(…)
Dobrotiç bey, gagauzların padişahı, ölä sanlıymış hem kämilmiş her bir işlän, ki onun padişahlına, onun adın vermişlär: “Dobrotça, Dobruca”, eski adın erinä: “Karbunlu Vilyat”
Onsekizinci yüzyıla kadar Dobruca bölgesinde yaşayan, çiftçilik ve hayvancılıkla uğraşan Gagauzlar, onsekizinci yüzyıl boyunca kısa aralıklarla devam eden Osmanlı-Rus savaşlarını takiben Bulgarların baskısı ve Rusların teşviki ile eski yurtlarını bırakıp Moldova içine göç etmeye başlamışlardır. Bu göçte Moldova boyarları Gagauzlara bazı hususlarda yardımcı olmuşlar. Ayrıca bu göçte 1774 yılında yapılan Küçük Kaynarca Antlaşmasının da etkili olduğunu unutmamak gerekir. Onsekizinci yüzyıldan itibaren bu coğrafyalarda başlayan göçlerin ilginç tarafı, Müslüman Türkler Osmanlı coğrafyasına yönelirken; Hristiyan Gagauzlar ters istikamete yönelmişlerdir. Olga Karanastas Radova, Gagauzlar Monografiyası isimli eserinde, tarihleri ile bu göçleri, göçlerin coğrafyasını ve yerleşim yerlerini gösterir: “Gagauzlar Bucak (Besarabya) bölgesine sadece Bulgaristan’ın güneydoğusundan ve Yunanistan’dan, Makedonya’dan, Romanya’dan ilk zamanlar onsekizinci yüzyılın sonlarında, 1787-1791 Rus-Osmanlı savaşları esnasında, 1806-1812 Osmanlı-Rus savaşları esnasında da bu göçler devam etmiş. Bütün bunlar Bucak’taki Gagauz yerleşim yerlerinin sadece ondokuzuncu asırda kurulmadığını göstermektedir.” Bir başka tarihlendirmede ise: “Osmanlı İmparatorluğu yönetimi altında yaşayan Gagauzlar 18. ve 19. yüzyıllarda Balkanlardaki bağımsızlık hareketleri sırasında Bulgarların baskılarına dayanamamış Tuna ırmağı üzerinden Rusyaya göç etmişler (1750-1856) Tuna bölgelerine (1769-1791) ve Besarabya’ya (1801-1812) yerleşmişlerdir” denir.
Amacımız Gagauzların tarihleri hakkında bilgi vermek değil. Bu derleme ile bir gerçeğe dikkatinizi çekmek istiyoruz. Gagauz halk kültüründe bu coğrafyaların izleri hâlâ canlı bir biçimde yaşamaktadır. Bugün bir Gagauz, Tuna’yı, Balçık’ı hatırlamaz ama Balkan Türklüğünün ortak türkülerinden birisi olan “Alişimin Kaşları Kare” isimli türkünün nakaratı, Gagauzların dilinde şöyle tekrarlanır:
Görmedin mi ol civan Alişimi Tuna boyinda (Balçık yolunda)
(Zajaczkowski, s.67) (4)
Asırlarca, Bizans, Osmanlı, Bulgar, Romen, Sovyet, Moldovan ve Ukrayna bayrakları altında, varlıklarını ortaya koyamayan, sürülen, ezilen, horlanan, kullanılan, asimile edilmeye çalışılan bu küçük Türk topluluğu, azınlık psikolojisiyle sımsıkı sarıldıkları dilleri gibi, kültürlerini de kıskançlıkla muhafaza etmişlerdir. Gagauz Türklerinin folklorunu, tabiatiyle kültürünü, dört katman olarak görmek ve değerlendirmek gerekir:
1. Hristiyanlık öncesi kültürlerinden getirdikleri adetler ve inanmalar;
2. Hristiyanlık,
3. Komşu kültürlerin (Bulgar, Romen, Rus, Moldovan, Ukrayn) tesiri;
4. Önce Selçuklular, sonra Osmanlılar vasıtasıyla Gagauz kültürüne yerleşen İslâmî motifler, inanmalar, âdetler… Bu tesirleri Gagauzların bütün hayatında canlı bir biçimde müşahede etmek mümkündür.
Gagauz kültürünün, tabiatıyle folklor ve halk edebiyatlarının derin yapısını incelediğimizde onsekizinci yüzyıla kadar yaşadıkları Dobruca yöresi ve Tuna coğrafyasının en önemli şekillendiricilerden birisi olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Elbet biz çalışmamızda bu şekillendiricileri tespit ve tarif imkânına sahip değiliz. Bu toprakların bir kültür atlasını, sadece folklor yahut halk edebiyatı ile sınırlı değil, müzik, dans, tiyatro, mimari, plastik sanatlarla da besleyerek hazırlarken Gagauz rengini de unutmamak gerektiğine inanıyoruz.
Bugün Gagauz Türkleri arasında hâlen anlatıla gelen destan yahut legenda dedikleri Köroğlu, Aşıg Garip, Garip Kamber anlatmalarının; Bizim Nastradin dedikleri Nasreddin Hoca, Köse fıkralarının…Balkanların, Dobruca’nın mirası olduğu inancındayız. Bu mirasa türkülerin, ağıtların, manilerin büyük bir kısmını da dahil edebiliriz. Ancak Tepegöz gibi anlatma parçalarının daha önceki zamanların izlerini taşıdığı, bir büyük destanın küçük bir parçası olduğu da gerçektir.
Türk coğrafyasının en önemli destanlarından Köroğlu, Manov’un verdiği bilgiye göre Gagauzlar arasında da yaygındır. “Anadolu’da yapmış olduğu yiğitlikler Gagauzlar arasında da yayılan Köroğlu, bir ara Dobruca’ya geçmiş, orada da mücadeleye devam etmiş. Nihayet tekrar Anadolu’ya dönmüş ve orada ölmüş.”tür (T. Acaroğlu çevirisi, s.121) (5)
Ben bir Köroğlu’ydum dada gezerdim,
Çalıya çırpıya kelle dizerdim,
Esen lüzgardan izler seçerdim,
Kimsem yoktu Balkan’da yalnız gezerdim,
Demir topuzlan kelle ezerdim,
Ben edi daya hükm ederdim,
Geçenden baçını isterdim.
Türküdeki, “Kimsem yoktu Balkan’da yalnız gezerdim,” mısraı Gagauz ruhunun ifadesidir sanki… Hayatlarını tarım ve hayvancılıkla idame ettiren bu halk, Menzel’in ifadesiyle çalışkan, dürüst ve çok gururludur. Ama, Hristiyan oldukları için Osmanlı İmparatorluğu tarafından ihmâl edilmişler; mensup oldukları yönetimler tarafından Bulgar, Rum… gibi halklara dahil edilmeye çalışılmışlardır. Tarlada, sabanda, hayvanlarının peşinde Türkçe konuşan; daha da önemlisi Allah’a yönelirken kendi dillerinde yakaran Gagauzlar daima yalnız kalmışlardır.
Gagauz folkloru ve halk edebiyatında Tuna’nın ayrı bir yeri vardır. Bir türküde:
Yıldırcım gittim Tuna’ya
Tuna başında pınar var,
Pınar başında kızlar var,
Kızlar var, bez çırpêrlar,
Olannar ot biçerlär.
Ey mari kız, versene bakırcını,
Sulayım ben dä al kuratcıımı.
Ey, bä olan, sän nereliysin?
Ey, mari kız, ben bir Beşalmalı,
Bu gece bän burada kalmalı.
Bir başka türküde bir Gagauz genciyle ağabeyinin acıklı hikâyesi vardır:
İşidiniz, söleyim,
Nelär oldu Tumarvada,
Tumarvada, Tuna suda.
Tanas olan yavklu oldu.
Çarşamba günü perşembää karşı
Kalktı Tanas agasına vardı:
-Hadi, bre batö, kasabaa gidelim,
Genç gelinmä ruba seçelim,
Kumaş bulalım, şarap içelim.
Tuna boyunda yarışmak gider,
Kayıkçılar suda üzer.
Tanaslan agası ruba aldılar,
Ruba