“Ağabey telefonu açar mısınız, Yesenaliyev olduğunu söylüyor” dedi.
“Ben Kabışev, buyurun” dedim ahizeyi kaldırıp.
“Askerî rütbeniz nedir?” dedi kurnazca çıkan hoş ses.
“Kimsiniz?” dedim beklenmedik sorusuna ister istemez şaşırarak. Sekreter hanımın ilettiği not üzerinde düşünmeye vakit bulamamıştım.
“Ben Yesenaliyev, Mihail İvanoviç, Dışişleri Bakanlığı’ndan.”
“Ha Hakim ağabey, selamünaleyküm.”
“Aleykümselam. “Ben Kabışev, buyurun” dediğinizi duyunca en azından yüzbaşı veya binbaşı rütbesine sahip askerî olabileceğinizi düşündüm, yanılıyor muyum yoksa?” dedi yumuşak bir sesle. “Eyvah yanıldınız” diyecek gibi olup dilimi tutmayı başarabildim:
“Oldukça yanıldınız Hakim ağabey. Ben, askerin yanına yaklaşmış biri bile değilimdir, Hitler’in yanında onbaşı bile olamadım” dedim. O, yüksek bir kahkaha attı ve:
“Ulusal “Ara-Şmel (Arı)” Dergisi Yazı İşleri Müdürü’nün direkt numarası var mıydı? Merkez Komite’nin telefon rehberinden bulamadım” dedi.
“Var tabii. Birilerine lazım olduğu için alı koymuştur” dediğimde o bir daha gülerek:
“Öyleyse Gabeke, o numarayı alıp bana bir uğrar mısınız? Konuşulması gereken bir konu vardı. Makamınız ve boyunuz yüksek olsa da yaşınız küçük ya sözüme kulak asarsınız değil mi?” diye şaka yaptı.
“Hakim ağabeyi çağırdığında kardeşi hiç gelmezlik yapar mı, saat kaçta geleyim?”
“Öğleden sonra istediğiniz saatte buyurun gelin.”
Saat 3.00’te (15.00’te) gittim. Mir Sokağı’ndaki tek katlı ahşap evin genişçe odası. Bakan değil, en fazla Bakanlığın Daire Başkanının oturacağı sade bir oda. Hakim Bey hemen yerinden kalkıp masası üzerinden elini uzatarak karşıladı. Selamlaşıp hâl hatır soruştuk. Birazcık çapraz duran yuvarlak masa başına oturduk. Çay söyledi.
“Çalışma odamızın durumu budur, sizde böyle odalar yoktur” diye gülümsedi.
“Hakim ağabey değişelim, bizde kışın soğuk, yazın ise sıcak olur, öğleden sonra güneş tüm ışınlarını saçtığında tepemden tırnağıma kadar terler, kaçacak yer ararım” dedim. Dergimizin Yazı İşleri Müdürlüğü Almatı’nın meşhur yeşil pazarı yanındaki 12 katlı cam ve betondan yapılma binanın en üst katında idi. Hakim Bey gülerek:
“Değişelim” dedikten sonra yerinden kalkıp küçük bir bina maketini getirerek: “Bizim yeni binamızın maketi işte, bizzat kendi denetimimle yaptırdım, seneye böyle bir binada oturacağız” diye ekledi ve binada kaç oda olacağı, içi ile dışının nasıl olacağı hakkında bilgiler verip etrafına birkaç bina daha yapılacağını, şu anda bulunduğu binanın olduğu gibi kalacağını söyleyip binanın tarihî yapı olduğunu, mimarmış gibi büyük bir istekle anlattı.
Birbirimizi daha yakın tanıma fırsatı bulduk. Dışişleri Bakanlığı’nın bugünü ve yarını üzerine düşüncelerini paylaştı. Edebiyatla, sanatla, basınla, bizim yergi dergimizle ilgili fikirlerini belirtti. Sohbetimizin çerçevesi epey genişti. Parti Merkez Komitesi Kültür Dairesi’ne on iki yıldan fazla bir süre başkanlık eden Hakim Bey hakkında genelde iyi şeyler duymuştum. Tersini söyleyenler olsa da, onların sayısı fazla değildi.
“Hakim ağabey bu görüşmemiz benim için çok değerli ve verimli bir görüşme oldu. Kaymaklı koyu çayınız da çok lezzetliymiş. Çok çok teşekkür ederim. Çok beklemeyeceğimi umduğum bir sonraki görüşmemize kadar bugün size son bir soru sorabilir miyim?”dedim.O, küçük gözleri gülümseyerek “evet” anlamında başını salladı.
“Merkez Komite’deki görevinizden memnun musunuz? Üzülmüyor musunuz?” dedim.
“Memnunum… Ancak üzüntüm de yok değil…” Hakim Bey’in yüzünde beliren tebessümün yerini ciddiyet aldı ve acele yetmeden şunları söyledi: “Hukuk bölümü diplomamla diplomat olarak çalıştım. Başkası bir yana, Merkez Komite Kültür Bölümü’ne on üç yıl kadar başkanlık etmem o kadar yıl diplomat olduğum anlamına gelir. Edebiyat ve sanat insanlarıyla sen de bilirsin ki hep onlarla birliktesin, diplomasi diliyle konuşmazsan tökezlersin. Bir iki tökezledikten sonra yıkılır, yıkıldığın yerde kalırsın. Söz gelimi yazarları örnek verecek olursam tartışmaktan usanmayan İlyas Yesenberlin ağabeyle, normal yaşamında çocuk gibi olup düşünce çarpışmasında keskin hançere dönüşen Anvar Alimjanov’la, fırtına gibi esen Juban Moldagaliyev ağabeyle, kibirliğini eksik etmeyen Oljas Süleymenov’la… Hangi birini söyleyeyim, onların hepsiyle tartışmalı bir meseleyi çözmek alevli ateşin üzerinden geçmek gibi zor bir şeydi. Yazarlarımızdan birine: “Devleti yönetmek seninle anlaşmaktan daha kolay olmalı” diye şaka yapmıştım. Gerçekten öyle değil mi? Ne dersin?”
“Bilmiyorum, hiç devlet yönetmedim” diye şakayla cevap verdim.
“Vay yergici, vay… Ya bu arada şunu da belirtmek isterim, sizinle, yergicilerle hiç çalışmamışım. Siz normal şartlarda huysuz görünseniz de tartışmaya pek gelmiyorsunuz değil mi?”dedi o kurnazca konuşarak.
“Evet biz tartışma taraftarı değiliz, üste alta dilekçe yazıp duracağımıza hiciv yazıları, komik öykü ve şiirimizi yazarak sakin bir yaşam sürmeyi tercih ederiz.” cevabını verdim.
Kazakistan’ın demokrasiye ayak basmasında büyük emekler veren kişi bana göre Hakim ağabeydir. Azat Hareketi’ni organize eden üç kişiden biridir. El ele tutarak yolda çıktığı iki arkadaşı bazı hesaplarla başka bir harekete “göç ettiğinde” de hiç tepki göstermeden hayırlı çalışmalarına devam etti. Azat Partisi’ni kurup parti başkanlığına seçildi. Ancak iki üç yıl sonra o tarafa veda ederek hiçbir örgüte ve partiye resmî üye olmadan dışarıdan danışmanlık yapmayı daha uygun buldu ve yazı işlerine ağırlık vermeye başladı. Kazakistan’ın egemen, bağımsız ülke olması, demokratik, hukuki devletler arasına dâhil olması gerektiği yönünde edebî havada pek çok makale yazarak düşünceyi cesaretli ve açık bir şekilde belirtme örneğini sergiledi. Bir kere, Dışişleri Bakanlığımızda Özel Yetkili Büyükelçi iken Ayteke Biy Sokağı’ndaki yeni konsolosluk binasının koridorunda, yeşilimsi kanepe üzerinde oturup sohbet ederken (Hakim ağabey odasında değil, o kanepede oturup sohbet etmeyi çok severdi.Daha sonra ikinci defa ziyaretine gittiğimde: “Dar odayı ne yapacağız, gidip geniş kanepemize oturalım” diye şaka yaptığını hâlâ hatırlarım) konuşmamız siyasi konulara çevrildi (doğrusu çoğu zaman siyasi konuları konuşurduk) ve:
“Hakim ağabey muhalefeti olmayan bir ülkenin tam bir ülke olamayacağını söylüyorsunuz, bizde ise muhalefet hem var gibi hem de yok gibi, bu nasıl oluyor?” dedim. Hakim ağabey başını salladı ve sorumun cevabını dışarıdan aramak istercesine yan oturup camdan dışarı bakarak düşünceli konuştu:
“Bu konu uzun uzun anlatmayı gerektiren bir konudur, ancak sana kısaca anlatmaya çalışayım. Ruslarda bir atasözü vardır, Kazakçalaştırırsak: “Turna balığı, küçük balıkların rahat olmamaları için yaratılmıştır” denilebilir herhâlde, muhalefetin rolü de budur. Muhalefet, ülkenin, halkın çıkarı için hükümetin hem eleştiricisi hem danışmanı olmalıdır. Bizim devleti de, hükümetide komünistler, muhalefetin adını silenlerin takipçileri