– Yoldaşlar, biz Nurihanov’u, bu Yüzşişme köyünün yiğidini, gençliğine yani daha yeni enstitü tamamlayıp döndüğüne bakmadan, boşu boşuna size başkan olarak takdim etmiyoruz. Onun adaylığı partinin ilçe komitesinde görüşüldü, büroda incelendi. O oy birliğiyle kabul edildi. Biyografisini siz de biliyorsunuz. Hayatın acısını tatlısını görüp büyümüş. Babası savaş kahramanı. Sizin gururunuz. Tabi, niye size bunları söyleyip duruyorum… İdeal aday… – diyerek yerine oturdu.
Kolhoz kültür merkezi yine gürültü yapmaya başladı. Aralarında birkaç da sinirlenen vardı. Onlar karıştırdı halkı. Bir âdet varmış o zamanlar: Kolhozun umumi rapor toplantısı yaklaşınca, her ev önce bal içkisi yapmaya başlıyordu. Her yerde olduğu gibi, Yüzşişme’de de kavga çıkaran, şüpheye düşüren kişiler bulunuyordu. İşte bunlar gibiler ilçe komitesi vekili önünde korkmamak için, bir de, gruplara bölünen kolhozcular öfkelerini eksiksiz söyleyiverme niyetiyle toplantıya içki içerek geliyorlardı. Arada bir, ilçe vekillerinin böyle toplantılara hatta polisle birlikte geldiği zamanlar da oluyordu. Düzeni sağlamak için yani. Yüzşişme halkı diğerlerinden, sinirli olmaları ve cesaretleri ile ayrılıyordu.
Bu kez de kolhozculardan birisi:
– Yoldaş Ayıtkulov, kahraman adını taşıyan çiftliğe onun çocuğunu başkan yapmak olacak iş mi? Şöhrete önem verilen padişahlık zamanları geçti!… – diye bağırdı.
Onun bu ilk çıkışını bekleyip duranlar da var aralarında.
– Doğru, babanın ünü mal değil ki, nesilden nesile geçsin!
– Çok genç, bizim gibi ağılda çalışıp baksın.
– Evet, çok erken daha, çok erken.
Nurihanov başını eğip sadece dinledi. Zordu onun için bu dakikalar. O ikide bir Ayıtkulov’a baktı. Ama diğeri akıl almaz derecede sessiz, gamsız göründü. “E, buna ne, öküz ölse et, araba devrilse odun şimdi.” – diye düşündü acıyla. Nedense Gilman kendi köyünde çalışmak istiyordu. Evet, sıradan bir uzman ya da tarım uzmanı değil, ama sadece başkan, köyün birinci kişisi olmayı hayal ediyordu o. Ona engel olmaya çalışıyorlardı. Konuşanlar, yerinden bağıranların her birinin ismini, söylediği sözleri aklında tuttu. Ayıtkulov’a ilçe komitesi vekiline de kızmaya başlıyordu, yumuşaklığı yüzünden.
Böyle fikir alış verişinin alevlendiği bir zamanda hiç beklenmeyen, hatta Gilman’a annesi tarafından akraba da olan Haris isimli kolhozcu söz istedi:
– Burada siz, yoldaş ilçe komitesi vekili, bizim Gilman’ı övüyorsunuz ama o bizim kolhozda iş yapan biri değil, – diye konuştu. – Biz onu siz beğendiğiniz için de seçemeyiz. Önceki seçilenleri de siz, ilçe komitesi vekilleri getirdiniz. Onları da çok övüp takdim ettiniz. Biz, saf halk da, inandık, pazarda at alındığı gibi ağzını açtırıp dişlerine bakmayı düşünmedik…
– Doğru sözler.
– Doğru! Övmekle iş bitmiyor. Bizim yaşamamız için, onun başkan olduğunda çalışması gerek, – diyerek katıldılar ona.
O anda toplantı başındaki yönetici sürahiye kalemle vurup halkı sakinleştirdi ve:
– Haris Yapparov Ağabey, e, sen başkan olarak kimi teklif ediyorsun? – diye bağırdı. Yanındaki aniden onun giysisinin ucundan çekti. Vekilin yüzü ekşidi. Bunu görünce o çok korktu, hemen oturdu.
Yapparov böyle bir soruyu beklemiyordu, elbette. Çok şaşırdı. Yerinde oturuyordu ama yanındakiler ona izin vermedi.
– Ya, niye gölgeye kaçıyorsun, söyle!
– Ağzına su mu aldın yoksa, Haris?
– Hadi, kimin ismini söyleyeceksen söyle!
– Yok, yok, bizim akrabamız olsun.
Aralarında ona kötü söz söyleyenler de oldu.
– Sen de şimdi, Yapparov, kendi tabağına tükürüyorsun, ne olsa da akraban yani…
İki arada kalan Haris buradan aniden kültür merkezi müdürünün soyadını söyledi.
– Ya, Sadikov’u, belki, kimse olmazsa…
Sadikov dedikleri kadınlarla kızlarla şakalaşmakta, adı çıkan biri idi. Yüksek sesle gülüştüler. Haris dayanamadı, kendi de katılıp gülmeye başladı. Kültür merkezi müdürü, tüm halk arasında kendini rezil etti diye, öfkelenip Yapparov’a yumruk gösterip, çıkıp gitti. Köydekilere de alay etmek için sebep gerek.
– Ya, Sadikov’u horladınız. Yine komşu köye yeni avrat aramaya gidecektir.
– E, bırakın, orada Ruslar yaşıyor, bu da Rusça sadece içki sorabilir. Ha-haa!…
Ayıtkulov, o zaman kendi zamanı olduğunu anladı. Halka katılıp güldü, ayağa kalkıp, herkesin önünde yaşaran gözlerini silip, kurnazca gülümseyerek ayakta durdu. Kolhozcular gülmeye doyduktan sonra yavaşça söz başladı.
– Kim… Yapparov, senin adayın ağlatıncaya kadar güldürdü. Çok rahatladık. Nurihanov’a da karşısın sen. Elbette, daha yakın birisini tavsiye etsen, sana şüpheyle bakmak gerekecekti. Ancak saygı arttı sana. Teşekkürler. Anlatsana, niye karşı çıktın?
Haris’e yeniden sıra geldi.
– Ben ona, gerçekten de karşı değilim. Söyleyeceksem söyleyeyim de, o benim ablamın oğlu. Eniştemden iki oğul kaldı. İkincisi, Geynullası, babası savaştayken doğdu. Ablam ölünce, iki oğlunu iki tarafa alıp götürdüler. Bu kardeşini aratmıyor; var diye de bilmiyor. Tamamen kalpsiz olması gerek yani. Ben tamam cahilim, bu Yüzşişme’den hiç çıkmadım. Ancak Gilman’ı söylüyorum, Ufa’da beş yıl okudu. Bu Geynulla, yedi defa yatıp da bir kez rüyasına girmiş mi ki?
Yapparov son sözlerini üzüntüyle söyledi, elini havaya kaldırıp salladı ve yerine oturdu, başını eğdi.
İlğuca Ayıtkulov sözün başka bir yöne gideceğini tahmin etmiyordu. Ama hayat tabi, bu tarafıyla da insanın kalbini kırıyormuş demek. Hemen bu durumdan çok ustaca faydalanmak istedi. Onun başka çaresi de yoktu. E, Nurihanov’un adaylığını kabul ettirmeden dönerse, parti ilçe komitesinde hiç görünmemesi hayırlı. Çünkü ona da terfi var.
– Doğru sözler, Yapparov. Çok doğru! Böyle kendi kardeşini aramamak, cinayet. İşte ben de bu hayatta yalnızım. Babam gidip aynen böyle bir savaşta ölmüş. Eğer bir kardeşim olduğunu bilsem; – o, bakışını başkanlık masası arkasında oturan Gilman’a çevirdi, – senin gibi Nurihanov, ağzımı açıp, Allah’tan bekleyip oturmazdım. Bütün makamlara ulaşmak gerek böyle bir zamanda! Doğru söyledim mi, millet?
– Doğru!
– Çok da yerinde!… – diyerek yerlerinden bağırdılar. Salondakiler şimdi bütün ilgisini ona yöneltti, Ayıtkulov bundan faydalanmakta acele etti.
– Böyle dünya… – diye devam etti o, asıl konuya geçmeye niyetlenerek, – şimdi siz Nurihanov’u, genç diye başkanlık için göstermekte ikilemde kalıyorsunuz. Siz de bugün aranızda yaşayan Nurihanov’u, üniversiteli tarım bilimcisini yok etmeye çalışıyorsunuz. Yoksa, siz onu, eski kolhozundan isteyerek gönderdiler diye mi düşünüyorsunuz? Şaka yapıyorsunuz kardeşler. Zorla koparıp aldık. Tamam, başka bir yerden birini buluruz. Ama Yüzşişme’ye, – vekil biraz düşündü, ne olduysa da oldu der gibi, sonra devam etti, – dışarıdan birini getirip size zulmetmek mümkün? Böyle yiğitler devrilip de yerde yatmıyor…
O anda salondan bağırdılar:
– Vekil