Zaman öyküde, başkişinin şekillenmesinde kendi beni ile varoluşsal bağ kurmasında başat unsurdur. Asılbek, geçmişte yaşadığı kötü günleri şimdinin yoğunluğunda duyumsayarak kendi oluşunu gerçekleştirir. Babasıyla yaşadığı çatışmalar, çalıştığı işlerde insanların kurduğu sömürü düzeni ve çalışkanlığıyla kısa zamanda çevresinde büyük saygı gören Rus mühendis, Asılbek’in darkındalık sürecini hızlandırır. Zaman bu anlamda, Asılbek’in değişiminde/gelişmesinde etkin rol oynar.
Başkişi Asılbek’in babası tarafından aşağılanması/değersizleştirilmesi ontik olarak varoluşsal bir boşluğa düşmesine yol açsa da Asılbek, kendi beni ile yüzleştiği, yani eşikten dışarı ilk adım attığı andan itibaren farkındalık süreci yaşar, babasına karşı gelecek kadar cesaretle kendi oluşuna doğru yola çıkar. Yanlış arkadaş seçimi sonucu yaşadığı başarısızlık, başkişiyi kendi içine yöneltir. İki seçenek arasında kalan Asılbek, ya babasının aşağılamaları karşısında boyun eğecek ya da kendini gerçekleştirmek için mücadele edecektir. O, mücadele etmeyi seçerek kendi edimsel dönüşümünü gerçekleştirir. Zaman bu kurucu işleviyle “varlığı ortaya çıkaran, onu aydınlatan, belirgin yapan ve gizemini ortadan kaldıran unsurdur.”141 Zaman bu doğrultuda öyküde başkişinin şekillenmesinde, kendilik değerlerini bulmasında ana unsur olmuştur.
2.4.1.3. Öyküde Mekân
2.4.1.3.1. Dar/Kapalı Mekânlar
Öyküde mekân, ben anlatıcının sıkışıp kaldığı, ontolojik olarak güvensizlik duyduğu kendi “ben”ini kaybettiği labirentleşen özelliğiyle görülür. Başkişi bu tip mekânlarda “kendi ben’iyle de uzlaşamaz bir çatışma”nın142 içinde kalır. Başkişi Asılbek’in üniversite okumak için şehre gitmesi ve dönüşünde karşılaştığı ruhsal çalkantılı dönemlerinde mekân, çevresel olarak açık bir alan olsa da kahramanı sıkan/saran yapısıyla dar/kapalı mekân özelliği gösterir; “ev içi bana değişik geldi. Duvarları kısa, pencereleri küçücük, içi karanlıktı” (H.İOİ.: 28). Evin içinin “karanlık” olması başkişinin yaşadığı hayal kırıklığıyla paralel bir seyir izler. Sınavı kazanamayan başkişi, yaşadığı başarısızlık karşısında babasıyla yüzleşmekten korkar. Her zaman aynı olan evin içi yaşadığı ruhsal çöküş nedeniyle başkişiye “değişik” görülür.
Başkişiyi ontik olarak kaygı ile kuşatan mekân, onun diğer karakterlerle yaşadığı çatışma anlarında labirentleşir. Mekân başkişinin ruhsal durumuna göre anlam kazanır. Öykü kahramanı Asılbek’in, ruhunda hissettiği değersizlik duygusu ve ümitsizlik onun tutunacak bir yer bulamamasına yol açar. Öyküde mekân, karamsar ruh haline sahip başkişinin varoluş kaygısını duyumsadığı kapalı alanlardır. Babasının umut kırıcı sözleri başkişinin ruhunu sararak mekânı dar/laştırır; “senin adam olacağını sanıyordum… Ben durduğum yerden baka kaldım. Ne yapacağım… Ateşim varmış gibi bütün bedenim ısınıyor bazen de üşüyordu. Başım dönüyor, sanki kulaklarım hiçbir şey duymuyor, ağzımdan bir kelam bile çıkmıyordu” (H.İOİ.: 29). Yaşadığı başarısızlık üzerine babasının sözleri ile yıkılan Asılbek, psikolojik olarak çöker. Fiziksel ve ruhsal yönden yaşadığı depresif ruh hali onun varoluşsal bir boşluğa düşmesine yol açar.
Anlatıcı konumundaki ben, bu ruhsal kırılma anlarını, öykünün birçok yerinde yaşar. Farabi’nin bir olduklarını öne sürdüğü ve biri olmadan diğerinin anlamsız olduğunu söylediği143 insan ile mekân, sevinci mutlu anları nasıl bir arada deneyimliyorsa, hüzün ve acının biraradalığını da deneyimler. Başkişinin çatışmalarıyla anlamlanan mekân onu bozan, dağınıklaştıran kaotik olarak açmazlara sürükleyen özelliğiyle görülür; “üst kattaki odalardan bir müzik sesi geliyor, insanların neşe dolu gülmesi duyuluyordu. İşleri yerinde galiba yoksa böyle neşelenmezlerdi. İçim alev gibi yanıyor, dayanamıyordum. Eğer onlardan biri gelip de kendini büyük hissederse Mıktı’dan önce ben yumruklaşmaya başlardım.” (H.İOİ.: 29) Sınavdan başarısız olarak okuldan yurda dönen iki arkadaş içgüdüsel bir tepkiyle başarılı öğrencilere karşı cephe alırlar. Sınavdan başarısız olan başkişi ve arkadaşının ruhsal olarak çöküntüde olması mekânı labirentleştirir. Fiziksel mekânın daha önce huzur veren içtenlik hali birden darlaşarak, kaotik olarak bireyi saran/ sıkıştıran yapısıyla dar/kapalı mekâna dönüşür.
2.4.1.3.2. Geniş/Açık Mekânlar
Bireyin olumlu ilişkiler kurduğu, kendini anlamlandırdığı, huzurlu ve rahat hissettiği yerler açık-geniş mekânlardır. Birey bu tip yerlerde kendi oluşunu gerçekleştirirken, kaygıdan uzak olarak kendini güvende hisseder. Başkişi Asılbek’in “erginleşmesi”nde144 önemli rolü olan ev, tarla, işyeri gibi yerler, onun kendilik değerlerini oluşturmasıyla içtenlik mekânına dönüşür. Evde yaşadığı çatışmalar, tarlada çalışan işçilerin patronların menfaatlerine hizmet etmeleri ve işyerindeki yozlaşmış yönetcilerin kurduğu sömürü düzeni, onun mekânla ontolojik ilişki içine girmesine yol açar. Yazar, mekânın insana huzur veren bu aydınlık halini, başkişideki aynileşmesini ve mekân insan ilişkisini şu şekilde anlatır;
Bu güzelliklerin hepsini insan kendi eliyle yapmış olsa da bunların hepsini güzel gösteren insanın kendisi aslında. Çünkü bu güzelliklerin arasında karınca gibi kalabalık halk olmasaydı bu güzel şehirlerin mezar taşlarıyla dolu mezarlıktan farkı olmazdı. İşte mihnetinin huzurunu yaşamakta bu millet. İlkbaharda çıkan karçiçekleri gibi herkes hoş ve kibar. (H.İOİ.: 30)
Ben anlatıcı Mekânın insan ruhu üzerindeki olumlayıcı özelliğine örnek olarak verdiği cümlelerde, halkın varlığıyla mekânın güzelleştiği vurgusu yapar. İnsan, varlığıyla evrensel güzellikleri anlamlandıran bir yapı taşıdır. Gerek eylemleri gerek konumlandığı dünyaya kattığı duygu ve düşüncelerle mekânın anlamlı hale gelmesinde önemli bir unsur olur. Alıntıda geçen, “bunların hepsini güzel gösteren insanın kendisi aslında” cümlesi mekân-insan ilişkisinin bütünlüğünü ortaya koyar. Çünkü mekânın ruhu insana siner. Ferah ve huzurlu yerlerde insan da kendini huzrulu hisseder. Tabiatın insan ruhunu dinginleştirici etkisi, bireyin yaşadığı sıkıntılı süreci sağaltıcı etkisiyle öteler. İnsan, yaşadığı kötü olaylardan ya da kalabalıktan kaçtığı anlarda tabiatın kucağına sığınarak kendini rahat hisseder.
Başkişinin gelecek kaygısı onun “farkındalık” olgusundan uzak hayatın buradalığına göndermede bulunur. Onun kendini bulduğu içtenlik mekânları tabiatla baş başa olduğu kendi “ben”iyle yüzleştiği anlardır; “güneşin ılık ışıkları etrafı sarmış yüzüme vuruyor. Bütün dünya merhametin kucağında gibi” (H.İOİ.: 45). Cümlesinde de görüldüğü gibi anlatıcı “ben”in, kendini bulduğu bu anlar, onun ruhunun derinliklerine inmesinde, kendi iç huzurunu sağlamasında yardımcı olur. Nasıl ki birey güzel bir resme baktığında, ya da bir şarkı dinlediğinde kendini