Ağaçtaki taze meyveyim,
En yüksek dalda asıllı olan,
Yemek istedi beni her kişi.
Eğilirsem eğer ben,
Kimler yemek istemez ki?
Han değil, o, kara taştır,
Onunla yatmaktansa,
Kemiğine etimi batırmaktansa,
Cezire ister her zaman,
Ölmeyi, böyle yaşamaktansa.
Rüzgâr vuran ipeği,
Zorlayıp pisliğe bulaştırsa,
Yaraşır mı?
Yakışır mı?
Ne işi var burada demezler mi,
Atılır hemen ipekten pislikleri.
Ölüm daha hayırlı benim için,
Onunla hayatı paylaşmaktansa,
Ömür boyu ağlamaktansa,
Canımı zorlamadan,
Dar ağaca assınlar beni,
İhtiyar çeksin derdini.
Hayasızca böyle yaşamaktansa,
Kanım götürsün beni,
Dazlakların kanına!
Dengim dazlakta varsa,
Batarsam bile canıma,
Rahat bulurum ebedi.”
Cezire gelir sevinerek,
Kurulan darın yanına.
Önüne ve arkasına,
Bakmadan ipi geçirdi başına.
Dazlakla hazır sanki ölmeye,
Durur gibiydi getirip işi aceleye.
Gülerek Bozayhan,
Başını ters çevirdi.
Gülcezire ölümü,
Dostu gibi sevindi.
Emrine uyarak hanın,
Hazır durdu askeri.
İpini çekmek için,
Hazır durdu katili.
Cezire’ye kıyamadan,
Durakladı bir anda han.
Cezire’nin çehresinden,
Nurlar parlar gamzeden.
O anda baktı Cezire:
“Han, iki kere konuşmuş olsan,
Ne farkın var şu insandan,
Katillerin, canavardır can alan,
Ne duruyorsun, be adam!
Sarayından, Bozayhan,
Mezarlıklar dazlakların,
Görünüyor iyi uzaktan.”
Dediği anda han:
“Çek!” dedi.
Pişman oldu ardından.
Endişe etti, kan kustu,
“Nasıl olur?” diye durdu.
Demire çekilen gümüş gibi,
Beyaz kolları sallanıyordu.
Ağır ağır çarpıp durakladı,
Cezire’nin yumuşacık yüreği.
Dardaki duruşu nazar çekti,
Söğüt gibi dümdüzdü kemiği.
Cezire’yi gören adam,
Çok acıdı, pek üzüldü.
Dal budak gibi kıvrılıp,
On parmağı büküldü.
Seçtiği kız Cezire,
Asıldı gitti ağaca.
Yetişemedi Bozayhan,
Çığlık atan bir çocuğa.
Severek aldığı Cezire,
Soktu başını belaya.
İsterdi hep Cezire,
Kul gibi ölmeyi.
Öldüğünde rica etti,
Köle gibi gömülmeyi.
Genç kulları istedi,
Cezire’nin yüreği.
Karıştı mezarlıkta,
Gençlerin kemikleri.
Bozayhan güçlü olsa da,
Olamadı genç kızın,
Dimdik nazlı direği.
Dinlendi, dazlaklarla,
Gerçekleşti böylece,
Cezire’nin dileği.
Böylece iki yıl geçti,
Cezire’nin yattığı mezara.
Ağaç büyüdü meyveli,
Meyvesi hazırdı pazara.
Meyveli güzel ağaçlar,
Büyüdü kölelerin başında.
Terk edemezler görenler,
Temaşa edip yanından.
Boy alan iki ağaç,
Eğrilerek birleşmiş,
Birbirine asılarak.
Gören adam şaşa kalır,
Onlara hayran kalarak.
Bozayhan buna darılır,
Sessizce konuşarak.
“Gülcezire güzelimi,
Şu dazlak mı kucakladı,
Bir evlattı tüm isteğim,
Yoksa ölü mü kaldı?
Her şeyden bunların,
Kaderi böyle yazıldı?”
Gece gündüz uyumadı,
Bozayhan pek yalnızdı.
Hayatında damga gibi,
Çocuksuzluk vurulmaz.
İlgisine dünyanın,
Gönül verip durulmaz.
Pişman oldu içinden,
Yaşlar döktü gözünden.
Çocuksuz geçti ömürüm,
Ne anlamı var hayatın.
Düşündü sonra ağladı,
Ne faydası var ağıtın.
Bir zalimin diliyle,
Masum kanlar döküldü.
Günler geçti, dün geçti,
Ağlamayla yıllar geçti.
Bozayhan’ı incitti,
Bir evladın hasreti.
Han çobanı Karagöz,
Uzakta davara bakar.
Günün en sıcak anında,
Otlatarak tarlaya salar.
Kölelerin mezarlığında,
Kestirip bir gün yatar.
Gündüz oldu mu, Karagöz,
Mezarlığı bulup anar.
Aklına gelse ağlar,
Eski dazlak kulları,
Gencecik dul kadınları,
Anarak ciğerini dağlar.
Onları düşünürken bir gün,
Toprağa