlarla karşıladı. Konferansı A. Sadıkov açtı, K. Asanaliev bildiri sundu. Bildiri hoş karşılandı. Ondan sonra Cengiz Hoca konuştu ve soruları cevapladı. Herkes Hoca’yı pür dikkatle dinledi.
Hocayı uğurlarken: “Gençler fotoğraf çektirsek.” diyorlar deyince Hoca: “Tamam.” diye karşılık verdi. Biz dışarı çıktık. Cengiz Hoca, Keneşbek Asanaliev ve ben beraber dışarı çıktık ve o şekilde fotoğraf çektirmeye başladık. Çünkü “Sen bu tarafa geç, ben bu tarafa geçeyim.” demek için zaman yoktu. Sadece Cengiz Hoca, Keneşbek Asanaliev için: “Siz bir basamak daha çıkmazsanız, görünmezsiniz.” dedi. Keneşbek Hoca aramızdan ayrılınca ben Cengiz Hoca’nın yanında yer almıştım.
31 Aralık. Saat 18:30. Eski yılın son saatleri. Böyle bir zamanda insanlar yakınlarını tebrik ederek, iyi dileklerini dilerler ya. Biz de Cengiz Hoca’nın ailesini tebrik etmek için gittik. “Hemen girer, çıkarız.” diye düşünmüştük. “Yemek yiyin, öyle gidersiniz.” diye bırakmadılar.
Şampanya açtık. Cengiz Hoca yeni yıl için hepimizi tebrik etti; hepimize sağlık, işlerimizde başarı ve mutluluk diledi. Film izledik. Saat 22.00’ye geldiğinde sofradan kalktık ve evimize dönmekte acele ettik. Çünkü yeni yılı, her ailenin kendi evinde geçirme kültürü vardı. Gece saat 12:00’de Hoca ailemizi kutlamak için telefonla aradı…
1986 Yılı
12 Ocak. Saat 12:00’de gitmeliydim. Duş alırken Hoca telefonla aramış. Annem açmış. “Kazakistan’dan bir yazar gelecek. Bugün bize erken gelebilir mi?” diye aramıştı. Ben de erken gittim. Girer girmez Cengiz Hoca: “Merke’den gelirken Nurpeisov uğrayacağını söyledi. Gidelim, karşılayalım.” dedi.
“Ben tanıyorum, iki defa evinde bulunmuştum.” dedim.
“O zaman iyi.”
Hocayla telefon almak için ‘Ayçürök’e gittik. Kalabalıktı. Tekrar çıktık.
Her şeyden ilginç olanı arabasının ön koltuğuna beni oturtmuştu. Giderken gümrükte bekleyen polisler bize saygı duruşunda bulunuyorlardı. Şoförü Ormon’la gülüştük. Hoca arka koltukta uykulu bir şekilde gidiyordu. Onlar arabada önemli bir şahsiyetin olduğunu arabanın şeklinden anlıyorlarmış.
Kazak edebiyatı hakkında biraz sohbet ettik. Orolhan Bokeev ile yakın zamanda Almatı’ya gittiğinde, Şerhan Murtazaev’in evinde tanıştıklarını söyledi. Ben; O. Bokeev, A. Keldibaev, S. Smataev, M. Magauidin, S. Muratbekov’un eserleri hakkında konuştum. Hoca ise Abiş Kekilbaev’in sanatı hakkında kendi görüşlerini bildirdi ve onun için: “Kazak’ın en iyi yazarlarındandır.” dedi.
“Kırgızistan’da genç yazarlar arasında öne çıkan var mıdır?” diye sordu.
Ben Kırgızistan Lenin Komsomolu Ödülü’nün adayları Cakşılıkov ve Rıskılov’un isimlerini söyledim.
“Uzun hikâye yazanlar var mıdır?”
“İyi yazan yok.”
“Evet, uzun hikâye yazmak kolay değildir. İki cümleyi zor bir araya getiriyoruz.” dedi.
Çok geçmeden önümüzden beyaz bir araba korna çalarak geçti. Biz durduk, Nurpeisovlar da indiler, selamlaştık. Yanında Merke ilçesinin ikinci sekreteri, Almatı’daki Oplitehnik Enstitüsü’nün Rektör yardımcısı da vardı. Hoca, onların arabasına bindi. Biz Ormon’la ikimiz de onları takip ettik. Yoldan çıktık ve tenha bir yerde durduk. Kazak kardeşlerimiz hemen oracıkta sofra kurdular. Bir saat kadar temiz havada dinlendik. Çeşitli konularda sohbet edildi. Eve döndük. Bolot Şamşiev de geldi. Salonda büyük bir masada dördümüz oturduk. Hoca, Nurpeisov, Bolot ve ben. Sofrada Şamşiev’in yeni çekmiş olduğu Manşuk filmi üzerine konuştuk. Çeşitli konularda sohbet edildi. Bolot Hoca erken ayrıldı. Üçümüz birlikte İngiltere hakkında bir film izledik.
18 Ocak 1986 tarihinde ‘Komsomolskaya Pravda’ adlı gazetede yayımlanan makaleyi Hoca’ya götürdüm. Makale kurtlar hakkındaydı. Onlar üzerinde üç dört senedir araştırma yapılmış, onların gündelik hayatı hakkında gözlemlerde bulunulmuş.
Makaleyi bana Aygül vermişti. Televizyondan bugün göstereceklerini söyledim. Hoca sessiz bir şekilde gazeteyi alarak odasına geçti. On dakika sonra tekrar çıkarak, programın ne zaman olacağını sordu: ‘Hayvanlar Dünyası’ adlı bir programda gösterileceğini ve başlamasına üç dört dakika olduğunu söyledim. Hoca, başta sadece uzaktan izliyordu; film ilerledikçe ilgisini çekmeye başladı. Çünkü kendisi de kurtlar -Akbara ile Taşçaynar- hakkında yeni roman yazmıştı. Özellikle bir dişi kurdun yavrulamak için başka bir kurdun yavrularının yuvasını ele geçirme kısmını izleyince heyecanlandı ve şaşırdı.
Biz Çon-Arık’a gittik. Hoca hükümet evinin havuzuna girmeye gitti. Biz abla ve çocuklarla birlikte temiz havada dolaştık. Hoca 18.37’de çıktı, birlikte eve doğru yürüdük. Yolda giderken Hoca’, Hindistan’a gittiğinde maymunların sokaklarda dolaştıklarını anlatarak hepimizi güldürüyordu. Maymunlar, halk arasında dolaşırken ceviz vb. şeyleri insanlara doğru fırlattıktan sonra kaçıyorlarmış. Pazar yerlerinde satıcıların eşyalarını çalarak zorluklar çıkarıyorlarmış.
Eldar ile Şirin’in dersleri için haftada iki defa Hoca’nın evine gidiyordum. Şirin kendi halinde düşünüyor ve çeşitli konularda kompozisyon yazabiliyordu. Eldar ise harfleri öğrendi, heceleyerek okumaya; temel matematik konularından toplama çıkarma işlemlerini de yapmaya başladı. Eldar, üç dört tane şiir bile ezberledi. Hoca, Eldar ile Şirin’in yazdıklarını kontrol ediyordu. Kendisi de soru soruyordu. Bir gün Eldar:
“Ay doğdu, baksana
Aydan biz yaratıldık
Ay nuru dökülen
Altın gibi çocukluk
Güneş doğdu, baksana
Güneşten biz yaratıldık
Güneş nuru dökülen
Gümüş gibi çocukluk”
şiirini takılmadan okuyunca Hoca sevinmişti.
“Talas’tan iki tane keklik getirmişler. Onları yakalayıp ne elde edecekler ki? Onları doğal ortamına bırakalım. Böylece eve kapanıp oturmak yerine dağ havasında biraz dinlenip gelmiş oluruz.”
Keklikleri kafesiyle birlikte aldı ve arabaya bindi. Mariya abla kamerasını da yanına almıştı. Hızlı bir şekilde Baytik’in tepesine tırmandık. Hoca’yla ikimiz ileri geri dolaşıyorduk, çocuklar da karla oynuyorlardı. Abla ise kış manzarasını çekiyordu. Bazen Hoca: “Onu çek, bunu çek.” diye ablayı yönlendiriyordu.
“Yakında İsviçre’ye gideceğiz. Çocuklara iyi bakın. Aman Toktogulov adlı İç İşleri Bakanlığında çalışan bir genç de sana yardımcı olacak. Çocukların dersleri zayıflamasın. Bakü’de Şahmar adlı bir genç var.