Mutludur o elini tutan kulun,
Aynı kutsiyet ve iffettir elin.
Parlıyordur sanki nûrdan bir balık,
Meleğin gönlü gibi paktır elin.
Dert ve hasretle ağılanmış gönül,
Ah güzel kız! Zehre tiryaktır elin.
Genç gönlü tutunca bırakmıyor hiç,
Bir sihirli, sırlı oltadır elin.
Her bahtın başı da ondan başlıyor,
Bir baht bahrine ulaşmaktır elin.
Ben elini tutunca aştım göğe,
Şüphesiz bir âli çardaktır elin.
Evet, boyun da endam Tuğba gibi,
Şu mukaddes dala yapraktır elin.
Şairane söz bu, sen de anlarsın,
Bu sıfatlardan da üstündür elin.
Dur, bir methedeyim diye düşündüm,
Övülmeye layık bir ündür elin!
Tukay, Zeytüne’nin boyunu posunu “Tuba gibi” diye cennet ağacına benzetiyor. Evet, ne kadar çabuk değişiyor dünya, aşk alevi dokununca! Daha yeni bu yılın başında şubat ayının sonunda Tukay, bir kız ile bir gencin arasındaki münasebetle ilgili, mizahî olarak yazdığı “Yeget İle Kız” (“Yiğit ile Kız”) adlı şiirini “El-Islah”ta yayınlamıştı. Martın sonuna doğru Tukay da aşkın seline kapılır. O zaman “Birinin durumuna kışın gülersen, baharda başına gelir.”13 atasözüne benzer durumun.
Yiğit: Severim kepçe gibi burnunu canım,
Âşık oldum, tamamen bitti mecalim.
Canımsın, ah elek ağzını öpsem!
Dert etmem o zaman hatta ölürsem.
Kız: Sevimsiz, ne gereksiz laflar söyler,
Kendisinin her yeri çok mu güzel?
Yiğit: Kızma ne olursun Gaynicemal’ım,
Seni küçümsemek değil amacım canım.
Senin gibi güzel kızlar seyrek ya,
Kadın alacaksam kepçe elek gerek ya!
Seni alırsam olacak hem kepçe hem elek,
Boşuna para dökmek neye gerek?
MUTLULUĞUN BAŞTAN AŞDIĞI AN
Bu dönem, Tukay’ın çok mutlu olduğu bir zamandı. Bu zamanda şiir bayramı hazırlıklarını sürdürüyor, bu bir. Zeytüne Hanım ile görüşüyor, bu iki. Keşke bu bahar onun özel hayatına bir değişiklik getirse! Çünkü şair, son altı aydır başkentin bunaltıcı hayatından bıkmış durumdaydı. Zeytüne “Bahar olduğundan her yer çamurdu. Ben konuşurken o, ayağı ile çamuru eziyordu. “Bu çenesi düşüğün sözü amma uzadı.” der gibi sanki benden çabuk kurtulmak istiyordu. (Sanki Çistay Mişeri kızlarından kurtulmak çok kolaydı! M. G.) Belki benimle konuşmak istemiyor, belki de gören olur diye utanıyordu. Ondan ayrılınca ablam kızdı bana “Neden bu kadar zamanını alıyorsun, biliyorsun ki onun işi gücü var. İşi sadece seninle konuşmak değil, belki acelesi vardır. Sen ise iki de bir lafı uzatıp duruyorsun. Bu kadar da gözlerinin içine bakmasan, ona doymazsın sanki. Ödüm patladı. Artık “Abdullah Bey, sizi seviyorum.” diyeceksin diye korktum.”. Ablamın bu sözlerine çok kızdım. “Neden öyle söyleyeyim ki? O, benim ağabeyim sayılır. Onun dikkatini çekme ihtimali de neredeyse yok. Benden büyük biri olarak baksa baksa sana bakardı. Ben ona saygı duyduğum için konuşmak istedim, onu yakından tanımak istedim.” dedim.
Bazen beni kızdırmak için ablam “Mavi güvercin gökte oynar eğer başın dönmezse; Çok sevsen de gidemezsin saçların bağlanmasa.” veya “Bakar şimdi, bakar şimdi, bakıp doyamaz artık; ne kadar baksan da ona o senin olmaz artık.” gibi mısralar söylüyordu.
Dertleştiğimiz bir sırada ablam bir sırrını bana söyledi. Kendisinin Fatih ağabey ile benim de Tukay ile beraber olmamı hayal edermiş. Bu durumu başkaları hisseder diye sağa sola bakınır, kendi düşüncelerimizden kendimiz utanırdık. Ama yine de “Bugün gördüğüm üç yiğidin giydikleri parlıyor; Fatih elma, İbray hurma, Tukay da ahududu.” diye söylerdik.” diyor Zeytüne. Fatih ağabeyleri onlara Edebiyat Gecesi için bilet ayarlamayı ve kendi yanında yer ayırtacağını söylüyor. Gelirken beyaz elbise ile beyaz kalpak giymelerini tembihliyor. Erkekler siyah kelepüş, bazı hanımlar ise kalpak üzerine ipek şal örtmüşlerdi.
Ön sırada Abdullah Tukay, Fatih Emirhan, Aliasker Kamal, Vefa Bahtiyar, Sagit Remiyev, Gafur Kulahmetov oturmuşlardı. “Salonda kocaman bir vantilatör, elektriğin sayesinde dönüyordu. Salonda kolejde okuyan bir Tatar kızı gazete ve dergi satıyordu.” diyor Tahir Mahmutov. “Koroya ben de katılıyordum. Biz beş altı tane türkü söyledik. Tukay iki şiirini okudu. Vefa Bahtiyar da onun birkaç şiirini okudu. Kemanda kör Kozlov, akordionda Gayfi birkaç şarkı çaldılar.”
Tabii ki Zeytüne’nin aklında daha çok Tukay ile ilgili hatıralar kalmış. “Akşam çok güzel geçti. Hele benim gibi böyle bir ortama ilk kez katılan birisi için hiç unutulmaz bir geceydi. Tukay’ın elinde buruşmuş bir kâğıt vardı. Gecede “Oturma” adlı bir şiirini de okudu. Şair, şirini ne sert ne de yumuşak bir tonla, hoş, vurgulu bir sesle okudu.”
SAADETLİ SAAT
Bazı zaman kara kaşlı, kara gözlü
Bir güzelle otururum ben yüz yüze.
O an işte o kız başlar muhabbete,
Görüp bildiğini söyler dize dize.
Gözlerinden alamayınca gözümü,
“Evet” diye cevaplayınca her sözünü
Düşünür, ben âşık anlarım sözlerinden,
Heykel gibi durakalınca önünde.
Tukay, sık sık Zeytüne’nin gözlerine bakıyor. Genç kız ise kendinden geçmiş bir vaziyette havada süzülen kuğular gibi duygularının peşine düşmüş şairin mısralarına eşlik ediyor.
Dinliyormuşum! Bilerek böyle oturtuyorum,
Göz bebeğimi sağa sola uçurtuyorum.
Yavaşça bir silkinip hareket ettiğinde
Kalkıp gidecek şimdi diye korkuyorum.
Böylece saadetli saat de geçiyor,
O da kalkıp kendi yerine geçiyor.
Bilmez