Abay Yolu 1. Cilt. Muhtar Auezov. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Muhtar Auezov
Издательство: Elips Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn:
Скачать книгу
düşünmeye cesareti yetmiyordu. Bu soru aklına gelince sevgili oğlu Kutcan’ı, bir defa değil, iki defa ölmüş gibi oluyordu.

      Gelini Kamka ile Kutcan arasındaki iyi geçimlilik bir başkaydı. Bu biçare, yetim bir kız idi. Ta uzaktaki Sıbanlar içinde yaşayan akrabalarını ziyaret eden Kutcan oradan kaçırıp getirmişti. Onun ardından gelecek, ona sahip çıkacak kimsesi de yoktu. Bu yüzden miydi bilinmez, her nasılsa, Kutcan’ın isteklerine ve bu evin işlerine bütün içtenliğiyle koşturuyordu. Kodar bunu biliyordu ve Kamka’yı kendi evladı Kutcan’dan bir zerre dahi daha az sevmiyordu. Onun da, bunun da, aynı derecede ortak babası olmuştu.

      Dirayetli, sağlam mizacına uygun olarak “bu duyguyu, ölünceye kadar korur, mezara kadar götürürüm” diye düşünüyordu…

      Kutcan’ın vefatı üzerinden pek çok gün geçmişti. Jempeyis, komşu köylerin koyun çobanlarıyla görüştükten sonra, dağda işittiği kötü niyetli sözlerden bir kısmını anlatmaya başladı. Kodar, anladığı kadarına kızarak lafın kalanını dinlemek istemedi ve tam anlamadan kestirip attı, tamamını söyletmedi. İşittiği sözlere bakılırsa, hayattaki dedikoducu akrabaları boş oturmuyordu. Onların yakıştırmacasıydı bunlar yahu.

      “Bu Kodar, niye kışlık damdan çıkmıyor, ine girmiş gibi yatıyor” diyorlarmış. “Bu Kodar’ın gelini ne bekliyor? Ne düşünüyor” diye soruyorlarmış.

      Böyle dedikoduların içindeki zehri, bu lafların estireceği soğukluğu sezer gibiydi Kodar. Ona göre, bu tür konuşmaların ardında dul kalan gelinine kayınları arasından bir koca bulma arzusu vardı: Mal çıkarmadan, başlık parası ödemeden, birinin evine bedava zevce sokmak arzusu! Kodar’ın malına sahip olacak mirasçıyı arayıp bulmak arzusu!

      Böyle sıradan dedikodular, akraba mizaçlı, acıyan mizaçlı kurnaz yöneticilerin hevesle sarıldığı söylentilerdi.

      Kodar, halk arasına karışmazken, halkın gelmesini de istemezken özellikle böylesinden korkuyordu. “Hiç olmazsa evladımın yıldönümü geçsin” diye, bu söylentilerin arkasını hiç düşünmeden konuyu kapatmaya uğraşıyordu.

      “İşte, bu! Jempeyis sayesinde, koyun çobanları sayesinde, ömür ayazının ilk esintisi olarak gelen acımasız soğuk bu” diye düşünmüştü…

      Kodar sıkıntılanıp asabileşince, Jempeyis de işittiklerinin hepsini anlatmadı. Söylemek istese de konuşmayı bilmeyen, sözü kişiye uygun bir dille söyleyemeyen, çok beceriksiz bir adam idi. Bu özelliğinden de çekinerek “Kodar’ı daha fazla zora sokmayayım” diye anlatacaklarını yarım bırakmıştı.

      Fakat bir gün, bozkırda, yaşlı bir koyun çobanı buna rezilce bir söz etmişti:

      – “Kodar geliniyle yakınlaşmış” diyorlar. Sen bu konuda ne biliyorsun, demişti.

      Jempeyis buna çok kötü bozularak:

      – Onmayayım ki böyle rezillik işitmedim. Sözünü geri al… Geri al kâfir! Bu sözünü geri al, diye tepki vermişti. Savunmuş muydu? Yoksa şaşırmış mıydı? Bilmek mümkün değildi.

      Deminki rezilce sözü söyleyen koyun çobanı Aytimbet art niyetli biri değildi. İçinden, “bu yaygaracı bilse böyle bir tepki vermezdi. Demek ki ya onlar iyi kişiler ya da bu hiçbir şey bilmiyor, sezmiyor” diye düşünüvermişti. Hatta daha sonra Kodar’la arada sırada görüşen fakir fukaranın etrafında dolaşıp mevzular açarak ve “iyi kişilerdendir” diye överek onu deminki iftiradan korumaya çalışmıştı.

      Fakat yanındaki yoksul böyle dese de bu dedikoduyu tekrar tekrar çıkarıp halka yayan başka bir “göz” vardı. Aytimbet ne yaparsa yapsın, bu iftira, Jempeyis’den ilk sorduğu günden başlayarak dönüp dönüp Kodar’a yapışan bitmez bir bühtan olmuştu…

      Şu son günlerde Kodar’da, Kutcan’ın ölümüne duyduğu kederinden ayrı başkaca bir memnuniyetsizlik vardı. Bunun sebebi, bundan üç gün önce, Süyindik’in ona bir kişi göndermesiydi. Bir kenara çekip konuşan Bekten adlı köse hatip, her bir şeyi karıştırdıktan sonra, buna:

      – Halkın ağzına kim kapak olacak? Kan gövdeyi götürüyor. Canı acıyan iyiler bu dedikoduyu bastırmak istese de, gücü yetmiyor, diyerek Süyindik’ten söz etmiş, onu şöyle bir övmüştü. Sonrasında bir kez daha sözü dolaştırıp getirerek:

      – Kötü söylüyorlar… Seninle bu gelininin adını kötüye çıkaracaklar, diye lafı koyunca, Kodar:

      – Oy! Canım, neler kuruyorsun, diyerek Köse Bekten’i tiksintiyle kovar gibi olmuştu. Fakat o insafsız gidecek gibi değildi:

      – Bu sözlere inanan Kunanbay sana sert bir ceza verilmesini buyuracakmış gibi görünüyor. Süyindik öz kardeşine kıyar mı? Beni sana özellikle gönderdi. “Sözün hakikati ortaya çıkıncaya kadar dayansın, inadından vazgeçsin” diyor, demişti.

      Kodar baskıdan ölürcesine bunaldı ve hiddetle yerinden fırlayarak:

      – Höst! Git şurdan, yok ol! Allah’ın gazabını görmüş olan Kodar, Kunanbay’ın hiddetinden mi korkar diyorsun? Defol buradan, deyip daha fazla ileri gitmesini engellemişti…

      Bu konuşma aklına geldikçe Kodar’ı öfkeden kudurtuyordu. Fakat Kamka ile bu hususta konuşmayı düşünmüyordu. Ondaki “babalık” duygularını biliyordu. Kodar’daki “çocukluk” yakınlığı da Kamka tarafından biliniyordu. Bu üzüntüyle her gün birbirlerine dert yanarak ve iç çekerek kederlenmeleri ikisini de gelin ve kayınbaba hâlinden uzaklaştırmış, kaygısı ortak kaynana ile gelin gibi ya da baba ile oğlu gibi yakınlaştırmıştı. Bu bir anlamda insanın insanla tanışması, buluşmasıydı. Fakat ikisi de başka pek çok hususu ayıklayıp bükmeden açıkça konuşsa bile Kodar’ın cesareti deminki rezilliği ağzı var dili yok biçare dertli evladına söylemeye yetmiyordu…

      İkisi aheste adımlarla gönülsüzce mezar başına geldi. Kodar Kur’an okumayı bilmiyordu. Kamka da okumuş değildi. Fakat ikisi de Kutcan’la ilgili dileklerini, dertlerini, hayallerinde sakladıklarını içlerinden dile getiriyordu. İki can dostu devamlı ılık ılık gözyaşı döküyor, yakınlarının kabrine tekrar tekrar baş yaslıyor, omuz omuza, gözlerini mezardan kaldırmadan, uzun uzun sessizce oturuyorlardı. Yine her zaman olduğu gibi uzunca bir vakit oturup kalmışlardı. Ancak bu defa bunların arkasından gürültü çıkararak gelen birkaç atlının patırtısı duyuldu.

      Kodar da Kamka da dönmedi. Atlılar yakına geldi ve attan indi. Gelenler beş kişiydi. Maybasar’ın kara sakallı ulağı Kamısbay ile iki Bökenşi ve iki de Borsak… Kamısbay attan inerken:

      – Gördün mü sahtekârı, diye kükredi. Kodar ile Kamka’yı bu hâlde görmeyi ummadığı belliydi. Başkası olsa, sevdiklerinin mezarı başında böyle sarılıp kalan dertlileri görünce yüreği kıyılır idi. Yanındakiler attan inmekte tereddüt etti. Fakat Kamısbay “saç al dense, baş alan”, Maybasar’dan da beter, dik başlı, arabozucu, cani biriydi:

      – İnin, diye buyurdu ve hepsini atlarından indirtti. Borsaklardan biri ona destek çıktı. O, Jeksen adlı devasa ihtiyarın kardeşi Jetpis idi. Jetpis:

      – Mezardan baş çevirmeyenin, başı mezara girsin, dedi.

      Kodar bunların özellikle geldiklerini anlayarak geriye döndü. Sabırlı ve serinkanlı bir yüzle:

      – Neyiniz var, canlarım, diye sordu.

      Kamısbay öfkeyle bastığı yeri tozutarak tepinircesine karşısına geldi:

      – Neyimiz olacak ki? Büyük yöneticimiz sizi çağırıyor.