Anayurt - I. Zordun Sabir. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Zordun Sabir
Издательство: Elips Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-625-6494-23-7
Скачать книгу
atı ile birlikte yorgun bitkin bir hale geldiğinde eve dönüp bugün kar çığı taşıyıp ya da Pilici kömür ocağından kömür alıp satıp kazandığı parasını sayarak her gün kazandığı parasının yarısını eşine teslim ederdi ve “Bunları biriktir hatun, oğlumuz şehir çocuklarının önünde sıkılmasın” derdi. Dört seneden beri böyle yaşadı. Bugünlerde ona “Ziyek şehirli” lakabı da yakıştırılmıştı. Dört seneden buyana katlandığı zorluklar, döktüğü alın terini bu akıllı oğlu hesaba katmış olmalı. Değilse Hüseyinbay’ın fabrikasında kireç, asit kokusunda nefesi tıkanarak çalışmak onun aklına nasıl gelebilirdi?

      “Ne diyorsun oğlum! Neyin eksik, neyi satın almaya paran yetmedi? Önce bunu söyle!”

      “Maksat bu değil baba, kendi alın terimin meyvesini tatmak istiyorum!”

      “Öyleyse evde tat bakalım.” dedi Ziyavdun, oğluyla gurur duyarak: “Yarından itibaren yonca bağla. Sen gidinceye kadar buğday olgunlaşır. Görmüşsündür, büyük tarlaya beş ho buğday ekmiştik. İyi yetişmiş, başakları büyük, sapları simsiyah, arasında bir tane arpa, yulaf bile bulamazsın. Allah nasip ederse bir ho tarladan on hodan fazla ürün alabiliriz. Elli ho buğdayın on beş hosu harca gitse otuz beş hosu kalır. Tohum ve azık için on beş hosu kalırsa da yirmi hosunu satacağız oğlum. Üç ho tarladaki keten, bir ho arpa, iki ho yulaf da iyi yetişti. Kırağı çalıncaya kadar ürünleri toplarız. Kardeşlerin Bera ile Dera da çalışabilecek yaşa yetişti. Bera buğday biçen dört adamın buğdayını bağlayıp ekmek parasını kazanabiliyor. Her gün yedi yüz bağlam ot bağlayacak kardeşin. Dera da harmanda at binmeyi biliyor, çaycılık yapabiliyor. Buğday tarlasındaki yaban otları o iki kardeşin temizledi. Ata su ve ot vermek, yemlik temizlemek, tavuk ve köpeklere yem vermek onların işi oğlum. Onlar bağdaki kuru otları biçip binlerce karaağacın dallarını budayıp üç bin bağlam dal odun topladı. Bunların hepsini annenle iki kardeşin birlikte yaptı oğlum. Bu sene Allah nasip ederse üçüncü kardeşin Hemra’nın sünnet düğününü yaptıktan sonra şehre taşınacağız. Evimize Muhtar Bay’ın çobanı Kama Kazak’ı yerleştiririm.”

      Hareketli baba, oğluna çuvalın ağzını açtırıp en son bir çuval buğdayını kalburla çuvala dökerken uzun sözünü tamamladı:

      “Zakir Bey bana ‘Ziyavdun, oğlunu okut, ben böyle akıllık çocuğu görmedim. Ben hocalık yapalı on dört sene oldu, böyle zeki çocuğa rastlamadım’ dediği için, annenle ben her ne kadar zorluk çeksek de seni okutmaya karar verdik oğlum. Bir ihtiyacın varsa söyle, ben karşılayamazsam Muhtar Bay yardım edebilir. Biz kardeşiz. Hele babamdan kalmış bu seksen ho tarlanın otuz hosunu Atuşlu zenginlere satarım. Bir hosuna bir koyun istesem şimdiden otuz koyunun sahibi oluruz. Otuz koyun gelecek sene otuz kuzu yavrularsa, yirmi tanesi yetişse de…”

      “Maksat bu değil, baba!”

      “Ne o zaman, söylesene?”

      “Ben çalışarak zorluklara alışmak istiyorum.”

      “Ağır emek köyde olduğu halde şehirde ne yapacaksın?”

      “Kötü koku, ıslak yer buralarda yok. Tarlanın işi ağır olduğu halde ortam güzeldir, nereye bakarsan bıldırcın ötüyor. Her yer gül, çiçek… Bak, keten, kolza, hatta dikenleri de çiçektir buranın. Burada vücudun yorulduğu halde ruhun coşkulu oluyor baba!”

      “Bal gibi konuştun yahu oğlum! Ben de kışın şehirde binek arabamla geçici işlerle uğraşırım ama aklım hep köydedir. Her gün sabahleyin mahallemi rüyamda görürüm. O ırmak, bu çukur, köksaplı yerler, kurbağa sesleri, gül arasında yuva yapmış bülbüller rüyamdan çıkmıyor. Ruh dedin mi, evet! Adamın ruhu burada huzura kavuşur…”

      “Baba, evet de! Hüseyin bayın fabrikasında tanıdıklarım var. Çalışıp göreyim, burada sıkıldım, arkadaşlarımın konuşmaları, davranışları da hiç hoşuma gitmiyor”

      Ziyavdun sustu. Yazın güzel akşamlarında, köy çocukları tutkularından neler yapmaz ki? Bazen genç karı kocaların penceresini dikizlerler, bazen başkalarının bahçesi ve kavun tarlasına gizlice girerler. Onların konuşmalarına bir bak! Muhtar Bay’ın geceleri kimin evine girdiği, ev sahibi eşinin nazları, erkekler arasındaki metres yarışması, kıskançlık kavgası, kadınların ırmak kenarındaki küfürleri, atlar, öküzler, köpekler, horozlar konusundaki uzundan uzun tartışmalar, hatta sonrasındaki dövüşmeler… Oğlu bunların hangi birini beğensin? Nuri boş zaman bulunca kitap okuyor, düşünüyor, konuşursa başkasının bilmediği büyük işleri konuşuyor. Almanların bir yerlere saldırdığı, Rusya’daki gelişmeler, Çin’in iç bölgesindeki savaşlar, Japonların Çin’i işgali, Şeng Duben’in sözleri, Üç meslek şiarı, hain baylar ve başka hiç kimsenin anlamadığı şeyleri söylüyor. Doğru! O sıkıldı, şehirdeki arkadaşları ve hocalarını özledi…

      “Peki, oğlum.” dedi yufka yürekli Ziyavdun, oğlunun gülen yüzüne bakınca içten içe sevinerek.

      “Öyleyse seni binek arabasıyla şehre götüreyim. Bir ara ba odun, dört tavuk, elli atmış tane yumurtayı beraberinde taşırsak harcayacak parayı da kazanmış oluruz. Ben seni Haşim Tambur’un evine yerleştiririm. Biliyorsun değil mi? Benim dostum o. Evi Nagrıcı’da, Sarı Haşim isimli adamdır kendisi…”

      Fakat oğlu sevinmek yerine sustu. Baba, oğlunun aşktan kendini kaçırıp azap girdabına atlayacağını nereden bilsin? Yanlarına Ziyavdun’un çalışkan, sevecen eşi geldi. Esmer yüzlü, güzel gözlü, dudakları biraz kalın, iki tane ince örgü saçını zamkla katılaştırıp, başörtüsünü çenesinden bağlayan zayıf, yalın ayak dolaşan kadın, oğluna bakıp gülümseyince gözlerinin kenarlarında koyu, derin kırışıklar belirdi:

      “Oğlum, Nurum! Seni Kışlaktam’a götürüp akrabalarıma göstereyim. Şanyo8 deden, İmam baban, babanın zengin kardeşleri seni görüp hayret etsinler. Çay kaynayıncaya kadar bir sürede varırız, kardeşin İhsan’ı sırtımda taşıyacağım. Başkaları arkamızdan gelmez, hemen yola çıkacağız oğlum.”

      “Hayır anne, ben kitap okuyacağım.”

      “Okuyup okuyup doymuyorsun ya oğlum. Ne olur anneni kırma, seninle övüneyim, bilgili oğlumu zenginlerin hatunlarına bir göstereyim. Hadi yürü, serkeşlik yapma kuzum!”

      “Hayır, anne, gitmem!” dedi Nuri, annesine şımarıkça ve çocukça sesiyle yalvararak, “Ödevlerim çok.”

      “Ne demek ödev?”

      “Yazacak hat, çıkaracak hesap, ezberleyecek birçok sözler.”

      “Onları şehre gittiğinde yaparsın oğlum! Hadi, kıyafetini değiştir. Samiyüzü’deki düğünde Abduömer Bey’ in Nogay hatunu bir avlu kadının önünde seni bağıra bağıra övmüş, bugün mahalledeki kadınlar seni konuşuyor. Ablam özellikle atlı bir kişiyi gönderip seni getirmemi istemiş. Beyin hatunu neler söyledi bilmedim, Ziyek’in oğlu gelecekte Leylin9 olacakmış, bir görelim diye telaşla bekliyormuş. ”

      “Hey Reyhan, kadınların gözü de, sözü de uğursuzdur. Peki, o zaman, imama bir muska yaptırıp oğlunun boynuna as!”

      “Bırak baba ya!” dedi Nuri sinirlenerek: “Bunlar hurafedir!”

      “Ne demek bu! Muska asmazsan o kadınların gözü veya sözü çarpar sana!”

      “Böyle yaparsanız şehre hemen gideceğim!”

      “Muhtar deden sana bir at hediye edecekmiş. Bizim Gazi Hacının torunu, Hidilşah Hacı’nın neslinden bir büyük adam çıkacakmış! Çığlıkmezar’dan Nazarhan


<p>8</p>

Şanyo—Çince kelime, geçmiş dönemdeki muhtar.

<p>9</p>

Lenin demek istiyor.