O günden itibaren sakallı kızı yakından görmeye çok hevesliydim. Ancak yakın zamanı olmadı. Beni görününce kurttan ürken ceylan yavrusu gibi uzaktan hızla kaçar oldu. Kimin söylediğini bilmiyorum ama köylüler arasında: “Şehirden gelen ressam sakallı kızın resmini çizecekmiş”, -diye bir dedikodu yayılmış.
Öyle bir düşünce benim aklıma bile gelmemişti. Güldüm geçtim. Ancak sakallı kızın yüzünü yakından görme hevesim köyde yalan yanlış söylenti oluşturmakla kalmamış, zaten milletin gözünden ve sözünden sakınan, iyice siniri bozulan zavallı kızın kalbini yaralamışa benziyor. Ama ben bu durumu çok sonraları öğrendim…
Ertesi gün dönmek için yola hazırlandığım günün akşamında beni o köyde yapılacak olan bir düğüne davet ettiler. Eğlenceye düşkünlüğüm, kadına kıza yatkınlığım yoktu, temayülsüz olan ben ne yapacağımı bilemeyip, düşünceye dalmışken ev sahibinin yaşlı hanımı: “Yavrum, sabah akşam bir ala kâğıda bakacağım diye hayatın diğer güzelliklerinden mahrum kalma. Baş iki olmadan malın iki olmaz” diyerek, aklımı karıştırdı. Buna istinaden beni “düğüne davet etmeleri” de bu kocakarının fikri olmalı diye düşündüm.
Yine de benim o düğünde köyün gençleriyle sıkı fıkı olduğum, onlarla iyi vakit geçirdiğim söylenemez. İnsanlarla pek kaynaşamadığımı bir kez daha kanıtlayıp, hiçbir gruba katılamadan en sonunda tek başıma bir köşede oturdum. Daha sonra eski bir sütun gibi kimseye lazım olmadığım için bir başıma durmaktan rahatsız oldum, eğlenmekte olan kalabalığın arasından dikkat çekmeden sıyrılıp, eve doğru yöneldim.
Ansızın köydeki dar sokağın kenarındaki ağaç çitlerin arkasından birinin: “Ağabey!” diyen çekingen, nazik sesini duydum. – Ağabey diyorum, dursanıza! Ben aniden duraksadım.
– Ağabey, -dedi deminki çekingen ses tekrar. – Size bir şey söyleyeyim diyordum.
– A-a… Neredesin?
– Ben… Ben buradayım.
– Şimdi fark ettim, ağaç çitlerin öbür tarafından biri gizlice bakıyor gibi. Bir iki adım attım, ne diyecekmiş diye dinledim. O, bir taraftan koşarak gelmişçesine hızlıca soluyarak nefes nefese kalmış gibiydi.
– Sen kimsin? -diye sordum yavaşça seslenerek.
– Ben… Ben Ümit’im.
“E-e-e… Sakallı kız?” diye, geçirdim içimden şaşkınlıkla biraz duraksadım. O da ses çıkarmadı. Sanki bana “bir şey” söyleyemediği için heyecanlanıyor gibiydi.
– Evet, ne söyleyeceksin? -dedim fısıldayarak.
– Ağabey, siz benim resmimi çizmeyin, olur mu? Lütfen. Çizmeyin…
– Haa-y-ır… Onu kim söyledi sana?
– Bu köydeki herkes söylüyor.
– Ben senin resmini çizmeyeceğim, -dedim kafamı sallayarak. – Öyle bir düşüncem yok. Aslında, ben… Buraya sadece doğanın peyzajlarını yazmak için gelmiştim.
– Nasıl?
– Normal.
– Harflerle mi? – O, kıs kıs gülmüş gibi oldu. Ben de gülümsedim.
– Hayır. Boyayla yazacağım, -dedim onun gülmesine sevinerek. – Biz, ressamlar, böyle konuşmaktan hoşlanıyoruz. Çünkü “resim çizeceğim” demeye göre “resim yazacağım” demenin anlamı oldukça derindir. Anladın mı?
– Evet. Ağabey…
– Efendim?
– Siz benim resmimi çizmeyeceksiniz değil mi? Doğru mu?
– Demin söyledim ya, bana inanmıyor musun?
– Haa-y-ı-r, inanıyorum… Ama köydekiler diyor ki, siz benim resmimi çizip sergiye götürüp asacakmışsınız. O zaman, o zaman insanların hepsi görecek ya…
Ben artık ne diyeceğimi bilemeden sessiz kaldım, o, yine şüphelenerek bana ürkerek bakıyordu.
– Eğer… Eğer, -dedi o tekrar boğazı düğümlenerek, “siz benim resmimi çizerseniz var ya, o zaman… O zaman ben ölürüm!”.
O, için için ağlamaya başladı. Böyle bir şeyi beklemeyen ben ne yapacağımı bilemeden baka kaldım.
– Kim… Kim… Ümit, yavrum, sen ağlama. Onlar yalan söylüyorlar. Ben senin resmini hiçbir zaman çizmeyeceğim. Öyle bir düşünce benim aklımın ucundan bile geçmiş değil. Sen bilmiyor muydun, bazen insanların böyle yalan söylediği zamanlar olur. Sen onlara inanma! Anlıyor musun, inanma!
Ben çitin arasından elimi uzatıp başını okşadım. Sonra masum kızın gözyaşlarını silmeye çalıştığımda parmağımın ucu sakalına değdi ve tüylerim diken diken oldu. O, hissetti… Hissetti ve kafasını hemen geri çekti.
– Ben yarın döneceğim, -dedim elimle çitin dalından sıkıca tutunarak, sen hiçbir şeyi merak etme, aynı eskisi gibi arkadaşlarınla oynayıp, gülmeye devam et, olur mu? Ben hiçbir zaman, hiçbir zaman senin resmini çizmemeye söz veriyorum. Her ressamın kendisinin istediği konusu, düşüncesi, fikri olur. Resim vasıtasıyla insanlara bir şeyleri anlatmak ister. Öyle bir düşünce sende de olur muhtemelen… Belki, Ümit, sen de ressam olursun?
– Haa-y-ı-r, -dedi o sesini şaşkın bir şekilde uzatarak. – Benim buna yatkınlığım, yeteneğim yok ya, ağabey. Resim çizemiyorum. Sadece size söyleyeyim, tamam mı, ben… Ben doktor olmak istiyorum. İlk önce kendimi tedavi etsem diyorum. Ağabey… Sizin sohbetiniz ilginçmiş. Ben bu şekilde, insanlarla gece konuşmayı seviyorum. Eskiden sizden çok korkar, uzaktan bakar kaçardım.
– Biliyorum… Artık korkma, tamam mı? Utanmaya da gerek yok. İşte, gördün mü, benim de sakalım var.
– Evet. Fakat siz erkeksiniz. Erkeklere o… yakışır. Kız çocuklarında olması ise zulüm! Eğer ben erkek çocuk olduğumda var ya, o zaman her şey farklı olurdu. Kimseden utanmadan, çocuklar “ihtiyar” diye dalga geçseler de, horlanmadan, hepsiyle tartışarak ve kavga ederek dolaşırdım. Bazen bunu düşünerek bütün gece ağlıyorum.
– O da nedir, Ümit?! Sen ağlama…
– Allah beni böyle yaratarak ağlatmışsa, ne yapayım, ağabey!
Yüreğim cız etti. Gencecik kızın ağzından böyle bir sözü duyacağımı düşünmemiştim. Hey gidi kader hey, senden usta, senden büyük üstat yok, sen her şeyi öğretirsin.
– Hadi, hoşça kal, Ümit, -dedim ben, ertesi gün yola çıkacağımı hatırlayarak. – Görüşmek üzere! Şehre gelecek olursan haberleşmeyi unutma. Ressam Sağındıkov dersen, beni herkes bilir.
– Güle güle, ağabey! -dedi, o çitlerin öbür tarafından kafasını çıkartarak.
Ben kendi yoluma giderek uzaklaştım. Aniden:
– Ağabey, – diye seslendi o arkamdan. – Siz bizim köye yine gelecek misiniz?
– Bilmiyorum, -dedim ben omzumu kımıldatarak. – Belki, gelirim de.
Ancak o köye benim bir daha yolum düşmedi. Sakallı kız da yavaş yavaş bilincimden silinip aklımdaki resmi de belirsizleşmeye başladı.
Bu kısma geldiğinde kahverengi defterin iki üç sayfasını ressamın kendisi yırtıp atmış. Ondan sonra başlayan ilk paragrafı da karalayarak silmiş. Niye öyle yapmış? Bu artık bir sır.
Benim