Genel müfrezemizin bünyesinde şu bölümler vardı: 16 piyade taburu, atlı bölümlerden 1800 atlı, 2 eskadron (küçük atlı birlik), 26 top, rokeratar bataryası ve istihkâmcılar bölüğü, Kafkas’taki savaşı kazanmış birliklerin en seçme bölümleri yani Leyb-Erivan Alayı, Grenaderlerin Gruzin Alayı, Kabardin, Şirvan, Kura, Apşeron, Dağıstan, Ahaltsıh, Navaginsk ve Aleksandropolsk temsilcileri…
Kafkas’taki kadrolu-kadrosuz Terek ve Kuban Kazaklarının bölümleri ve temsilcileri de müfrezede bulunup şunlardan ibaretti: Dragunların Pereyaslav Alayının atlı grubu, Dağıstan Atlı Alayından 600 atlı, Volga Alayından 200 asker, topçularının piyade, atlı ve dağ temsilcileri, ayrıca roketacılar bataryası müfrezeye katılmıştı.
Bu şekilde teşkil edilip donatılan müfrezenin başaracağından herkes emindi. Hiç kimse müfrezenin üstüne yüklenen vazifenin üstesinden gelemeyeceğine inanmıyordu. Böyle bir müfrezenin birkaç ay içinde Ahal’ın yarı yabani ülkesini boydan boya geçtikten sonra başarısızlıkla geri döneceği akıllara bile gelmiyordu.
O zamanlar düşmanı tanımıyorduk. Tekeleri, ayakları donlarının paçalarına dolanan mahluklar olarak görüyor, her şeyin istediğimiz şekilde gerçekleşeceğine inanıyorduk. General Lazarev’in tecrübeli bir asker olması ve bütün bilgisini bu yolda geliştirmesi, askeri harekâtın zaferle sonuçlanacağının bir göstergesi idi. Ve herkes bunun böyle olacağından başka bir şey düşünmüyordu.
1 Haziran günü Ahalteke askeri harekât müfrezesinin komutanı General Lazarev, karargâhıyla Bakü’den hareket ederek ertesi gün Çekişler’e geldi. Birkaç gün sonra da Kızılhaç’ın sağlık müfrezesi, Kızılhaç temsilcisi Saracel, iki doktor ve 9 sağlık görevlisiyle bize katıldı. Bu müfreze, beraberinde 500 çeşitli sağlık araç-gereçleri getirmişti. 12 Haziranda Çekişler’de Kızılhaç’ın 200 yataklı bir asker tedavi merkezi açıldı. Aynı şekilde Çat’ta da buna benzer bir bölümün kurulması için harekete geçildi.
General Lazarev müfreze geldikten sonra askeri bölümleri gözden geçirip, hiç vakit geçirilmeden öncülerin yola çıkarılmasına karar verdi. Öncü görevlileri gerekli yerlerde yolları düzleyip genişletmek, gerek olursa Etrek ve Sumbar nehirlerinin kenarlarında inişler ve geçitler kurmak, kuyular kazmak ve buna benzer işler yapmak için talimat alacaklardı. Öncülerin bünyesine piyade bölümünden üç tabur, atlı bölümünden 500 atlı ve 2 dağ topu takılıp; komutan olarak da Albay Knyaz Dolgorukiy atandı. 6 Haziranda Çekişler’den Çat’a hareket ettiler.
Bunun hemen ardından müfreze komutanı, Atabay Türkmenlerinin Etrek ırmağında kurdukları barikatı yıkmak ve ırmağın suyunu eski mecrasına çevirmek konusunda emir verdi. Bu görevin yerine getirilmesinde yüze yakın insanıyla yardıma gelen Esenkulu obasının katkısı büyüktür. Fakat beklenilen neticeyi elde etmek mümkün olmadı. Çünkü su alçaktan akarak sadece çukurları doldurmuş, ırmağın eskiden denize katıldığı yere ulaşamamıştı.
General Lazarev aslında topçulara ait düzenlerin ve azık depolarının kurulması ve ayrıca araç-gereçleri taşımak için deve, at ve katırların alınması için çok gayret gösteriyordu. Ancak bütün bu gayretlere rağmen ilk hafta çok büyük sıkıntılar ortaya çıktı ve iş uzadı. Bir iş yapılmadan beklenileceğini, herkesin işsiz güçsüz oturmaya mecbur kalacağını hesap etmemişti.
Bütün müfrezeyi donatmak için gerekli olan azığın, yem ve başka ihtiyaçların yeterli miktarda toplanacağı depoların kurulmasına öncelik veren sebepler şunlardı:
Birincisi; yük taşıyan deniz araçlarının yeterli olmamasıydı. İkincisi; yüklerin beklenilmeden taşısması gerektiğinden hava şartlarının her zaman uygun olup olmaması. Üçüncüsü; getirilen azık ve yemlerin büyük bölümlerinin hemen kullanılması, depolara sadece az bir kısmının götürülmesi.
Yukarıda belirtildiği gibi yüklerin indirilmesini hızlandırmak için kenardan denize doğru yarım versta kadar öne çıkan bir gemi iskelesi kuruldu. Bununla birlikte öncülerin burundaki bölümünden erzak depolarına kadar askerlerin işi bir hayli kolaylaşmıştı.
Böylece işler daha da hızlandı. Araç-gereç ve eşyaları taşımak için vasıta toplama konusunda az güçlük çıkmadı. Develeri, birbirinden çok uzak yerleşen Türkmen köylerinden arayıp bulmak durundaydık. İran sınırından Mangışlak’a kadar uzanan aralıkta develer Çekişler’e getiriliyordu.
Bazan buna benzer durumlarla karşılaşıldığı gibi, bizde de deve getirmek için kendilerine görev verilen kişilerin hilekârlığa kaçan davranışları oldu. Bazıları haram para kazanmanın hevesiyle hesapta satın aldığı gösterilen develerin yarısını getiriyor, yarısı da yolda öldü veya çalındı diyerek bahane uyduruyordu. Getirilen develerin çoğu hasta ve zayıftı. Çok genç veya güçsüz olmasından dolayı pek işe yaramıyordu. Ancak bu hilekârlıklar çok uzun sürmedi. General Lazarev, bu çeşit insanları Çekişler’den kovdu. Develerin her birine 75-125 ruble veriliyordu. Sürü halinde getirilen develer arasında bakımlı ve göz dolduranların bulunduğunu da bu arada belirtmeden geçemeyeceğim. Küçük bir müfrezeye komuta ederek Atabay ve Caparbay Türkmenlerinin yaylalarını dolaşıp gelen Albay Navroskiy’in getirdiği develer daha iyi ve güçlüydü.
Bu albayın başından geçen bir olay, Türkmenlerin kul hakkına ne kadar saygı duyduklarına şahitlik ediyor: Navroskiy bir defasında develer için 900 gümüş rubleyi fazladan verdiğini dönüp geldikten sonra anlamıştı. Bu parayı cebinden ödemesi gerekiyordu. Ama tam bu sırada karargâha bir Türkmen geldi, hem de develer için kendisine fazladan ödenen 90 gümüş rubleyi geri verdi.
Develer, satın alınmanın yanı sıra aylık olarak da kirlanıyordu. Böyle durumlarda her bir deve için ayda 15 ruble ödeniyor, her 6-7 devenin başına da aylık 12 rubleden bir deveci (devekeş) tutuluyordu. Devecilerin görevleri hayvanları idare etmekti. Devecilerin en yaşlısına kervanbaşı deniliyor ve arkadaşlarına komuta ediyordu. Müfrezenin herhangi bir işinde ölen her deve için ise sahibine 100 ruble ödeniyordu. Deve sahiplerinin bir kısmı bundan faydalanmak için çeşitli hilelerle başvurdu. Gece yarısı bir veya iki deve sürüden götürülüyor, bir yerde gizleniyor; ertesi gün sabahtan “devemiz öldü” denilerek yalan söyleniyor, böylece para cebe indiriliyordu. Ancak bu hile kısa sürede öğrenildi.
Develerin gerçekten ölüp ölmediğini ispat etmenin değişik bir üslubu bulunmuştu. Yani devesi yeni ölen Türkmenin, onun kuyruğunu dibinden kesip karargaha getirerek göstermesi gerekiyordu. Böylelikle deve kuyruğu resmi delil hükmünde kabul ediliyordu. Ama kısa süre içinde, kuyrukların çok miktarda getirilmesi dikkat çekti. Satın alınan develerle birlikte, bulundurulan kiralık develerin arasındaki ölüm oranının daha çok görülmesi şüphe uyandırmıştı.100’lük rubleler Türkmenlerin ceplerine girerken bu hilenin foyası ortaya çıktı. Anlaşıldı ki develer gerçekten ölmüyormuş. Hilekar çobanlar, diri develerin kuyruklarını kestikten sonra delil olarak gösterip deve parası alıyorlarmış.
Sorguya çekilmekten korkan deve sahiplerinin bazıları kendi develerinin kuyruklarına dokunmuyor, Esenkulu’ya gidip deve kuyruğu satın alıyorlarmış. Kuyruk burada çok ucuzmuş. Kuyrukların ne işe yaradığını da söylemiyorlarmış.
Bu