Cüzzam ve Aşk. Nikolay Yakutskay. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Nikolay Yakutskay
Издательство: Elips Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-625-6494-22-0
Скачать книгу
fiyattan fazlasına hayvanları satarak aradaki farkı da kendi alıyordu. Bu şekilde topladığı hayvanları Bülüü şehrine götürüp satıyordu. O parayla köylünün çar yolu parasını ödüyordu.

      Kıççık Miiterey köye döndüğünde çar yolu parasını diğer köy muhtarlarından önce toplamış oluyordu. Bölge idarecileri tarafından övülüyor, örnek gösteriliyordu. Derler ya “Su aynı yerde uzun süre akmaz.” işte o da civardaki bütün muhtarlar arasında birinci olmuştu. Muhtarların işini iyi yapanlardan bazılarına “üstün başarı” madalyası veriliyordu.

      İnsanın hayatı her zaman iyi veya her zaman kötü olmaz. Kıççık Miiterey’in hayatı da eksikti; her ne kadar hanımı Ogdooççuya neredeyse her yıl hamile kalsa da çocukları olmuyordu. O zengin olduktan sonra hanımı Ogdooççuya bir kız çocuğu doğurdu. Bir gün Ogdooççuya’nın çocukluktan beri kadim dostu olan Nılbaarıya Maarıya onu görmeye geldiğinde:

      – Bu güzeller güzeli kızı Tanrı’n verdi, dedi.

      – Önceki çocuklarım gibi, onun da fazla vakti olduğunu sanmıyorum, kötü bir kaderi olduğunu düşünüyorum, dedi Ogdooççuya iç çekerek.

      – Öyle konuşma! Tanrı Ayıı Toyon, bu güzeller güzeli kızcağızı koru!

      – Tanrı böyle yaparsa ona minnettar kalacağım. Bu benim son doğumumdur herhâlde.

      Gerçekten de Nılbaarıya Maarıya’nın duasında söylediği gibi kızcağız büyüyüp oldukça güzel bir kız oluverdi.

      Kıççık Miiterey kışın, 2 Aralık 1879 tarihinde, Bülüü şehrine giderek kızını kiliseye götürüp vaftiz ettirdi. Kızın vaftiz annesi Nılbaarıya Maariya oldu. Vaftiz babası, kızın ne zaman doğduğunu sorup kilisenin doğum kaydı dosyasına yazdı.

      Vaftiz annesi Nılbaarıya Maariya, kıza Ketiriine adının haricinde, güzel anlamına gelen Kere lakabını takmıştı. Kere Ketiriine, o zamandan beri Kıççık Miiterey’in yeni yaptırdığı birkaç odalı büyük ambarlı evde ailesinin gören gözlerinin bebeği, keskin dişlerinin eti oldu. Kızlarını kapalı havada dışarı çıkarmıyor, nemli yere ayağını bastırmıyorlardı. Kızlarını böyle büyütüyorlardı. Bir bahar mevsiminin sonuna doğru o tıkır tıkır yürümeye başladı. Buna herkes çok sevindi. Vaftiz annesi Nılbaarıya Maarıya’nın taktığı lakap da kıza tam uymuştu.

      Babası Kıççık Miiterey günden güne kızını daha çok seviyor, ona büyüleniyordu. O cimri biri de olsa şehre her gidiş gelişinde parasına bakmaksızın şekerlemeler, kurabiyeler ve bunların dışında şehirde yaşayan Rus çocuklarının oynadığı oyuncak bebeklerden satın alıyordu. Kızını oyuncak bebek gibi süslü, nakışlı elbiselerle giydiriyordu.

      Kere Ketiriine beş yaşını doldurup altısına girince annesi Ogdooççuya yakın dostu Nılbaarıya Maarıya’ya sordu:

      – Biricik kızım doğduğunda sen onun güzel olacağını nasıl bildin?

      – Çocuğun, ne kadar güzel biri olacağını biz Sahalar, önceden biliriz. Çocuğun doğumu ile birlikte büyüdüğünde nasıl görüneceği önceden kestirilip ona göre lakap takılır. Bu lakabı takanların hiçbiri yanılmamıştır. Sonra bu lakaplar onların daimî adı olur, dedi Nılbaarıya Maarıya.

      Bu gerçekten de Sahalarda çok eski zamanlardan beri süre gelen bir durumdur. Bebeğin görünüşüne, yapısına bakılarak verilen lakaplar sonradan onların adları olur. Bunu hayretle karşılayabilirsiniz. Bu, Sahaların hislerinde var olan bir özelliktir.

      Kere Ketiriine, yaş söğüt ağacı gibi ince ve zarifti. Özgür, sakin ve merhametli bir çocuktu. Bir gün Kere Ketiriine, ambarın üstünde yer alan delikteki kuş yuvasından kıpkızıl, yeni doğmuş bir yavru kuşun yere düşüp zar zor hareket ettiğini görünce onu alıp yuvasına koydu. Ketiriine, kuş yuvasını her gün ziyaret ediyordu. Yavru kuş biraz tüylenmeye başlamıştı. Bir müddet sonra kanatları da tüylenmişti. Onu izlerken Kere Ketiriine çok mutlu oluyordu. Kızının merhametini fark eden annesi Ogdooççuya, arkadaşı ve kızının vaftiz annesi olan Nılbaarıya Maarıya’ya:

      – Çocuğumuz Kere Ketiriine, benim rahmetli annem gibi çok merhametli, dedi.

      – Nenesi merhametli ve narin biriydi, mesut bir hayat yaşadı, dedi Nılbaarıya Maarıya. O, Ogdooççuya’nın yaşlı annesi Balbaara’yı iyi tanıyordu. Bir gün, güz mevsiminde, komşusunun bir yaşındaki inekleri gölün donmuş buzunun üstünde, gölün kenarında biten yeşil otları yerken buz kırıldı ve inekler oraya düşüp öldü. Yaşlı Balbaara, komşusuna acıyıp kendi kocasına haber vermeden genç gebe bir ineği ona verdi. Bunu kocası öğrenince “İneği geri al!” diyerek onu epey dövdü. Buna rağmen yaşlı Balbaara, ineği komşusundan geri almadı.

      Kısa bir süre sonra Kere Ketiriine on yaşını dolduracaktı. O zamanlar, Mastaah yakınlarında yaşayan, on hayvanı olan Çorguyar Süöder balık, özellikle de sazan avlıyordu. Kışın âdet üzere sazan yumurtası haşlayıp tuluma basıyor ve sazanları kışa hazırlanıyordu. Sazanları sırtlayıp göle götürüyor, uzun sırıklara bağlayıp gölün derin kısmına indiriyordu. O her yıl böyle yaparak sazanlarını hazırlıyordu. O kış, sazanları çıkarıp evine götürdü. Tulumun dikişlerini söktü. Tuluma biraz su girmişti. Bu sazanları atmaları gerekirken gece acıkıp eşiyle yedi. Ancak sazan bozulduğu için o gece ikisi de zehirlenip öldü. On dört yaşındaki oğulları Moloohoy Uybaan, o gün dedesi ve nenesini ziyarete gidip orada kalmış, bozulmuş sazandan yemeyerek ölmekten kurtulmuştu. Meydana gelen bu felaketten sonra Kıççık Miiterey, Çorguyar Süöder’den geriye on inek, bir at ve bir gebe tay kaldığını duydu. Açgözlü hasis hemen bu duruma el attı.

      – Duydun mu, Mastaah yakınlarında yaşayan Çorguyar Süöder, hanımıyla bozulmuş sazanları yediği için ölmüşler, dedi hanımına kasaba idari amirliğinden geldiği gece.

      – Öyleymiş diye konuşuyorlar ya. Bunu neden bana söylüyorsun?

      – Çorguyar Süöder’den geriye on kadar inek ve at ile tay kalmış.

      – Bu hayvanları neden bana söylüyorsun?

      – Bu kalan hayvanları biz alsak nasıl olur?

      – Neden o adamdan kalan hayvanları almak için bana soruyorsun? Akrabaları, yakınları onları alacak ya, diye hakkaniyetli bir cevap verdi Ogdooççuya.

      – O adamın on dört yaşında bir oğlu varmış. Dahası o oğlanı bizim bölgeye naklettirip kendimize evlatlık olarak alabilirsek hayvanların da hepsini almış oluruz, dedi Kıççık Miiterey. Böylece kendi düşüncesini bu konuşmasıyla açıkça ifade etti.

      – Bu kadar büyük bir çocuğu, küçük bir çocukmuş gibi nasıl kendi himayene alacaksın?

      – Büyük çocuk bize çok faydalı olur. Onu alırsak kendimize maaşsız işçi almış oluruz. Böylesi daha iyi olmaz mı?

      – Çocuğu alıp maaşsız işçi yapmak ayıp olmaz mı? Yaşı küçükken himayemize almamız da güzelmiş!

      – Oğlanı almamız gereken yerde sen aptalca direniyorsun.

      – Aptalca mı diyorsun? Bak söylüyorum, o on dört yaşındaki çocuk bizi kendi yakını olarak görmeyecek. O hayvanları istediğin için çocuğu evlatlık mı alacaksın? Diyerek Ogdooççuya bu duruma ne kadar karşı olduğunu söyledi.

      – Onlarca hayvanı para ödemeden almamız kötü mü?

      – Çocuğu bedava çalışacak işçi yapacağız demedin mi?

      – Çocuğu işçi yapacağım diye almıyorum, evlatlık olarak alıyorum. Evlatlığımızın