Bulgaristan Türkleri Edebiyatında; Hiciv ve Mizah. Şaban Mahmudoğlu Kalkan. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Şaban Mahmudoğlu Kalkan
Издательство: Elips Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-625-6853-33-1
Скачать книгу
sordu:

      – Hastalıklı mı?

      – Amma da dedin ha! Anasından doğdu doğalı burnu bile çilememiştir. Sapasağlamdır maşallah.

      – İyi cinsten mi?

      – Cinsine, sülâlesine diyecek yok. Namusludur, tertemizdir.

      – Ağır başlı mıdır?

      – Kuzu gibidir. Ne dersem onu yapar, eline ayağına çeviktir.

      – Çalışkan demek?

      – Çalışkan! Hiç üşenmez. Güçlü kuvvetlidir. Hani bir lâf var, arabaya koşsan, manda gibi çeker. Ama sen bir namuslu, kültürlü adama benziyorsun, onu köle gibi kullanman yakışmaz. Sana nur topu gibi. . .

      – Aman, Mahmut aga, hiç can sıkma, gül gibi bakarım ona.

      – İnanıyorum, oğlum, inanıyorum dedik ya, ama her şeye rağmen hatırlatayım da, ne olur ne olmaz.

      – Günde kaç kilo süt verir?

      –—Ne sütü?

      – İneğin günde kaç kilo süt verir?

      Kel Mahmut bu tepeden inme soru karşısında kekeledi:

      – N-n-ne, i-i- ineği b-b-be?

      – Affedersin… Ben… Satılık bir ineğin olduğunu işittim. Buraya onun için geldim…

      Kel Mahmut, hızla ayağa kalktı. Kafasının iki yanından kazan kulpu gibi dışarıya doğru fırlayan iki kocaman kulağı kıpırdanmaya, daha sonra bıyıkları kelebek kanatları gibi pırpır etmeye başladı. Öfkesinden ateş püskürüyordu. Misafiri kolundan yakalayıp, kapı dışı etmesi bir oldu. Boğazında kalan bir lokmayı kursağına indirmek istiyor gibi, adamcağızın ense köküne iki yumruk basarak, bağırdı:

      –-Ulan, terbiyesiz, satılık inek bitişik komşuda. Oraya git!

      Sonra kendi kendine:

      Seninle iki saat boşu boşuna kafa patlattığım için asıl inek benim! İnek değil, öküz, öküz! . . Dedi.

      Mehmet BEKİROF, 1962, Sofya, Tuğrul Deliorman, “Hikâyeler- 1962- 1963”, derleme, Narodna Prosveta yayınevi, Sofya, 1963

FAKİR DELİKANLI ARANIYOR(Sabri M. CON)

      Kadın, günlerdir kendini yiyip didiniyor, kızı hakkında ağzına geleni savuruyordu:

      –Vay huuu! Bu kızın aklını karıncalar didiklemiş be! Ne din tanıyor, ne iman. Aman Allahım, bunu da bana evlât diye mi verdin? Biz onu at damına çekiyoruz, o ise eşek damına kaçıyor. Vay benim kara kaderim!…

      Kızı direnmekte ısrarlıydı:

      – Yeter artık, anne! Boğazıma kadar doydum sizin bu peynirli lâflarınıza. İstemiyorum! Hayır, istemiyorum!

      – Ama kızım, siz dünküsünüz, aklınız ermez. Sen uluyu dinle! Uluyu dinlemeyen ulur kalırmış. Bilsen, biz sizin kadarken, böyle bulguru pilâvı bol hanelere kul olmak için Allaha yalvarırdık, Allaha! Oğlanın ne eksiği var sanki? Evleri han gibi, parası pulu var. Soylarının evvelden ezelden adları şanları var. Dumbaz Hasanlar denildi mi, herkes babasının adını işitmiş gibi olur. Az mı çırakları, çobanları var adamların? Haydi, şimdi kızım, razıyım deyiver!

      – İnat etme, anne. Ben o haneye gelin olursam, mutlu olmam.

      Kadın tekrar kibritlendi:

      – Kafa, kafa değil, sanki kelek, karpuz. Sen öyle bilirsen biz de böyle biliriz. Sen orada kuş sütüyle besleneceksin, kızım. Bu kötü mü?

      – Vallahi, anne, anla beni! İstemiyorum. Ben bu Dumbaz Hasan’ın oğluna yastık arkadaşı olamam. Ha, şimdi sen geçenlerde onlarda neler gördüğünü tekrar anlat da her şeyi kendin anla!

      – Ne gördükse gördük ama kusurlu bir şey görmedik ki! Şöyle, damadımız olacak oğlan efe gibi sigarasını yakmak için kalkıp kibrit bile aramıyor, oturduğu yatağın baş, ucunda elektrik sobasının düğmesini çevirip sigarasını yakıyor. Sonra da kendisini serinletmek için kalkıp pencereyi açmak zahmetine bile katlanmıyor. Yine başucunda bulunan elektrikli pervaneyi salıveriyor. Bir yandan televizyonu açtı mı, seyreden olmasa da onu gün boyunca çalıştırıyor. Hatta, içeceği birayı soğutmak için buzdolabının yanına bile varmıyor. İçerdeki çeşmeyi bir çeyrek saat açtı mı, tamam. Bira buzlanıyor. Yedikleri içtikleri de bol mu dersin! Yedikleri bir yana, yemedikleri çöp sepetine. Işıyan lâmbaları gündüz bile kapatmıyorlar. Yanan derdine yanar deyip boş veriyorlar. Yine de bizi pire ısırdı demiyorlar. Bir sözle, bolluk içinde yaşıyorlar, kızım, bolluk!

      – Anladın mı şimdi anne? Bana bu kadar söz yetti de arttı bile. Anlayana sivrisinek…

      –Ben sana kraliçe gibi yaşayacağını anlatmaya çalışmıyor muyum be kızım! Sen neden bunun tam tersini anlıyorsun?

      – Hayır, anneciğim, olacaksa bana bir fakir çocuğu olmalı. Fakir olmalı ki, ekmeğin, suyun, elektriğin ve her şeyin kıymetini bilsin. Bu nimetlerin kıymetini bilen benim de kıymetimi bilir elbet. Anladın mı? Bir hoş olsalar, hani bir kuş olsalar, uçacaklar da oğlunun omzuna konacaklar ama nerde? Hiç imkânı yok bu işin.

      Ya Bircan? Sorar mısınız? O, atı almış, aşmış Üsküdar’ı bir kere. Ne anadan oldum der, ne babadan. Bir varmış, bir yokmuş, onun da anası, babası ya varmış, ya yokmuş. Gelenler geliyor, gidenler gidiyor da bir o kıpırdatmıyor saçının bir telini. Ana baba ah edip ağladıkça, o, vah edip gülüyormuş kıs, kıs. Demezler mi, Edirne çeşmesinden su içmiş adam, ardında ne bıraktıysa çekmiştir kırmızı kalemi üzerine.

      Bir defasında çakır keyifli buldum Bircan’ı evinde. Düşüncesi yoktu. Derdi ise hiç yoktu. Sordum:

      – Anan baban senin için yanıp kül oluyor. Onları gidip görmek istemez misin?

      Dobra, dobra cevap verdi:

      – Nesini göreyim onların? Görmek istediğim zaman şu çekmecedeki fotoğrafa bakıp görüyorum onları. Baksana, hep öylece genç, genç bakıyorlar.

      –Helâl sana Bircan! Sen de hep böyle genç kalırsın, inşallah.

      Sabri Mehmet CON 1991, Gorna Hubavka, Tırgovişte Öykü, 2 Mayıs 1996 tarihinde müellif tarafından Şaban M. Kalkan’a gönderildi.

V. FEYLETEONLAR

      Mizah edebiyatının feyleton türü Bulgaristan Türkleri Edebiyatına XX. yüzyılın ikinci yarısında girdi. Gerçek bir olayı hiciv ve mizah katarak öykü biçiminde anlatmak. Bulgaristan Türkleri edebiyatına, araştırmacıların ortak fikrine göre Türkçe ilk feyleton 1960 yıllarında Mehmet Bekir tarafından yazıldı. Bu dalda başarılı yazarları kaynakları ile dile getirelim:

      Faik İsmail, “Öteden Gelen Kalem”, “Yeni Hayat” sayı:6, 1965, Ahmet Tımış, “Aptaldan Paşa, Tahtadan Maşa”, Yeni Hayat”, sayı:5, 1965, “, İsmail Yakup, “Yazık Hindilere” “Yeni Hayat” sayı:5 1965, İsmail Cambaz, “Bakar Kara”, “Yeni Hayat” sayı:7, 1965, Yusuf Ahmet, “Yalabık Zehra”, “Yeni Hayat” sayı:4, 1966, Yusuf Kerim, “Yeni Hayat”, sayı:2, 1977, Feyleton dalında eser veren diğer yazarlar: Sait Kerim, Cemal Mehmet, Salih Baklacı, Yunus Hasan, Enver İbrahim, Şevket Feyzullah, Ali Pir, Celil Yunus ,İsmail Çavuşev vs.

AMMA DA ALDANDIK HA(İsmail YAKUP)

      Brigadir(kooperatifte yönetici) Ahmet sıcak yatağından kalktığı vakit tanyeri ağrıyordu. Göbeğini kaşıya, kaşıya pencereye vardı. Perdeyi aralayıp dışarı bakınca keyfi birden bozuldu. Her taraf bembeyaz olmuştu.

      Kar! Diye haykırdı telaşla. Kar!

      Hemen gömleği, pantolonu, pamukluyu sırtına