“Börebay’la ikisi kaçıp gelmiş, onları yakalamak için askerler harekete geçmiş.”
Nuri bir defa uzaktan tesadüfen gördüğü Hırsız Gani’nin ismini duyunca sevindi.
“Bizim öğrenciler sizi çok övüyor Gani abi, Sadır Pehlivan olacaksınız değil mi?”
“Ha ha ha…” dedi Gani gülerek “Sadır temrenci gibi, hapishanede uzunca yatıp saçım bir kucak dolusu olmadı hala, sen nerenin öğrencisisin?”
“Rüştiyenin.”
“He, Şeng Duben’in okulunun öğrencisi misin?”
“Evet.”
“Şeng Duben’in yemeği güzel mi?”
“Sovyetler Birliği’nin yardımıyla kurulmuş okul, Gani Abi.”
“Rusların parası nereden gelmiş?”
“O zengin, güçlü bir sosyalist ülke.”
“Oh, oh! Çok konuşkanmışsın. Hadi! Bu Kazak’ın eti pişinceye kadar bana ders anlat!
Onlar Kama’nın ter ve et kokan evine girince, Gani:
“Of! İyi ki suda yaşayan Kama imişsin37, porsuk olmuş olsan evin ne kadar pis kokardı. Bit ve pirelerden arınmış kilim, yorganların da vardır değil mi Kazak!” diye şaka yaptı. “Bit yoksa Rus olmuş olmaz mıyım Gani abi? Rus olursam sen yaşayamazsın ha!”
“Ha ha… Olsun! Bitlenmeye devam et, bitlerin uçarsa uçsun, Rus olma da! Şeng Duben’in aklı Ruslardan gelir. O tarafta bizlere soykırım yaptı, kalan insanlarımızı şimdi Şeng Duben’in eliyle yok etmek istiyor.”
“Ablayhan’ı yok edip, Alaş Orda Kazaklarına katliam yaptı. Hudayarhan’ı yüceltip Şeyhul İslam deyip Özbeklere katliam yaptı. Uygur’un neymiş?” dedi Börebay isimli, kara bıyıklı, iki yanağı horoz tacı gibi kırmızı olan genç. O, bir yana yaslanıp kilimi kaldırıp “Çirt” diye tükürdü ve sözünü devam etti “Sen, Hırsız Gani! Börebay’ın arkasından hırsızlık yapmaktan başka ne işe yararsın?”
“Çu Siling’i38 kendi elimle boğazlarım!” dedi Gani gülerek: “En büyük hırsız işte Çu Siling. Şeng Duben’in kayınbabasıdır. Onlar ikimiz gibi şerik hırsızlar, bizi tutuklarmış, hapishaneden yedi defa kaçıp kurtuldum. Şimdi tutuklanırsam öldürecek! Hey Kama, atları samanlığa sok. Muhtar Bay’ın atı gibi kişneyip belasını bulmasın. Gâvur askerlerin tüfekleri yamanmış, Şeng Duben de usta atıcıymış. Ga Siling, Cang Siling, Hoca Niyaz’ı öyle perişan etti ki…”
“Doğru, bu Şeng Şisey dediğin yaman mahlûkmuş!”
“Tutuklanırsan işkence edip öldürecek. Ellerini bağlayıp dört duvarı ve zeminine demir şiş kakılan, kıpırdamak mümkün olmayan bir kişilik odada, ayakta bırakıp kapısını kilitliyormuş. Tekmelemek istesen ayağın prangada, küfrediyorsun, lanet okuyorsun, ayakta acı çekerek ölüyorsun. Onun öyle bin türlü işkence yöntemi varmış… Of of… Yarın Nilka Dağları’na, Ekber Batur’un yanına kaçıp gidelim… ”
Nuri, sözü açık seçik ama kaba saba, hikâyelerdeki kahramanlar gibi esrarengiz, saçları ağarmaya başlayan, burnu kısa, gövdesi oldukça sağlam, iriyarı bu adama hayli ilgi duydu.
“Gani Abi, siz hiçbir şeyden korkmuyor musunuz?”
“Korkarım.”
“Ne gibi şeyden?”
“Güzel kadınlardan.”
“Peki, Allah’tan?”
“Ölümsüz olsaydım, O’ndan da korkmazdım.”
“Siz! O ünlü hırsız mısınız?”
“Evet!”
“Siz çok zenginsiniz değil mi?”
“Ne demek bu? Bir defa, bir sürü yılkı kaçırırsam, yarısını bu Kazak alıyor. On fakire birden at veriyorum. Kendime yine aynı boz atım kalıyor. Çalıyorum, fakirlere dağıtıyorum. Bu dünyada en çok şey nedir? Fakirlerdir. Onları zenginleştirmek mümkün mü?”
Nuri, yan yatan Gani’nin bileğini usulca tutup yokladı.
Onun bileği Nuri’nin bacağı gibi tombul idi.
“Şeng Duben yaman dövüşçüymüş, onu yenebilir misiniz Gani abi?”
“Gidip söyle o beceriksize, teke tek çıksın. O, on yumruk atsın, ben bir yumruk atayım. Ya da tabancayı falan bırakıp kendisi gibi dokuz kişiyi getirip on kişi olarak çıksınlar karşıma” dedi Gani, yumruğunu yükseklere kaldırıp: “Börebay’dan sor, kudurmuş bir buğrayı bir yumrukla düşürdüm. Tüfek, makineli tüfek, top gibi şeyleri hangi pısırık icat etmiş ki! Hazreti Ali, Ebu Müslim gibi pehlivanlar bilek gücüyle düşmanlarını dövmüştü. Şimdiki silahlar o zamanda olmuş olsaydı, onlar da pehlivan olamazdı belki…”
Hırsız Gani’nin sözü ve düşüncesi garip idi. Nuri bunun gibi tuhaf bir adamı ilk defa görüyordu. O, babasının başına gelenleri anlatınca:
“Abduömer Bey denilen o Kaşgarlı, rüşvet almıştır” dedi Gani, öfkelenerek “Hocama şikâyet edip ne yaparsın. Bırak, ben kendim kurtaracağım!”
“Nasıl yani?” Nuri sevinip güldü.
“Kurtaracağım ama dağa götüreceğim.” dedi Gani esneyerek:
“Abduömer ’in birçok eşi, çok güzel de bir kızı varmış.
Göreceksin, şu kızı alıp kaçarak rezil rüsva edeceğim.”
Nuri’nin yüreği sarsıldı. Onun yüreğinde yanmaya hazır gizli bir ateş vardı. Bu ateşe çıra dokundu, birisi üfledi. Onun vücudunda, yüreğinde ve damarlarında ateş peyda oldu. Gayriihtiyarî bir şekilde evden çıkıp bahçeye doğru koştu. Eski karaağacın yanına varıp ateşli sesiyle:
“Sabiha!” diye bağırdı.
Fakat Sabiha nerede, hangi düşüncede idi? Bunlardan Nuri’nin haberi yoktu. Aşkın gücü her şeyden yamandır. Âdemoğlunu akıldan, iradeden, hatta ömürlük istikbalden mahrum edebilir. Bu sözleri Nuri çok defa duymuştu ama aşkın gücüne karşı iradesi güçlü değildi. İçinde yiğitçe bir cesaret ile çocuksu bir saflık savaşıyordu.
Ertesi gün Nuri şehre, okuluna döndü. İki katlı, teneke tavanlı yatak binasının iki katında öğrencilerin yatakhanesi vardı. Her odaya sekiz yatak koyulmuştu. Kapının hemen arkasındaki yatak Nuri’nin idi. Yatakhaneye gidip arkadaşlarına köy ekmekleri, kurut ve kaklar ikram ederken bir öğrenci alelacele girdi ve:
“Hapishaneye haydutlar girip üç askeri öldürüp dört adamı alıp kaçmış. Şimdi sokaklar askerlerle doluymuş. Dinleyin! Korna sesi!” dedi.
Okulun önündeki fabrikadan, sonra Musabayof Fabrikası’ndan ardı ardına korna sesi duyuldu. Bu, sıkıyönetim işaretiydi. Şimdi kim sokağa çıkarsa vurulacaktı. Nuri’nin yüreği titredi. Hırsız Gani’nin “Babanı kurtaracağım!” sözü aklına geldi. Askerler okulu ararsa, kaçırılmış Ziyavdun’un oğlu Nuri’yi mutlaka tutuklayacaklardı. Ölen üç asker için Yao Siling, Nuri’nin kardeşlerini dahi öldürecekti. Nuri kardeşleriyle birlikte kendini kurtarmalıydı. Kimden yardım isteyecekti. Rahimcan olur mu? Hayır, Onu bu işe bulaştırırsa belayı büyütmüş olmaz mı? Peki ya Saşk, Emin Evzi, Rusulof? Hayır, onlar