Derlenen anlatılarda insanların bireysel ve toplumsal yaşamında gerekli olan hemen her konuya temas edildiği görülmektedir. Tanrı ve Mahlukatlar Arasındaki İpin Yaratılışı konulu efsanede, yüce tanrı olarak adlandırılan yaratıcı; dünyayı, melekleri, insanları, bitkileri ve bunlardan sonra yarattığı her şeyi bir ip vasıtasıyla birbirine bağlamaya karar verir. Yarattığı bütün varlıkların da bu ipi korumalarını emreder. Bu destan eski Türk inanışındaki Yaratıcı (Gök Tanrı) ile evrenin tüm varlıklarıyla birbirine kozmik bir eksen ile bağlı oluşunu (Roux, 2001: 73) sembolize eden bir içeriğe sahiptir. Nitekim Gök Tanrı inancında üç ana parça olan evrende bu parçalar arasındaki denge ve ilişkiler şamanlar vasıtasıyla sağlanır. Gökte bulunan melekler, yerde bulunan bütün yaratılanlar ve yeraltındaki tüm varlıkların birbirlerine bir iple birbirine bağlanması onların tanrı tarafından kontrol edildiğini ifade etmekle beraber bu yaratılmışların da birbirlerine yönelik bir kontrol mekanizması bulunduğunu da vurgular. Buna göre evrende bulunan maddî ve manevi her şeyin, yaşamlarını devam ettirebilmesi için birbirine bağlı olduğu gerçeği topluluğa hatırlatılır.
Derlenen bu efsanelerde öne çıkan hususiyetlerden birisi de tanrının her şeyi yaratacak güce sahip olduğudur. Fakat yine bu efsanelerin genelinde yaratıcı, yarattığı evreni anlamak ve evrende ne olup bittiğini görmek için meleklerin yardımına ihtiyaç duyar. Oysa başta İslamiyet olmak üzere diğer semavî dinlerde Yaratıcı her an her şeyi görmekte ve istediği zaman istediği şeye müdahale edebilmektedir. Bu durum destanların oluştuğu dönemde Uygurların içerisinde yaşadığı kültür ve gelenekleri ile yakından ilgilidir.
Efsanelerde halkın inancına dair hususiyetlerin her bölgede günlük yaşama yansımalarının yukarıda anlatılanlara benzeyen ya da farklı olan örneklerini görmek mümkündür. İnanışa dair etkilerin özellikle doğa ile ilgili anlatılarda; doğum, ölüm, evlilik, bayram gibi önemli süreçlerin aktarıldığı efsane derlemelerinde çok daha zengin örnekleri ile karşılaşmak mümkündür. Efsaneler ve halk anlatılarında yer alan inanışlara dair hususiyetler sadece hayat pratiği olan geleneklerle sınırlı değildir. Tanrı kavramının halk tarafından algılanışına da efsanelerde temas edilir. Buna göre toplumda tanrı kavramı farklı şekillerde düşünülmektedir. Bu durumun en önemli örneklerinden biri aynı anlatıcıdan derlenen farklı efsanelerde yer yer tanrı kelimesinin yer yer Allah kelimesinin kullanılmasıdır. Yine bazı anlatılarda İslam dinindeki Yaratıcı inanışına uygun bir biçimde her şeyi bilen gören ve çevreleyen Allah’a yer verilirken bazı anlatılarda ise Gök Tanrı inancında yer alan yaratıcının vasıfları kullanılır. Dahası anlatıcıların zamanla bazı efsanelerde bu iki yaratıcının vasıf ve icralarını birbirlerine yaklaştırıp karıştırdıkları da görülür. Öyle ki birbirinden oldukça farklı olan bu iki yaratıcıya ait vasıfların tek efsanede birleştiği de görülmektedir. Buna karşılık Ruhani Varlıklar Şeytan ve Cinlerin Yaratılışı gibi bazı efsanelerde İslam inancı ile bire bir bağdaşan anlatılar da mevcuttur. Bu durum anlatılarda genişletilerek ya da güncellenerek yer verilen olaylarda İslam dininin esasını oluşturan ayet, hadis ve yorumların kulaktan kulağa aktarılırken özünün korunmak sureti ile kullanıldığı şeklinde açıklanabilir.
Derlenen anlatılar içerisinde bulunan Ruhani (Tuhaf) Varlıkların Yaratılışı ve Yok Oluşu, İnsanın Yaratılışı; Çeşitli Ağaç, Çiçek, Ot ve Bitkilerin Tekrar Yaratılışı; Tanrı ve Mahlukatlar Arasındaki İpin Yaratılışı; Uçan Kuşların Yaratılışı; Ruhani Varlıklar Şeytan ve Cinlerin Yaratılışı gibi çoğu efsanenin birbirini tamamlayan nitelikte olması da önemlidir. Bu anlatılar başlık olarak birbirlerinden bağımsız olsalar da kronolojik açıdan birbirlerini tamamlar niteliktedir. Örneğin önce dünyanın yaratılışı, ardından dünyada insan ihtiyacını giderecek canlı cansız varlıkların yaratılması son olarak da insan, cin ve şeytanın yaratılması bu anlatıların esasını oluşturur. Değerlendirme kısmının başında da değinildiği üzere bu hem terbiye usulü açısından hem de insan aklının mantık çerçevesinde dünyayı anlaması açısından önemlidir. İnsanın üzerinde gezmesi için bir dünya ve sonrasında da ihtiyaçlar hiyerarşisi takip edilerek doğaya dair unsurların var edilmesi dikkat çekicidir. Son olarak da imtihan dünyasında insanın tecrübe (imtihan) edilmesi için cin ve şeytanların yaratılması eski Türk inançlarında da bugünkü inanç sisteminde olduğu gibi yaratılan her şeyin birbirini tamamlayan sistematik bir oluşumla meydana geldiğini göstermektedir.
Derlemelerin yapıldığı Doğu Türkistan’ın Artuş şehrinin Yukarı Artuş köyünde anlatılan bazı efsanelerin Türk dünyasının farklı coğrafyalarına da yayıldığı, efsane şeklinde olmasa da fıkra veya başka anlatı türleri içinde efsanelerle benzer içeriklerin yer aldığı görülmektedir. Nitekim Cin, Şeytan ve İnsanlar Arasındaki Üstünlük Savaşları adlı efsanede geçen olaylar değişik zamanlarda, başka coğrafyalarda farklı anlatı formlarına da kaynaklık eder. Efsanede şeytanlar ve insanlar arasında bir anlaşma yapıldığından söz edilir. Buna göre şeytanlar ve insanlar sırayla birbirlerini boyunlarına alarak dünyanın etrafında dolaşma konusunda anlaşılır. Kimin şarkısı daha uzun sürerse bu yarışmanın kazananı o olacaktır. Şeytanlar ilk olarak kendilerinin insanların boynuna binip şarkı söylemeleri konusunda ısrarcı olurlar. Böylelikle insanların yorulmasını ve şarkı söyleme sırası onlara geldiğinde güçsüz düşecekleri için bunu olabildiğince kısa tutmalarını sağlamayı amaçlarlar. Yarışma şeytanların şarkısı ile başlar. Dünyanın etrafında atılan ilk turun sonunda ise şarkı biter ve sıra insanlara gelir. Şeytanların boynuna çıkan insanlar ise sürekli “lay la la lay, lay la la lay” şeklinde tekrarlanan şarkılarını dünyanın etrafını defalarca turlamalarına rağmen bitirmez. Bu durum karşısında sözde kurnazca planlar yapan ve saf kötülüğün sembolü olan şeytanlar çileden çıkarlar ve isyan ederler.
Yukarıda özetlenen efsaneye çok benzeyen içeriklere sahip birçok farklı anlatı örneği Anadolu’da da vardır. Bunlardan biri Doğulu ile Karadenizli arasında geçtiği varsayılarak anlatılır: Bir gün bir Karadenizli ile bir Doğulu uzun bir yola koyulurlar. Bir süre gittikten sonra hem yorulan hem de sıkılan Karadenizli yolculuğu kendisi için kolay ve eğlenceli hale getirebileceğine inandığı bir plan yapar. Doğulu arkadaşına yolculuğun eğlenceli geçmesi için sırayla birbirlerinin sırtına binmeyi teklif eder. Bu teklife göre sırta binen bu süre boyunca türkü söyleyecek, türkü bitince de yer değiştireceklerdir. Doğulu bu teklifi kabul eder. Karadenizli uyanık davranıp önce kendi biner arkadaşının sırtına. Planı onu yormak ve türküsünü kısa tutmasını sağlamaktır. Fakat Karadeniz insanının hareketli ve tez canlı yapısı türkülerini de yansıdığı için çok kısa sürede türküsünü okuyup bitirir. Sıra kendisine gelince Karadenizlinin sırtına binen Doğulu, yol boyunca sürekli le le le şeklinde tekrarlanan türküsünü söyler. Yolculuğun bitmesine az bir mesafe kala bu işten oldukça sıkılan Karadenizli’nin: “Bu nasıl bir türkü? Yol bitti sen hala le le le deyip duruyorsun.” şeklindeki itirazına Doğulu şu cevabı verir: “Bu türkünün le le le kısmı, daha lo lo lo kısmı var.”
Her toplum hayata ve olaylara bakış açısını; yaşadığı coğrafya, geçirdiği tarihî süreçler, başka toplum ve doğa ile olan münasebetleri, tanrıyı algılama biçimlerinin yaşam koşulları