“Ver elini, işte, yiğit!” deyip babası da sırtını sıvazlıyor. O yaz Jakay sünnet olup okul hazırlıklarına başladı.
Çok geçmeden güz de gelmişti. 1 Eylül’de Talas nehrine beş kilometre uzaklıktaki Sarbarak köyündeki okula kendi yaşıtlarıyla birlikte okula başlayan Jakay da gitti.
Alfabeyi öğreten ilk öğretmeni Abdibek Tastanov birinci sınıfa gelen ufak çocukları okulun önünde karşılamıştı.
“Okulun işte, sınıfın, Burada on sene olursun.
Darı gibi girer, Dağ gibi çıkarsın”, diye bir şiir okudu. Şairin söylediği gibi yaz boyunca Talas kıyısında dolaşıp güneşte iyice yanan esmer cılız çocuklar okula gelmiş, ilk defa sıraya oturmuşlardı.
Günler geçmeye devam etti. Okula gitmek için bir grup çocuk eşeğe binerdi. Kışın ise atın çektiği kızakla asmalı köprüden geçerlerdi.
Jaksılık kardeşlerine o kadar düşkündü ki, kendisinden bir sınıf üstte olan ablası Altınkül’ün asmalı köprüden korktuğunu bildiği için onu elinden tutarak geçirirdi. Sonradan kız kardeşi Şırınkül okul yaşına geldiğinde onu da kendisi elinden tutarak okula götürüyordu. Başka çocukları velileri okula kadar götürüp, geri döndüklerinde önlerinden çıkıp karşılarlarken, Jaksılık iki kardeşini ellerinden tutarak okula kendisi götürüp, getirirdi.
Dersten geç çıkıp bir köyden ikincisine varana kadar hava kararınca çocukların korktukları zamanlar çok olurdu. Bazen de oynayarak, birbirlerini kovalayarak köye çabucak ulaşırlardı. Çocukluk çağ bu yüzden güzel değil midir, köy ile okul arasındaki mesafenin uzaklığına bile bakmadan bir evin çocukları gibi olan yavrucaklar dönemden döneme ne ara geçtiklerini de fark etmezlerdi.
Çocukluk çağın her günü sıcacıktı. Ocağı tüten yuva gibi sıcak evde anne babayla ve babaannenin merhametinin saçıldığı Cennet gibi mekânda geçen akşamlar ne güzeldi, hey gidi günler!
Üşkempir’in ailesinde büyüyen çocukların büyüdüklerinde de özlemle anlattıkları eğlenceli olaylardan biri babalarının hakem olup üçünü güreştirdikleri anlardı. “Ülgili” kolhozunda4 muhasebeci olarak çalışan babaları genelde tan ağarırken işe gidip, çocukları tatlı uykuda yatarken işten dönerdi. Üşkempir’i çocukları sadece Pazar günleri görürdü. Onda bile akşam hava kararmaya başlayınca eve gelirdi. Evdeki üç çocuk bir hafta boyunca babalarını özleyip, Pazar gününün gelmesini beklerdi. Babaları evde olacağı gün onlar için küçük bir bayram gibi olurdu.
Akşam yemeklerini yedikten sonra çocuklarına:
“Hadi şimdi güreş başlayacak” derdi. Altınkül hemen bir pantolon giyip ortaya çıkar. O zaman Altınkül tıpkı erkek çocuk gibi olurdu. Kız da olsa vücudu iriydi. Jakay’dan bir buçuk yaş büyüktü. Böylece, önce Altınkül ile Jakay güreşirdi. Kolları ve bacakları incecik, kaburga kemikleri gözüken cılız Jakay’ı ablası hep yenerdi. Öyle anlarda babaannesi:
“Jakay, sen yemeği az yiyorsun, ondan dolayı Altış’a yeniliyorsun” diye onun tarafını tutardı.
“Oğlunuzda güç yok, bir deri bir kemik” deyip, babası Jakay’ı kışkırtarak konuşur öyle zamanlarda. Jaksılık öfkelenerek tekrar güreşir. Ne yapıp edip Altış’ı yeneceğim deyip ne kadar çabalasa da eşit düşmekten öteye geçemezdi. Ağabeyi ile ablasından geri kalmayarak küçük Şırınkül de:
“Baba, ben de güreşeceğim” deyip babasına yalvarır. Babası:
“Hadi, madem güreşmek istiyorsun, Jakay ile güreş, Altış seni fırlatıp atar” deyip, Jaksılık’ı kışkırtırdı.
“Ağabey, ikimiz güreşelim” diye ısrar eden kız kardeşiyle güreşiyormuş gibi yaparak oynardı Jakay. Sonunda yalancıktan yenilince dağınık saçlı küçük kız sevinerek:
“Jakay kaybetti! Ben kazandım!” deyip kendi kendini alkışlayarak oda içinde dönerek koşardı.
“İşte, oğlunuz, kız kardeşine de yenildi!” diyerek Üşkempir annesiyle şakalaşırdı.
“Benim oğlum kızlara acıyor, köydeki oğlanlara hiç yenilmemiştir, Jakay ile güreşmeyen komşu çocuğu yoktur. Hepsini yeniyor benim Jakay’ım!” diyerek babaannesi Jakay’ı savunurdu.
Ertesi gün sabahtan annesi Jaksılık’a acıyarak:
“Jakay, yemeği doğru düzgün yesene, güçsüz kalırsın” deyip, oğlunu sofraya oturtup, yemeği doyarak yiyene kadar onu izlerdi.
O zamanki odunun türü çalı çırpıydı. Bütün gün boyunca pancar tarlasında çalışan Küntöre eve döndüğünde sırtında odun getirirdi. Güneş batarken işten dönüp, ne kadar yorgun olsa da yemek yapmaya başlardı. O zaman, “yardım edecek yaşa geldin, hem kız olarak ev işlerini öğren” deyip, Altınkül’e: “ocağın altına ateş yak” deyince yaramaz kız kardeşinin elinden tutup oyuna kaçardı. Annesine acır, hep desteğe Jaksılık koşardı, yardımseverliğinin sınırı yoktu. Annesinin yanında “yenge, yenge” diye dolaşarak ocağa ateş yakar, semaveri kaynatır, yardım etmekten hiç üşenmezdi. Arada bir de ılık su doldurarak babaannesinin ibriğini hazırlamayı da ihmal etmezdi.
“Jakay’ım benim yardımcım. İyi kalplim! Bu iyiliğini Allah karşılıksız bırakmasın! Sana da kendi evlatların böyle hizmet etsin, hayırlı evlat olsun!” diye babaannesi torununa hep hayır dua ederdi.
Bahtlı çocukluk çağın mutlu anlarından biri sabahleyin güneşin ilk ışığı yüzüne vurup uyandırdığında gönlün sevinçle dolarak, yeni günü karşılamak için acele edişiydi. Jakay’ın çocukluğunun her günü böyle neşeli ve mutlu geçtiği söylenebilir. Sevgi ve merhametle büyüyen çocuk hayatı sevmeyip ne yapsın? Aile sıcaklığını hissederek büyüyen nesil gelecekte Vatanını da kendi evi gibi görecek ve sevecektir.
Jakay’ın çocukluk çağındaki en güzel an, güneşin pencereden içeri girip tüm nurunu saçarak uyandırmasıdır. Zayıf esmer çocuk kollarını ve bacaklarıyla gerilerek uyanırken bembeyaz başörtüsüyle kapıdan içeriye babaannesi güneyin nuruyla girerdi. Elindeki ahşap kap kımız dolu olurdu.
“Benim Güneş’im uyandı mı? Bizim evin Güneş’i doğdu mu? Işığım benim!” deyip eğilerek alnından koklayıp eline kabı tutuştururdu. Pencereden giren Güneş ışığı beyaz kaptaki ak kımıza vurunca yansıyan ışık göz kamaştırırdı. Jakay, elini yüzünü yıkamadan babaannesinin verdiği kımızı içip yerinden kalkardı.
Böyle bir babaanne merhameti, Güneş’in nuruyla ak kımızın ekşimsi tadı hayatı boyunca Jaksılık’ın aklında kaldı. Babaannesini özlediğinde gözünün önünde işte bu manzara canlanırdı.
Talas kıyısındaki Kazak köyünün hayatı güllük gülistanlıktı. Yaz günlerinde çocuklar gürültü yapıp, sokağın tozunu kaldırarak oynarken köyün büyükleri sovhozun5 işlerinde çalışırlardı. Namazlarını kazaya bırakmayan ihtiyarlar oruçlu olsalar bile yazın sıcağında tırpanla ot biçerlerdi. Jakay’ın babaannesi de gece yarısında teravih namazını kılar. Jakay Ramazan ayında termostan çay içip, lezzetli gözleme yemek için babaannesiyle birlikte sahura kalkar. Yazın hemen tan atıp vakit çıkmaması için Küntöre sahurun çayını termosa koyardı. O çaydan yudumlayıp, Jakay da yarı uykulu yarı uyanık halde babaannesinin okuduğu duaya âmin der, elini yüzüne sürüp orucunu tutardı. Dedesi hayattayken eve alkollü içecekleri sokmak