Sıcak Taşlar. Bulgaristan Yazarlarından Hikâyeler
ELİNİZDEKİ KİTAP HAKKINDA
Halkları buluşturan, birbirleriyle yakınlaştıran birçok faktörün arasında edebiyat ve sanat da önemli yer tutar. Tarihin farklı dönemlerinde Türk ve Bulgar Edebiyatı temsilcileri halklarımızın kültür değerlerine ilgi göstermiş ve yapıtlarıyla birbirlerini tanımalarına yardımcı olmuşlardır. Tırnovalı büyük şair, yazar, gazeteci, devlet adamı Petko R.Slaveykov ve Nayden Gerov, Stoyan Çilingirov, Mihail Arnaudov, N.Kaufman, Doroteya Dobreva gibi birçok bilim adamı Türk Halkbilimi ve sanatının Bulgar kültür ve sanatıyla karşılıklı ilişkileri üzerinde çok yönlü çalışmalar yaptığı bilinmektedir. Petko R.Slaveykov’un (1827-1995) iki binin üzerinde Türk atasözü derleyip yayınlamış olması bu hizmetlerin en güzel örneklerindendir.
Elin Pelin’in, Yordan Yovkov’un, Georgi Karaslavov’un hikâyeleri, Dimitır Dimov’un Tütün’ü, Peyu Yavorov, Geo Milev, Elisaveta Bagryana, Blaga Dimitrova, Atanas Dalçev, Radoy Ralin, Damyan Damyanov vb. şairlerin şiirleri ülkemiz okurlarının beğenisini kazanmıştır.
Bulgaristan halkı da Reşat N.Güntekin’in Çalıkuşu, Yeşil Gece, Halide Edip’in Sinekli Bakkal, Yakup K.Karaosmanoğlu’nun Yaban, Sabahattin Ali’nin Kuyucaklı Yusuf, Kürk Mantolu Madonna, Yaşar Kemal’in İnce Memed, Orhan Kemal’in Murtaza, Necati Cumalı’nın Acı Tütün romanlarıyla, Tevfik Fikret, Necip Fazıl, Yahya Kemal, Sait Faik Abasıyanık, Cahit S. Tarancı, Fazıl H.Dağlarca ve daha birçok şair ve yazarın eserleri aracılığıyla Türk Edebiyatını, tüm vasıflarıyla Türk insanını, onun sosyal, ekonomik ve kültür hayatı hakkında bigi edinmiştir.
Bu uğurda emek veren her iki ülkenin girişimci kurum ve kuruluşlarını, kültür ve sanat adamlarını takdir etmek borcumuzdur.
Elinizdeki almanağa (derleme) gelince; Avrasya Yazarlar Birliği bu çalışmayı yüzyıllarca birlikte yaşadığımız komşu Bulgaristan halkıyla karşılıklı kültürel ilişkilerimizin gelişip güçlendirilmesine katkıda bulunmak arzusuyla yapmış bulunuyor.
Yazarlar, insanları birbirine kavuşturan yollara köprüler kuranlardır. Onların barış, kardeşlik ve insanca bir yaşam ülküsü insanlığın maneviyatını besleyen pınardır. Birliğimiz adına derlemede adı geçen ve geçmeyen Bulgaristanlı sanatçılara ve eserlerinden örnekleri dilimize aktaran İslâm Beytullah Erdi ve Fevzi Kadıoğlu’na şükranlarımızı sunuyor, çalışmalarında başarılar temenni ediyoruz.
Bulgaristan Yazarlarından Hikâyeler
ELİN PELİN
Hikâye yazarıdır. 1887’de Sofya’nın Baylovo köyünde doğdu. Rüştiye tahsiliyle birkaç yıl öğretmenlik yaptı. Liseyi bitirince Sofya’ya yerleşti. Burada “Selska Razgovorka” ve “Bulgaran” adlı gazetelerde redaktör olarak çalıştı. Çok okuyarak kendini yetiştirdi. 1904’te “Razkazi” (Hikâyeler) adıyla tüm hikâyelerini kitaplaştırdı. Daha sonra hem nesir hem de nazım alanında değerli eserlere imza attı. Köylülerin hayatını işleyişinde gösterdiği ustalığından dolayı Bulgar edebiyatında kritik realizmin öncüsü olarak üne kavuştu. 1949’da vefat eden yazarın “Geratsite” adlı nuveli, “Andreşko”, “Napast Bojiya” (Allah’tan Gelen Felâket), “Vyatarmata Melnitsa” (Yel Değirmeni), “Proletna İzmama” (İlkbahar İğfali) vb. hikâyeleri hâlâ beğeniyle okunmaktadır.
ÇİFT SÜRERKEN
Öyle bir yağmur yağdı ki, bütün hafta sürdü. Sakin, yavaş yavaş, gece gündüz hiç dinmeden yağdı, yağdı, iyice kandırdı toprağı. Ardından da hafif bir yel esti, gökyüzü açıldı ve sıcak güz güneşi etrafı ısıtmaya başladı. Tarlalar kurudu ve hava tam çift sürecek gibi oldu.
Kenar Bone yine Gökmen’le Akman’ı koşup sabanın arkasından yürüdü. Tarlası güzel, geniş, kuytu bir vadideydi. Toprak kabarmış, şeker gibi ufalanıyordu. Üvendireyi savurarak:
–Deh! Haydi kardeşler! diye bağırdı.
Ve işte çiziler artıyor, iki evlek, üç evlek… Bone’nin gamlı, kederli yüzü açıldı biraz. Yoksulluğunu unutarak ıslık çalmaya başladı. Etrafta kimseler yoktu. Ormanın içinde sonbaharın çıplak ayakları hışırdıyor ve kuru çalılar hafifçe çıtırdıyordu.
–Hadi Gökmen’im haydi kuzum! diye bağırıyordu. Fakat Bone ineğin gittikçe yorulduğunu, takatsiz kaldığını da görüyordu.
–Duur!.. Hadi biraz mola verelim!
Yorgun hayvancağızlar durdu. Bone önlerine geçip alınlarını okşadı.
–Akman, insanlık denen şey yok sende. Çok yordun Gökmen’i. Doğru değil mi Gökmen’im? dedi.
Gökmen’le Akman gamlı gözlerle ona bakıyorlar ve ağır ağır soluyorlardı. Köpük damlıyordu Gökmen’in ağzından. Beyaz arkadaşına baktı ve kederli kederli başını eğdi.
Bone:
–Ne var kuzum? Söyle! Zor mu geliyor sana benim zebunum? Yüreğin ağlıyor kuzum. Bugün de biraz çalışalım, yarın yortu, bütün gün dinleneceksiniz.
Fakat Gökmen başını kaldırmadı. Sahibinin sözleri sanki teselli edememişti onun hasta yüreğini. Hızlı hızlı çarpıyordu küçük böğürleri. Bacakları titriyordu.
–Söyle zayıf Gökmen’im, neyin var? dedi Bone. Sonra sabanın sapından tutup haykırdı:
–Deh, hadi biraz daha gayret!
Akman adımlamaya direndi, Gökmen de geri kalmamaya çalıştı ama olmadı, durdu.
–Deh! Hadi, hadi! diye bağırdı cesaret verici yüksek sesle Bone. Sesinin canlı bir yankısı duyuldu ormandan.
Akman yine ilerledi. Gökmen bir defa daha direndi, ama bacakları titreyerek yere yığıldı. Boyunduruğun üstüne düştü ve acı acı böğürdü. Bone korkarak üvendireyi elinden attı, çabucak Akman’ı boşandırdı ve şaşkın şaşkın Gökmen’in başına dikildi. Gökmen burnunu uzatarak, kaba toprağa sokmuş, gözleri kapalı, hareketsiz yatıyor ve ağır ağır soluyordu.
Bone endişeli bir sesle:
–Kalk, kalk Gökmen’im, kalk! diyor ve boynuzlarından tutup kaldırmaya çalışıyordu.
Gökmen güç halle gözlerini açtı, yalvarır gibi sahibine baktı ve sanki; bırak beni rahat öleyim demek istiyordu ve tekrar gözlerini yumdu.
Bone ah vah etmeye başladı ineğin etrafında, ne yapacağını bilemiyordu. Tarla yarı sürülmüş, yarı sürülmemiş yanıyordu güneşte. Gökyüzünden sadece tek bir güneş bakıyordu ve yavaş yavaş gün ortasını aşarak bayırların ardına sarkıyordu. Kimse yoktu yakında. Orman ıpıssızdı .
–Hadi Gökmen’im, kalk! Bak Akman sana gülüyor… Kalk! Şaka etme Gökmen’im. Kalk bak toprak ne kadar kaba, tam sürülecek gibi!
Ve Bone ineği boynuzlarından tutarak yavaş yavaş kaldırmayı denedi. Hayvan ayaklarını yere dayayarak son bir gayretle kalkmaya çalıştı ama, güç halle kımıldayabildi. Ve tekrar dermansız bir hâlde başını yere, kaba toprağa indirdi ve öncekinden daha ağır solumaya başladı.
–Yapma böyle Gökmen’im! Acı bana! Dinle! Sadece bu tarla kaldı. Sürelim, bitirelim, sonra istediğim kadar dinlen. Hiç koşmayacağım seni ölünceye dek. Senin Galitsa’n büyüyor o yardım edecek Akman’a. Sen bütün gün ahırda yatıp geviş getireceksin. Çocuklar ak bakırla su verecekler, tarayacaklar seni her sabah, yarma verecekler…
Sen düzelir, iyileşirsin, hiçbir zahmetin kalmaz, kavileşirsin değil mi Gökmen’im? O zaman Galitsa ile Akman koşulacaklar sabana, sen tarlanın ayırnağında otlayacaksın, onlara bakıp çalışın çalışın diyerek ferahlayacaksın. Akşamları Galitsa’yı boşandırdım mı, sana sokulup yalanacak, iyi akşamlar koca ana, diyecek… Kalk Gökmen’im, kalk! Hadi!
Fakat Gökmen ne kımıldadı, ne de gözlerini açtı. Sıtmalanmış gibi titriyordu hayvancağız.
Bone kalkıp bir parça ekmek kopardı ve tuzlayıp ağzına uzatarak:
–Al,