Bahıtcan Kanapyanov
Kum Saati
TAKDİM
ŞAİR CAN BAHIT
Kendi kitabınızı yazmak için yalnızca hayat deneyiminiz yeterli değildir. Ayrıca size kadar yazılmış binlerce kitabı da içinize sindirmiş olmanız gerekir. Şiir kültürünün bu kriteri sadece bu anlamda algılanmamalıdır. Edebi değerleri kişisel olarak algılamakla kendi şiirsel alanını oluşturmak mümkündür. Asıl olan da budur.
Bahıtcan’ın şiirlerinde hayatın nabzı ritmik bir biçimde rahatça atarken bu içten gelen kendini ifade etme ihtiyacı da yaşantısından kaynaklanmaktadır. Şair, yaratıcı süreci içerisinde vatan, anne, sevgi gibi evrensel konularda yeni yeni suretler ve renkler keşfetmektedir.
Ben onun yaratıcılığını ve kaderini çok uzun zamandan yani şimdi söylenildiği gibi geçen yüzyıldan beri biliyorum. Arkadaşım ve kardeşim bildiğim mimar Şota Valihanov’un yirmi iki yaşındaki yeğeni, Politeknik Enstitüsü öğrencisi Bahıtcan Kanapyanov’un ilk şiirlerini okuduğum günden bu yana neredeyse yarım asır geçti.
Şiirsel deneylerini düzeltmedim, ancak bana gelmesini ve yeni şiirlerini göstermesini önerdim. Bahıtcan’ın mısralarında şairlikten öte, Yaradandan gelen şiirin özünün bulunduğun fark ettim. Sonra Moskova’da, Edebiyat Enstitüsündeki Aleksandr Mejirov’un seminerleri ona unutulmayacak şiirsel bir ortam oluşturdu. Ardından Kazakistan’da, Rusya’da, ABD’de, Büyük Biritanya’da, Polonya’da ve Moğolistan’da kitapları yayınlandı. Fransa’da yayıncılar ve çevirmenler ona Jean Bahıt adını verdiler ve bu adla “Ters Bakış açısı (Perspektif İnversee)” kitabı basıldı.
O, bizim toplumsal, sosyal ve insani etkinliklerimizde yani “Nevada-Semey” adlı uluslararası harekette, yazarların forumlarında ve farklı ülkelerden şairlerin edebi buluşmalarında aktif bir biçimde yer aldı. Şimdilerde ise, benim geçen yüzyılın yetmişli yıllarında hevesle yaptığım Kazakistan Yazarlar Birliğinin edebiyat etkileşimlerinden sorumlu sekreterliği gibi asil bir görevi başarıyla sürdürmektedir. Birinci Asya Yazarlar Forumu, uluslararası şiir festivalleri ve Türk dilli şiirlerin çevrilmesi ve edebiyat antolojilerinin yayınlanması onun belli başlı başarıları arasındadır.
Şair Bahıtcan’ın “Şiir Evren“inde çok sayıda şair arkadaşı vardır. Onlar arasındaki çeviri işbirliği, yüz yüze ya da sanal ağlardaki karşılıklı iletişim, kendilerini ve diğer şairleri idrak etmeyi sağlamaktadır. Dünya çapına yayılan internet ağının edebi ilişkilerin sağlamlaştırılmasının hizmetine sunulması gerektiğini söyleyebiliriz.
Bahıtcan’ın “Kum saati” kitabını yaklaşık otuz yıldan bu yana Türkiye’de yaşayan, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesinde Türk Dili ve Edebiyatı profesörü, eski dostum, aslen Azerbaycan’dan olan şair ve bilim adamı Memmed İsmayıl Türkçe’ye çevirmiştir.
Bir zamanlar Memmed İsmayıl şiirlerimi ve ‘Kil Kitap’ isimli eserimi Türkiye Türkçesine çevirmişti. Benim ‘Oljas’ın Kütüphanesi’ isimli yayın evimde ise geçen yıl Memmed’in şiir kitabı yayınlandı. Kendisi bir zamanlar Moskova’da savaş gazisi olan Aleksandr Mejirov’un seminerler verdiği Edebiyat Enstitüsünde bizim Kazak şair Mukagali Makatayev ile beraber eğitim almıştır. Ben böyle bir iletişimden ve geleceğin okuyucusu adına böyle şiirsel bir kardeşlikten yanayım. Türk dünyasının şair ve yazarlarının kitaplarını kendi himayesinde yayınlayan ünlü uluslararası örgüt “Türksoy”ya ve onun Başkanı Düsen Kaseinov’a, aynı yolda çalışan Avrasya Yazarlar Birliği ve Başkanı Yakup Ömeroğlu’na minnettarım.
Birinci Dünya Savaşı’nın arifesinde, Bahıtcan’ın dedesi Kanapiya, Osmanlı İmparatorluğu döneminin sona erdiği ve Kâbe’nin bulunduğu Suudi Arabistan’ın bir devlet olarak ortaya çıktığı Mekke’ye hac ziyareti yaptı. Uzun aylar boyunca süren yolculuğun ardından Hacı Kanapiya, İstanbul ve Kırım üzerinden kendi bozkırlarına geri döndü. Bu yolculukta Arap, Türk ve Çağatay dillerinde- “Yusuf ile Züleyha”, “Acaibü’l-Mahlukat”, “Harun Reşit”, “Kısasü’l-Enbiya” gibi folklor ve dini konuları içeren başka kitaplar da satın aldı.
Kendisi doğduğu köyde bir okul açtı. Çocuklara ve gençlere “iyi ve ebedî” olanı öğretti. Daha sonra NKVD (İçişleri Halk Komiserliği) tarafından tutuklandı ve Pavlodar hapishanesinde, geçen asrın otuzlu yıllarının başında hayatını kaybetti. Tutuklanmadan önce, uzaklardan getirdiği o kitapları İrtış’ta Omsk topraklarının yakınındaki Türe-Tumsuk aile malikânesinin asırlık söğütlerinin altına gömmeyi başardı.
Şimdi, bir asır sonra, onun torunu şair Can Bahıt’ın Türkçeye çevrilen şiir kitabı yayınlamaktadır. Kitaplar, yıllar ve mesafeler boyunca tarihin tekerrür etmesiyle birlikte, varlığımızın ayrıntılı bir metaforu gibi yeni bir şiirsel görüntüyle geri dönüyor.
Şiirsel ruhun ve doğa resimlerinin uyumu, tabiat manzaralarının hepsi birden doğal olarak Can Bahıt’ın şiirlerinde, tek bir sanatsal algı dokusunda yaşar, ruhlarımızı büyüleyen ve güzelliğin ilahi algısı ile şiirin kutsallığını oluşturur.
ÇEVİRMENİN ÖNSÖZÜ
BİLMEZDİK HİÇ ÖMRÜN EVVELİ NEDİR, GİDİP TÜKENECEK VE SONU NERDE
Gençliğimin ilk yıllarından, Türk dilli halklar arasında Kazaklara nedenini bilmediğim ayrıcalıklı bir sevgim vardı. Belki Kazak adının, alışkanlıktan gelen bir cana yakınlığı vardı, o nedenle, bilmiyorum. Her halde doğup büyüdüğüm Tovuz’un komşuluğunda Kazak ilinin olmasının da burada etkisi vardır.
Hayatımın keşmekeşli dönemeçlerinde çeşitli nedenlerle Kazak Türkleri ile tanışacaktım ve Sovyetler Birliği’nde yaşayan Türk halkları arasında Sovyet rejimine karşı ilk başkaldırı da başka bir mekanda yok, Kazakistan’da olacaktı. Moskova’da okurken, Kazakistan’dan gelen Mukakali Makatayev ile aynı şiir atölyesine katılacaktık. Seminerde sunacağı şiirler büyük heyecan ve tartışmalara yol açacaktı. Seminer rehberimiz Alexander Mejirov, Mukagali’den olağanüstü bir yetenek gibi konuşacaktı. Mukagali, altı aydan sonra okulu bırakacak ve kendi memleketine geri dönecekti. Daha sonra dünyasını zamansız değiştiğini duyacaktık. Kursumuzda dünyanın çeşitli bölgelerden gelen ondan çok Türk asıllı öğrencinin arasında Türklüğünü idrak eden sadece iki arkadaşım olacaktı: Mukagali Makatayev ve Karaçaylı Mussa Batçayev!
Kazakistan’a sevgimin başka bir sebebi de galiba şiirlerimin geçen asrın sekseninci yıllarında Rus dilinin dışında ilk defa “Jürek Odı” adıyla Almatı’da yayınlanması olacaktı.
Moskova’da şiir seminerlerimizde Oljas Süleymanov adı sıkça anılıyordu, hatta bir keresinde Rusya’ın önemli şairlerinden olan Y.Yevtuşenko ile seminer katılımcıları toplantısında, Oljas Süleymanov’a hakkında tartışmamız da olacaktı.
1975 senesinde Bakü’de Sovyet edebiyatı şöleninde Oljas’la yakından tanışacak ve onunla “Edebiyat Gazetesi” için “Özgelerinin Dağlarını Alçaltmadan” adlı röportaj da yapacaktım. Sonra Moskova’da hoş bir tesadüf eseri yeniden karşılaşacaktık. Oljas aka Moskova görüşmemizi gününe, ayına, yılına kadar şimdi de unutmamıştır. Bunu 80 yıllık jübilesi ile ilgili Ankara’da Avrasya Yazarlar Birliği’nde gerçekleştirilen görüşmedeki konuşmasında söyleyecek ve hafızası ile herkesi, başta da beni hayrete düşürecekti: 13 Şubat 1976. Bu o gün idi ki, O.Süleymenov 50 profesörün önünde “Az i Ya” kitabındaki tezleri savunmuş ve bu tartışmalardan galip ayrılmıştı. O günün gecesi, “Rusya” otelindeki odalarımızda bu zaferi sabaha kadar kutlayacaktık. Ve arkadaşlığımız böylece o zamandan başlayacaktı …
Tabii ki, bu yazım Oljas Suleymenov hakkında değil, çünkü onun hakkında daha önce yazmıştım, yine de yazacağım. Bu yazıda, Türk dünyasının büyük oğlu Oljas Suleymenov’u hatırlayışımın asıl nedeni onun çırağı-öğrencisi Bahıtan Kanapyanov’udur.
Bahıtjan’ı (Paris’te Fransız dilinde geçen yıl yayımlanan kitabında adını Can Baxıt gibi yazmışlar.. Fikrimce, bu ad değişimi Bahıtjan’a annesinin ak sütü gibi helaldir)
yakından tanıdıkça onun, bir şair ve insan olarak değerli biri olduğunu görecektim. B.Kanapyanov’la daha Volga nehrinin buz örtüsünden çıkmaya mecal bulmadığı