V. Kobyakov, dört yıl süren kısa yazı hayatında, deneme, hikâye, uzun hikâye dallarında ilk kitap çıkaran Hakas yazarı olmuştur. Hakas yazı dilinin kurucularının başında gelir. Hemen bütün edebî türde eser veren Kobyakov’un Puşkin, Tolstoy, Çehov, Gorkiy gibi yazarların eserlerinden çevirileri de vardır.
Eserlerinde; hanlık zamanındaki zenginlerin, yanlarında bulunan yoksul hizmetçilerine uyguladığı kötü muamele, Ekim devrimi sırasında yapılan mücadele, devrimin insanlara getirdiği rahatlık, yurt sevgisi, işlediği başlıca temalardır.
Eserleri: Aydo (Uzun Hikâye) Novosibirsk 1934, Abakan 1959. Hakasiya Irlapça (Şiirler ve Hikâyeler), Abakan, 1935. Partizan Künneri (Hikâye), Abakan, 1936. Mıltıh Tabızı (Hikâyeler), Abakan, 1966. Povestter paza Çoohtar (Uzun ve Kısa Hikâyeler), Abakan, 1969.
Kaynaklar: Pisateli i Hudojniki Hakasii, Abakan, 1997, s. 6-7. Hakasskie Pisateli, Abakan, 1990, s.4-7. Mıltıh Tabızı, Pastağı Haalğalar, Abakan, 1936. Komsomollar-olğannar, Hızıl Aal, No:216, 1958. Torka Çalğıs Kem Polğan, Kök Odıcah, Hakas Partizannarının Irı, Huzıcah, Ancı Harol, Çazıdanar Ir, Har Poraan, Çayğızı Çitse, Kamat Ağa, Baykal Köl, Çashıda, Halıh Hığırzın, Stihi (Hakas Poeziyazının Antologiyazı), Abakan, 1960, s.87-91. Aydo, Mıltıh Tabızı, Hıshılarnın Unadılğan Ordızı, Kiröske Tüzirgeni, Kazan, Pasha Kizi Anmarı, Sügen, Partizan Künneri, Hızıl Çazı, Abakan, 1982, s.6-80 .
Buraya aldığımız Aydo adlı büyük hikâye; Hakas edebiyatında türünün ilk örneğidir.
Ovada
Bu, ilkyazda oldu. Ovanın, dağın karları eriyip çaylara, derelere, çukurlara toplandığı zamanda. Yazının içinde dumanlı gök göverip sıcak günler gelmeye başladığı anda. Bahar güneşinin ışıkları ılık nefesini yayarak gülümsediği anda. Yeni gelen çayır kuşları ovayı şenlendirip şarkı söylediği anda oldu.
Ak otlu ak ova, ala kilim örtülmüş gibi ırgalanıyor, ak yazının büyüyen otları ipek serilmiş gibi görünüyordu. Fakat şimdi, ilkyazda, onun otları kış soğuğunu geçirince kuruyup sararmıştı. Şurada burada kümelenmiş karların altından, yerden gök otlar görünüp yeniden çıkıyorlar ve kır saçlı insanın saçları gibi ağarıp duruyorlardı.
O yazının ortasında bir çiftlik kararıp duruyordu. Üzeri kurşunla kaplanmış küçük bir ev ve onun yanında melez ağacıyla yapılmış küçük bir ambar duruyordu. Bunların dışında orada büyük, açık bir ahır vardı. O, ova ortasında küçük yurt, Yakın Ağa’nın koyun sürüsünün olduğu çiftlik, “Yazı Göl” duruyordu. Yakın, çobanlarına koyunlarını ilkyazda buraya getirtiyordu.
Çiftliğin önü, yanı ve üst tarafı çamurlu, sazlık bir yerdi. Alt tarafında küçük bir gölcük vardı. O göl, orada yaşayan malın sulağıdır; bu yüzden bu çiftliğe “Yazı Göl” denirdi.
Aydo, on yaşında bir oğlan. Ak otlu ak ovaya serpiştirilmiş aşık kemiği gibi doğudaki dağa doğru dağılan büyük koyun sürüsünün ardından hoplaya zıplaya gidiyor. Onun incecik boynu, geniş börklü başını taşıyamayıp eğilmeye meyilli gibi görünüyor. Sırtında kötü, yırtık elbisesi, yağmur suyunda tekrar tekrar kalmaya dayanamayarak katılaşıp kalmış. Elbisesinin tersi düzü bilinmez hâle gelmiş. Ayaklarında büyük, tabanı olmayan, kadın ayakkabıları sallanıyor. Çıplak ayaklarını kendir iple ayakkabı koncundan bağlayıvermiş.
Aydo’nun ardınca kaba tüylü Çohırah, oraya buraya saldırıp koşarak her şeyi koklayıp gidiyor. Onun açık kulakları, kışın giyilen börkün kulakları gibi sallanıyor.
Aydo, gece gündüz, sabah çok erkenden karanlık düşünceye kadar, bu koyun sürüsünün peşinden gitmeye başlayalı üç yıl oluyor. Onun yazıda, dağda yaşarken ovanın temiz havasının keyfini bozacak tüylü Çohırah’tan başka arkadaşı yok.
Çohırah ovada koşuyor, Aydo’nun güvenilir arkadaşı. O, şimdiye kadar Aydo ile birlikte mal otlatıp kara koyunları açgözlü yırtıcıların ağzına düşmekten çok kurtardı.
Doğudaki Aylah Dağı’nın eteğine yaklaşmaz, dönüp gelmez. O, kendi geldiği yere bakarak durur. Yazı ortasındaki küçük yurt havanın ısınmasıyla alacalanıp görünüyor. O bazen gökle yer arasında yayılan suyun ortasında duruyor gibi görünüyor. Aydo, oradan sabah çıkıp akşam olunca dönüyor.
Oraya geldiğinde Aydo’ya kır başlı Kamat ihtiyar, eski hikâyeler anlatarak vakit geçirtiyor. Ondan yalan yanlış duyduğu bir şey de yok. Ve ovada giderken onunla konuşacak kimse de yok. Onun için sıkıcı. Şimdi aklına gelen şeyi maniye dönüştürerek söyleyip duruyor:
Boynuzsuz kara koyunum,
İki kuzusunu birlikte götürür.
Lezzetli otu otlayarak,
Yavrularını emzirip götürür.
Gün ışığı gökten parlayıp,
Ovanın üstünü ısıtıp götürür.
Güzel sesli çayır kuşları,
Sıcak yerden gelip, şarkı söyleyip ötüşür.
Onlar şimdi yuva yapıp,
Yavrularını çıkarıp büyütür.
“Ay aay, alçaklar!” Koyunlarına bakıp bilmiş bir sesle bağırıyor. Etrafına bakındığında Aylah Dağı’nın yamacından eyersiz ata binmiş bir kişi rahvan gidişle inip geliyordu. Ak ayaklı kızıl doru ata binmiş, kısa sarı elbiseli kişi bakarak yaklaşmıştı. Bakır kaplamalı, eski ağaç eyer üstünde bir yanına eğik oturmuştu.
Aydo, melez ağacı sopasına göğsüyle dayanıp, atlı kişiden gözünü almayarak baktı. Adam, Aydo’nun yanına geldiğinde atının ağzını salıp çekerek durdurdu. Ak ayaklı doru at, demir gemini kütürdeterek çiğneyip duruverdi.
“Merhaba, ay oğul!” At üstünden tanımadığı kişi gülümseyerek indi.
“Merhaba!” dedi Aydo.
“Koyun otlatıp duruyorsun, ha?” diye etrafına bakınıp sordu adam.
“Otlatıyorum.” dedi Aydo, sopasıyla yeri karıştırıp başını eğerek.
“Kimin koyunudur bu kadar çok?”
“Yakın’ın koyunu.” diye cevap verdi Aydo, koyunlarına göz atıp.
“Ee evet evet… Biliyorum… O, Pitro Yakın’dır, değil mi?”
“Evet, o.”
“Eee, inip sigara içelim bakalım.” diye açık yularını atın başının sol yanından üzerine attı. Onun ayakları atın iki yanına uygun olarak eğilmiş gibi bükülmüş. Küçüklüğünden beri at üstünde yaşadığından bacakları bükülmeyip de ne olacak.
“Sen sigara içiyor musun, ay oğul?”