–Salatadan daha fazla yemelisin, barsakların için.
–Yiyorum anne.
–Daha fazla, daha fazla.
Bugün salatada yemeklerde çok güzel olmuştu. Demek ki annesinin gün içinde morali çok iyiydi.
–Sen ne yaptın?
–Her zaman ki işler, mermer fabrikasının sosyal işlerinden ne olacak.
Orta ölçekli bir mermer fabrikasıydı X’in çalıştığı yer. Askerlik dönüşünde bulmuştu bu işi. Rahmetli babasının hatırına işe almışlardı onu. Ticaret Lisesi mezunuydu, biraz da muhasebeden anlıyordu. Kısa sürede sevdirmişti kendini. Yaklaşık on yıldır çalışıyordu.
Askerden döndüğü yıl C’ye aşık olmuştu. Ama iş ciddileşip evlenme teklif etmek istediğinde annesinin durumunu anlatmıştı saklamadan. Bu da ilişkilerinin sonu olmuştu. Ya X’de de çıkarsa bu hastalık diye korkmuştu C. Anlatamamıştı ona. Annesinin hastalığının genetik olmadığını ağır bir travma sonucu geliştiğini. Sonra da hiç bulaşmadı aşka. Bu hayatı kanıksadı adeta. Hiçbir kız kabul etmez diye düşündü hasta bir annenin oğlunu.
Geçenlerde teyzesi aramıştı Konya’dan “Seni evlendirelim, kendi hayatını kur. Anneni de bir hastaneye yatıralım” diyordu. Hep aynı laflar hep aynı terane diye düşündü . Herkes aynı şeyi söylüyordu ama hiç kimse annesini hastaneye götürmeye gelmiyordu. Söz de ilgileniyorlardı onunla. Samimi olmadıklarını anlayalı çok olmuştu ama yine de sesini çıkarmadan dinlemişti teyzesini.
–Boris Yeltsinle de görüşmem var ama şimdi Bush’u kızdırmayım değil mi?
–Ne görüşeceksin ki
–O da KGB’Ye çalışmamı istiyor ya…
–Aman anne bir devlet adına çalışmak yeterli bir de Rusya’yı çıkarma başımıza.
–Bende öyle düşünüyorum. Zaten bu iş beni çok yoruyor, ikinci bir işi kabul edemem. Hem Amerikan çıkarlarına aykırı olur.
–Bir sen kalmıştın Amerikan çıkarlarını düşünmeyen, diye geveledi. Annesi anlamadı.
–Efendim
–Yok bir şey haklısın diyorum.
–Ha sana söylemedim değil mi? Dün gece baban geldi.
–Ya
–Yaa ama almadım eve.
–Niçin?
–İki elinde iki silah vardı, birisiyle seni birisiyle beni öldürecekti.
–Anne babam bizi niye öldürsün?
–Sen bilmiyorsun o bana kızıyor, Amerika adına çalışıyorum diye. Baban Rusya yanlısıydı biliyorsun.
–Hıı.
–Kapıyı çaldı çaldı gitti.
–Duymamışım
–Nasıl duyacaksın ben onu uyardım çocuk uyuyor içeride, sessiz ol diye sadece benim duyacağım kadar çaldı.
–Haa
Masayı birlikte topladılar. Bulaşıkları birlikte makineye yerleştirdiler. Sonra birlikte salona geçtiler. Koltukların üstü el işiyle doluydu. Ama annesi onun oturduğu koltuğu hep boş bırakıyordu. Kendisi de el işlerinin arasında bir yer bulup oturuyordu. Bir sigara yaktı Z.
–Anne içme şunu
–Korkma bugün üçüncü sigaram çok azalttım.
–Peki, tamam.
–Saddamın karısına mı gönderiyim şunu yoksa Barbara’ya mı? Elinde tuttuğu işi gösteriyordu ama X bunu hiçbir şeye benzetemedi.
–Ben göndermem ona göre, kargo ücreti çok yüksek dedi.
–Haklısın ikisinin de canı cehenneme.
Televizyonda ikisinin de sevdiği dizi başladı. Annesinin hiç konuşmadan seyrettiği birkaç diziden biriydi. Az sonrada olduğu yerde uyuyacağını biliyordu. Hemen öteki odadan bir battaniye getirdi annesinin üstüne örttü. Annesi itiraz etti.
–Hayır hayır bu sefer uyumadan sonuna kadar izleyeceğim dedi
–Peki sen bilirsin.
On dakika sonra annesinin düzenli nefes alış verişi başladı. Uykuya geçmişti işte. Kalkıp az önce getirdiği battaniye ile üstünü örttü. Z bir ara gözünü açıp
–Yarın unutma haa. Başkan Bush’un vereceği önemli belgeleri getir.
–Tamam anne…
CAN TIKIRTILARI
Gelip geçeni izleme, onlara bir hikâye uydurma huyu yeni başladı bende. Yolda yürürken, otobüste dolmuşta yolculuk ederken, etrafıma daha dikkatli bakıyorum kaç zamandır. Eskiden bir çocuk gibi araba plakalarının harflerinden anlamlı kelimeler türetirdim. Şimdilerde bıraktım bunu. Yeni alışkanlığım insanların yüzüne bakarak onların hikâyelerini yazmak.
Bu, zararlı bir şey değil biliyorum ama ben onları izlerken, aklımdan hikâyelerini yazarken yüzümün ne hal aldığını merak etmiyor değilim. Ben birilerini izlerken birileri de beni izleyip benim hikâyemi yazıyor mudur acaba? Bu ihtimal bile vazgeçiremiyor beni bu muzip, yeni alışkanlığımdan.
Ankara Adliyesindeki banka şubesindeyim. Benimle ilgilenecek olan tombul ve güler yüzlü memur; hani içimden, evli, iki kız çocuğu babası, evde de aynı burada olduğu gibi munis, kendi çayını kendisi doldurur, ara sıra bilgisayar oyunlarına takılır ama asla kendisini oyunlara kaptırmaz, aklı başında diye hikâyesini yazdığım Selahattin Beyin, bir müşterisi var. İşleri biraz uzun sürecekmiş. Zamanımın olduğunu söylüyorum ve beklemeye başlıyorum. Oturduğum koltuktan bankanın önünden gelip geçenleri rahatlıkla görüyorum.
İşte genç bir kız. Merdiveni koşarak iniyor. Evden aceleyle çıkmış olmalı. Saçına başına fazla özenmemiş. Belli ki çalıştığı avukatlık bürosunu açıp ortalığı düzenledikten sonra, tam da ocağa çay suyu koyarken yanında çalıştığı avukat arayıp:
“Nuray, ben bugün Polatlı’ya gidiyorum. Asliye on dörtteki duruşma için erteleme talebinde bulunacaktık, aklımdan çıkmış. Sana bıraktığım imzalı formlardan birini doldurup mahkemeye götürür müsün?” demiş olmalı.
Nuray koşuyor. Saat dokuz buçuktan önce yetiştirmeli dilekçeyi mahkeme kalemine. Sonrasında Nuray rahat… Nasıl olsa avukat Polatlı’dan, öğleden önce dönmez. O zamana kadar büronun tek hâkimi kendisi. Buradan çıkışta yolunun üstündeki Hicaz Pastanesinden iki poğaça, biraz börek alır, büroya gittiğinde çayını demler ve alt kattaki kuaför çırağı Arzu’yu da çağırır, kaynatırlardı, kız kıza…
Arzunun son zamanlarda görüştüğü bir çocuk vardı. Biraz ondan konuşurlardı. Bakalım Arzu’nun erkek arkadaşının Nuray’a uygun bir arkadaşı var mıymış? Aman olsa n’olacak? O da Arzununki gibi işsiz güçsüz olurdu herhalde. Oysa Nuray’ın hayalinde zengin bir koca vardı. Hem annesi de demiyor muydu? “Gözünü dört aç. İş hanındaki genç avukatlardan birini ayarlamaya bak.” diye. Ne yapsındı Nuray, Arzu’nun erkek arkadaşının arkadaşını.
oktandır eskimiş çantayla işe gelip gidiyordu Nuray. Şu ağabeyine aldıkları kamyonetin kredi borcu bir bitse biraz kendisine para harcayabilecekti. Ya da avukatı Polatlı’daki arazi davasını kazanıp, yüklü bir ücret alırdı