1990’larda çıkan Abdulla Kâdiriy Zamandaşları Hâtırasıda adlı kitap, oğlu Habibullah Kâdirî’nin yazdığı Atam Hakıda adlı eser ve Nebican Bâkî’nin devlet arşivindeki belgelere dayanarak hazırladığı Katlnâme adlı kitap, Kâdirî hakkında önemli kaynak eserler olarak değerlendirilebilir.
Bugün Kamalan mezarlığında sembolik bir kabri bulunan Kâdirî’nin yaşadığı evi de müze hâline getirilmiştir. Adı, çeşitli enstitü, yayın evi ve caddelere verilmiştir. 1990 yılında, Kâdirî adına devlet ödülü ihdas edilmiş ve 1991 yılında, Ali Şîr Nevâî devlet ödülü, Abdulla Kâdirî’ye verilmiştir. 1994 yılında, doğumunun yüzüncü yıldönümü dolayısıyla törenler düzenlenen Kâdirî hakkında bir film hazırlanmış, eserleri yedi cilt hâlinde yayımlanmış ve bazı eserleri senaryolaştırılarak filmleri çekilmiştir.
Oğlak Kapma Yarışında
I
Dün babama sorup izin aldığım için bugün ağabeyim de “Gerek yok, gitme!” diyemedi. Çayı alelacele içip atları bağladığımız ahıra koştum.
Babamla annem:
“ Elin ayağın birbirine dolaştı yahu…” deyip gülüştüler.
Kaşağıyı aldım ve kara sakar atımın keçesini üstünden alıp o yanını, bu yanını kaşıdım. Hayvan yerinde duramıyordu. Başını sallıyor, yeri eşeliyor, kuyruğunu sallıyordu. O sırada benim içimden “Allah nasip ederse gelecek yıla oğlak kapma oyununda bir koşturayım ki bana ‘Süvari Turgun’ desinler.” gibi arzular geçiyordu.
Kurban bayramında aldırdığım Moğol işi bayramlık eyerle tayımı güzelce eyerledim. Dayıma yalvar yakar aldırdığım dizgini temizleyip taktım da uzakta durup eksik gedik var mı diye baktım.
“Üzengisi, kuyruk kayışı yerli yerinde; eyer iyi konmuş; kolan düzgün bağlanmış; dizgin de beylerin atlarındaki gibi… Lakin omuz kayışının olmaması biraz canımı sıktı. Biraz düşününce ağabeyimin dizgin yaptırmak için sakladığı kayış aklıma geldi. Sakladığım yerden yavaşça o kayışı alarak omuzluk yaptım.
Tayım şimdi kasılarak boynunu oynatıyor, sanki beylerin atlarına benziyordu. O yanını, bu yanını temizledikten sonra direğin yüksekçe bir yerine bağladım. Şimdi kaldı beyaz kumaş paltomu, Rus stili pantolonumu, Amerikan botlarımı ve tüylü kadife doppımı giymeye… İşte ondan sonra ata binsek beylere benzeriz ya!
Annemin tuhaf bir alışkanlığı var. Ne zaman yeni gisilerimi giyecek olsam gözlerini belertip “Eskitirsin, kirletirsin, düğüne bayrama giderken giyersin” diye kızmaya başlar. Azıcık şeytanca ağlamazsam işler yoluna girmez. Bu sefer de aynen öyle bir ağlamadan sonra giysilerimi giyip atlas işlemeli belbağımı bağladım. Anneme çaktırmadan yavaşça eve girip babamın gümüş saplı kamçısını elbiselerimin altına sıkıştırıp dışarı çıktım. Hizmetçi, et getiriyormuş. Atı ahırdan dışarı çıkarıp beklemesini söyledim. Eti anneme verdim ve koşarak dışarı çıktım.
Annem arkamdan:
– Giysilerini kirletme, tayını fazla koşturma, oğlak kapma yarışındakilerin arasına girip kazaya filan karışma, arkadaşlarınla birlikte kenardan seyret, diye söylenip durdu.
Hizmetçiden atı alıp bindim. Paltomun eteklerini toplayıp sakar tayımın karnına bir iki kamçı değdirmiştim, hayvan oynaklayıp koştu. Hizmetçinin “Ha, maşallah süvari!” diyen sesini işitip sertçe kamçılamıştım. Sakar tayım dörtnala gidiyordu.
II
Çukurarık’ta tayımı sulayıp çıktığımda bir sürü oğlak kapma yarışçısı atlıya rastladım. Onların bazıları ağabeyimin arkadaşlarıydı. Bana hal hatır sordular. Biri ağabeyimin nerde olduğunu sormuştu. Ben de sabahleyin oğlak kapma yarışına gittiğini söyledim.
– Bizim Mahkembay oğlak kapma yarışına çok meraklı, dedi o delikanlı.
– Hayırlı yolculuk küçük bey! Ne tarafa? diye bana sordu.
Ben biraz utanarak:
– Oğlak kapma yarışına, dedim.
“ Maşallah süvari!” “Maşallah, Turgun süvari” dediler. Özellikle bana “süvari” demeleri çok hoşuma gitti. İçimden “babanıza rahmet” dedim.
Bir grup atlı gidiyoruz. Tayım başka atlardan geri kalmıyor ve bazen onların atlarını geçiyor. Tayım atlarını geçtiğinde: “Atınız da çok iyi yürüyormuş küçük bey!” diyerek laf atıyorlar.
Herkes bir şeylerden bahsediyor, arada bana da söz hakkı veriyorlar. Ben utanıyorum. Söz dönüp dolaşıp Mahkem ağabeyime geliyor:
– Şu güne kadar çok oğlak kapma yarışçısı gördüm. Lakin Mahkem kadar oğlak kapma yarışından zevk alanını görmedim, dedi bir tanesi.
Değirmenci Sabir’in oğlu:
– Mahkem’in dedeleri de oğlak kapma yarışçısıymış ya.
– On iki yaşındaki kardeşini görmüyor musunuz? Şu yaşta oğlak kapma yarışında at koşturmak ister.
Bu söz üzerine vücudumun her tarafı titredi. Az kaldı kahkahayla gülecektim.
– Babam Mahkem’in dedesinin oğlak kapma yarışında at sürüşünü bir anlatsa dinleyenler şaşırıp kalır. Yüz, iki yüz süvarinin arasından tek başına oğlağı kapıp çıkarmış ya, dedi palabıyık bir delikanlı.
– O zamanki adamlar içinde oğlak kapma oyununun piriymiş desene sen şuna, dedi değirmenci Sabir’in oğlu.
– Atın iyiyse ve bileğin güçlüyse sen de oğlak kapma oyununun piri olursun, dedi bir başkası.
Ben dedemin övüldüğünü işitince kasılarak gidiyorum. O sırada arkamızdan dörtnala gelen bir atın nal sesleri işitildi. Dönüp baktık ki ala bir keçi kucağında, bağrı açık, önlük giymiş, sarı atlı bir delikanlı gördük. O bize yetiştiğinde durdu ve at üstünde herkese hal hatır sordu.
– Bu hafta bize taşımada yardım ediyorsunuz ha, dedi gülümseyerek Toğan ağabey.
– Evet, tabii ki. Sizin gibi dostlara yardım etmemek olur mu? dedi delikanlı ve sabırsızlandı:
– Haydi. Hızlanın biraz!
O delikanlıyla birlikte yola devam ettik. Biraz bizim atların yürüyüşüne ayak uyduran delikanlının sabrı kalmamış olmalı ki atına şırak diye bir kamçı indirdi ve kuş gibi uçup gitti. Biz sadece onun “Ben biraz hızlanayım” dediğini işitebildik.
Artık o delikanlının atı üzerine sohbet başladı:
– Oğlanın atı çok iyi koşuyor. Böyle atın oldu mu oğlak kapma yarışçısı olmak yakışır, dedi Toğan ağabey.
– Sanki cennet rüzgârı gibi uçuyor, dedi palabıyık delikanlı.
O sırada nedendir anlamadım, herkes kahkahayla güldü. Gülmelerinin sebebini anlamadıysam da onlara katılıp gülmeye başladım.
– Cennet rüzgârı mı, serserilik rüzgârı mı? diye sordu bir başkası.
III
Dombirabad girişinde ağabeyime rastladık. Ağabeyim ve yanındakiler çayhaneye pilav hazırlaması için para