Dolayısıyla Mar Bayciev’in de mensubu olduğu Kırgız edebiyatının kuruluş döneminde yazar tembelliği hastalığı olarak nitelendirebilecek hazır şablon edebiyatının en keskin sonucu ortaya çıkmıştı. Yazarlar Kırgız Sovyet yazarları perspektiflerini değiştiremiyor ve insan tanıma sanatından uzakta kaldıkları için karakter oluşturamıyordu. Aytmatov’un kaleme aldığı Yüzyüze’nin yayımlandığı 1956 yılına kadar durum böyleydi.
Stalin 1953 yılında ölmüştü. Komünist Parti genel sekreteri olan Hruşev, Stalin döneminde yapılan haksızlıkları açıkça eleştirmiş ve bütün Sovyet halkını kapsayan rehabilitasyon dönemini başlatmıştı. XX. Parti Kongresinde Hruşev tarafından okunan uzun mektupta kıyasıya eleştirilen Stalin ve Stalin dogmalarının halkta karşılığı sanıldığı kadar boş değildi. Stalin döneminde milyonlarca insan kıyıma uğramış, çalışma kamplarına gönderilmiş ve hapishanelere atılmıştı ancak bunların ekseriyeti aydın olarak nitelendirilebilecek bürokratlar, yazarlar, ressamlar, doktora öğrencileri ve akademisyenler, teknik bilimlerle uğraşan mühendisler vs. den oluşuyordu. Sıradan halkın uğraşı günlük meşgalelerden ibaretti. Stalin ve dogmalarıyla ilgilenen pek kimse yoktu. Yırtılan ayakkabının tamire gönderilmesi, koyunların yayılması, atların sağılması, fabrikada doldurulması gereken plan için fazla mesaiye kalınması gibi her toplumdaki sıradan insanlarınkine benzer dertleri vardı.
Genç bir üniversite öğrencisi olan Aşım Cakıpbekov, Hruşev’in tarihe “Gizli Söylev” olarak geçen ve halka daha sonra açıklanacak olan XX. Parti Kurultayında söyledikleriyle ilgili şunları yazacaktır:
Halk Hruşev domuzunun baldan tatlı diline, zehirli diline kanıyor. Gerçi eskiye göre şükür iyi yaşıyoruz. Öyle olsa da Stalin’e acıyasın geliyor, ağlayasın geliyor. Belki de (Gördün mü ben belki dedim, ihtimal halk da belki diyordur.) Hruşev domuzunun Stalin için söyledikleri doğrudur. Belki de Stalin öyle olabilir. Ama mektubun yüzde ellisi iftira. Yani yaptığı hatalardan dolayı Stalin’e olan inancı yerle bir etmek, büyüklüğünü gölgelemek olmaz. Neticede Stalin uzun zaman bu halkı yönetti.
Hruşev’in Stalin’e özel bir kininin olduğunu mektubun içeriğinden değil ruhundan anlamak mümkün. O kadar kin ve nefretle yazılmış ki mektubun içeriğine sinmiş bu duygular. Mektubun yazılışındaki kötü niyeti anlamak mümkün. Hepsinden de üzüntü verici olanı “Gerçekten de Stalin ismi sönecek mi? diye akla gelen soru! Gerçekten mi?
Mektup Kurultayda okunurken Molotov 17 “Er Kiev’de” deyip çıkıp gitmiş diyorlar. Daha bir sürü dedikodu.18
Bu satırlar Batı propagandasında korkutucu ve kimsenin sevmediği bir lider olarak gösterilen Stalin’in Sovyetler Birliği’nde sıradan insanlar arasında iyi bir imajının olduğunu göstermektedir.
Daha açık bir anlatımla sıradan halk içinde kimsenin Stalin’le alıp veremediği bir şey yoktu. Stalin dönemi de Stalin’in ölümünden sonra başlayan Hruşev devri de aydın kesimi yakından ilgilendiren travmatik bir durum ortaya çıkarmıştı. Stalin dogmalarına sıkı sıkıya bağlı aydınlar ve yazarlar Hruşev’in XX. Parti Kurultayındaki konuşmasına anlam verememişlerdi. Stalin hayattayken yazarlar birliği üyesi bir yazar olarak çalışma kamplarına gönderilmemek ya da bir iftirayla idam edilmemenin ön koşulu körü körüne Stalin dogmalarına bağlılık ve yukarıda tarifi edilen Jdanov poetikasının dışına çıkmamaktı. Ancak Stalin’le kapanmamış hesabı olanlar da vardı. Babası, dedesi ya da yakın akrabaları Stalin dönemindeki aydın kıyımına kurban gidenler için kapanmayacak bir yaranın hesaplaşması farklı şekilde görülecekti.
Bu dönemde babası idam edilerek öldürülen Cengiz Aytmatov, dedesi ve dayısı hapishanede vefat eden Salican Cigitov yine babası Stalin döneminde hapishanede ölen Mar Bayciev bunlara örnek olarak gösterilebilir.
Nitekim yukarıda örnek verildiği üzere Cakıpbekov benzeri üniversite öğrencileri bile Hruşev’i eleştirip Stalin ismine sadıkken Stalin döneminde zarar görenler XX. Parti Kurultayında okunan mektubu canı gönülden sahiplenmiş, nispi özgürleşme ortamının neler ifade ettiğini hızlıca idrak etmişti. Kırgızistan yazarları için de aynı durum geçerliydi. Buna örnek olarak Aytmatov’un kaleme aldığı Yüzyüze (1956) ve Cemile (1958) adlı eserleri zikretmek mümkündür. O zamana kadar yerleşik şablonun dışındaki bu iki eserden özellikle Cemile, Kırgız edebiyat dünyasında infiale neden olmuş, Cemile ile ilgili birçok toplantı yapılmıştı. 1930 ve sonrasında doğan genç yazarlar Cemile ve kitabın yazarı Aytmatov’a var güçleriyle sahip çıkarken Stalin dogmacıları kitabı ve yazarını yerden yere vurmuştu. Okur dünyası ise bilindik şablonun dışına çıkan bu eserlere hem ilgi duymuş hem de dönemin gerçekliğini yansıttığı için özdeşlik oluşturmuştu. Asker kaçakları bilinen bir gerçekti. Ancak Toplumcu Gerçekçiliğin Jdanov yorumlaması, hiçbir Sovyet eserinde sıradan bir asker kaçağına izin veremezdi. O zamana kadar edebiyatta çizilen asker kaçakları yabancı ülkelerin hesabına çalışan halk düşmanlarıydı. Sıradan bir köyde sıradan bir hayat yaşarken ansızın askere çağrılan Yüzyüze’deki asker kaçağı İsmail ise her şeyi ile halktan biriydi. Eserde bir olumlu kahraman yoktu. Kitabın evreni içinde hiç kimse eline bir meşale alıp karanlıkta kalan halkı aydınlatmıyor ya da cephede savaşan askerler için robot misali yorulmak bilmeden çalışmıyordu. Aksine eserin evreni açlık ve sefaletle boğuşan Sovyet insanını gösteriyordu. İsmail her sıradan köylünün yapacağı gibi ölmek istememiş, yine her sıradan insanın yapacağı üzere kendinin ve yakınlarının canını önceleyerek kitabın düğüm noktalarından birisi olan ineği çalarak kesmişti. İsmail’in karısı Seyde de bir kadında olması garipsenmeyecek duygularla donatılmış, yazar tarafından trajik bir ikilemde bırakılmıştı. Çocuk doğurma ve büyütme fıtratları nedeniyle kadınlarda nispeten daha fazla olan merhamet duygusunun Seyde’de hem kocasına hem de komşularına karşı olduğunu söylemek yanlış olmaz.19 Ezcümle İsmail’in ve Seyde’nin kutsal kusurları vardı. Mitoloji uzmanı Joseph Campbell bir insanı en doğru şekilde tarif etmenin yolunun kusurlarından bahsetmek olduğunu söylüyor.20 Bir karakter oluştururken yazar tarafından yapılması gereken ilk şey onun kutsal kusurunu düşünmektir. Ancak yukarıda altını birçok defa çizdiğimiz üzere olumlu kahramanların kutsal kusurları yoktu.
Resim 1: Cengiz Aytmatov, Mar Bayciev’le birlikte.
Aytmatov’un “Cemile”sinde geçen olaylar da sıradan insanların yaşayabileceği türdendi. Bu kitapta da olumlu kahraman yoktu. Romanın evreni sıradan insanların hepimize tanıdık duyguları ve zaafları üzerineydi. Ancak Stalin dogmacıları tarafından ülkesini korumak için cephede savaşan bir askerin karısının uzata uzata türkü söyleyen bir adama âşık olup onunla kaçması katlanılması zor bir hakaret gibi algılandı. O günlerin canlı tanığı Salican Cigitov’un tafsilatıyla anlattığı üzere Aytmatov’un