Kadın bebeği sevdi, okşadı:
– Şimdi neden ağlıyor? Eyvah, altına yapmış bizimki. Altındaki deri bezi değiştirelim.
Herel de tekrar kara sandığına gitti.
Mıyıs-Kulak “Çocuk sahibi mi oldunuz? Nereden buldunuz?” diye sordu.
Herel diyecek söz bulamadı, sadece sandığını hışırdatarak karıştırmaya devam etti. Kadın bebeği okşarken “Nereden buldunuz da ne demek!” diye homurdandı.
– İnsanın evladı yerde mi yatar, evinde yatar herhalde. Acele et, bezi getir adam!
Sandıktan da bir deri alıp gelen Herel, bebeğin altını alırken söylenip durdu:
– Onun adı Eres! Onun adı Eres!
Çadırdakiler yemek yemeye başladığında Herel doğruldu, keçe ile sarılıp ısıtılmış kavak fıçıdaki hoytpağı karıştırdı:
– Mıyıs-Kulak dede geldi, şuncağızın neye benzediğini görmüş değil hanım. Biraz hoplatıver.
Herel, lafı değiştirmek için “Soğuklar da başladı, göç zamanı da geldi” dedi, büyük kara tencereye hoytpak koydu, ağaç kökünden yapılma tahta kepçe ile hoytpağı karıştırdı, imbik ve demir kâseyi hazırladı.
Kısa süre sonra içki, imbiğin oluğundan hızla akarak ağaç kovayı doldurmaya başladı. Bu arada misafirin çenesi düşmüş, kulağının sağırlığı birden azalıvermişti. İmbikte kepçe dönerken suyun rengi değişmeye sıcak boja süzülmeye başladı26.
Yemek var, içki var, sohbet de güzel. İşte o anda Herel, hayatının mükemmel, kusursuz olduğunu düşünmeye başladı. Sonra çok ilginç bir şey oldu: Mıyıs-Kulak ansızın “Acelem var” diyerek ayaklandı, hızlıca atına bindi ve gitti. Herel, misafirinin dün gece eşinin bebekle birlikte geldiği yoldan atını dört nala sürerek gidişine baktı:
– Ne tuhaf biri!
Eşi, “Sen onun sağır kulağına mı şaşırıyorsun, yoksa çarpık dişlerine mi?” diye sordu.
– Sağır kulağına da çarpık dişlerine de…
– Yaa, işte insanlar böyle tuhaftır, dışarda gezen boğalar gibi…
– Ben onun kulağının sağırlığına inanmıyorum, şüphe duyuyorum. Onun o çarpık korkunç dişlerini de bir yerde daha gördüğümü hatırlıyorum.
– Böyle bir şey nasıl unutulur canım?
– Biz o zaman Agılıg nehrinin ağzının üst tarafındaki çayırlıklara göçmüştük. Beni vurup yaralamışlar, atımı da gasp etmişlerdi. O zaman bizi soyanların birisi dikkatimi çekmişti. Yüzünü kara bir bezle örtmüştü, üstelik onun sivri, çarpık dişleri vardı.
– Sen deli misin, neredeyse ölüyordun; ama ona rağmen onun gözünün çapağını bile görmüştün!
– Evet, Mıyıs-Kulak’ın dış görünüşü de ilginç.
– İlginç, ilginç. Söyleyecek söz yok. O zaman seni yaralayan, Çazaradır dedeyi vuran eşkıyaları Kırgıs Alday-ool ve adamları kovmuşlar, tek bir tanesi bile geride kalmamıştı. Bunu bana sen kendin söylemiştin canım.
– Evet aynen öyle. Hepsi temizlenmiş demişlerdi. Bunlar doğru, kurda tuzak kurarsan kendin tuzağa düşersin.
– İşte öyle. Oğlumuz altını ıslatmış.
Böylece konu kapandı.
Birkaç gün sonra Mıyıs-Kulak, kafasını içkiden kaldırdığı nadir zamanlarda, gördüklerini anlatmaya koyuldu. Önceleri onu dinleyenler ne anlattığını anlayamadılar. “Çocuğun başındaki bela gitti, şeytanların belası başkalarına geçti” dedikodusu Mıyıs-Kulak sayesinde bütün ağıllara yayıldı.
Çok geçmeden Mıyıs-Kulak Herellere yine geldi. Herel’e eşinin duyamayacağı bir anda gizlice bir sürü şey anlattı:
– Sizin bir oğlan çocuğu bulduğunuza dair dedikodu Agılıg’a sığmaz oldu. İnsanlar “Bulunan bir hayvan olsa da kayıt altına alınması lazım” demeye başladı. “Köy muhtarı Alday-ool’un emri altında olup da güvendiği kişiler bu durumu ortaya çıkardı” diyorlar. Sizin ifadenizi almak için çok geçmeden bir elçi göndereceklermiş muhtemelen. İyi birisin, her şeyi bilesin diye önce gelip haber verdim. Alday-ool, zorlu bir insandır. Halkın çocuklarının haklarını çok iyi korur. Agılıg’daki eşkıyaları biz temizledik diye övünüp dururlar. Hangi eşkıyalar onlar, gerçekte kimler? Çazaradır’ı öldürdüklerini kim görmüş! Soyguncuların kim olduğu da meçhul. Şimdi eninde sonunda sana musallat olacak. Dolaşmış ip yumağı gibi aklından ne geçer kim bilir! Halktan bir çekincem yok, insanlara karşı bir suç işlemişliğim yok, ben her zaman doğruları konuşurum. Olacakları iyice düşünüp bölge yöneticilerine haber verirseniz iyi olur diye düşündüm. Bir şey için için yanarken söndürmek zordur.
Mıyıs-Kulak çekip gitti.
Oyun Herel, karısına “Bu adamdan kuşkulanıyorum. Şimdi başımızı belaya soktu” dedi.
– Ne söyledi?
Adam, Mıyıs-Kulak’ın anlattığı her şeyi eşine de anlattı. Eşi, “Hakikaten şüphe duyulacak bir şey” diyerek düşüncelere daldı.
Karı koca gün batıncaya kadar düşünüp taşındılar. Artık evlat sahibi olduk, ana baba olduk, halkın MAE, ÇAE kuruluşlarına girip birlikte çalışsak iyi olmaz mı? Biricik atımızı halkımızın ortak malına katsak ne olur? Kirli, eski sarı keçeler taşıyıp, varla yok arası bir birkaç hayvan besleyip avare gibi göçüp daha ne kadar yaşarız? Atalarımızdan yüzlerce yıl boyunca bize ne ulaştı, miras olarak ne aldık biz? İnsanlarımıza olan borcumuzu nasıl öderiz?
Biraz sonra kocası lafa girdi:
– Düşündüklerimiz kesinlikle doğru. Aynı kanaatteyim. Buradan göçelim, Şivilig’e gidip yaşayalım!
– Agılıg’da sürünmek ne işe yarar? Çok eskiden beri bildiğimiz insanlar bunlar.
– Mıyıs-Kulak bana bir haber verdi. Şimdi gelip beni köyün muhtarı Alday-ool’un önüne sürdü.
– Mıyıs-Kulak’ta bir şeyler var, bize bir kene gibi yapıştı. Bebeği bulduğumuzu sadece o biliyordu, bunu insanlara o duyurdu!
– O okur yazar biri ama ben….27
Adamın nefesi kesilir gibi oldu, koynunda tuttuğu tütün kesesini arandı. Piposunu yavaş yavaş tüttürdü, uzun süre sessizce oturdu ve en sonunda:
– Benim fikrim bu, Mıyıs-Kulak’tan uzak duralım. Şivilig’de benim pek çok arkadaşım var. Onlardan biri de İrbijey. Geçen yıl ondan un almaya gitmiştim. Çok çalışkandır, elinden her iş gelir. Rus çiftçilerle de arkadaş. Çoluğu çocuğu da çok.
Sonraki gün kirli kara çadırın yeri ıssız kalmıştı. Vaktiyle içinde on kadar koyun keçi duran çitleri seyrek ağılın kapısı, içeri hiçbir kimse girmesin diye iyice kapatılmıştı. Çadırın sahipsiz kalan boz