Çornap’ın on yaşındaki oğlu aniden bilinmeyen bir hastalığa yakalanmış, koyun çobanı yağmur yağmadan az önce doktoru evine getirmek üzere çağırmıştı. Oğlan daha önce de böyle hastalanıp iyileşmişti. Şimdi hastalığı yeniden nüksetmişti. Öncekinden daha kötü olmuş, karnı sertleşmişti. Annesiyle babası çocuklarının doktora götürülmesi gerektiğini anlamışlar fakat bu havada hastaneye nasıl götüreceklerini bilememişlerdi. Atı arabaya koşarlardı ama yakında geçit de yoktu feribot da. Çevreyi dolanıp gitmek ise uzun zaman alacaktı. Çocuk dayanamayabilirdi. Çornap çocuğu kucağına alıp götürecek olsa, göz gözü görmeyen karanlıkta, sarp yardaki patika yolda yürümesi çok zor olacaktı.
Çornap, İliskecek’i tanıyordu. Onun anne babası Karamaşevlerle aynı köyde idiler. Çornap onun çocukluğunu bilirdi. Küçük belikli, onların ucuna bağlanan ak ipek kurdeleli bir kızdı İliskecek. İliskecek ortaokulu bitirdiği sırada, kardeşini taş kömürü madenine çalışmaya göndermişlerdi. Ailesi de oraya göçmüştü. Kız uzun boylu hafif kiloluydu. Yakın zamanda bölge hastanesine bir iş için gittiğinde, Çornap köyündeki bu kızla karşılaşmış, selamlaşmışlardı. Beraber öğle vakti yemek yemişlerdi. Birisi hastalanırsa, İliskecek onların hastaneye gelmesini, yardımcı olacağını söylemişti.
Oğlu hastalanınca da Çornap, doğruca onun yanına gitmiş, işte şimdi İliskecek’i almış geliyordu. Doktor, koyun çobanının oğlunun nasıl hastalandığını, daha önce aynı hastalığa yakalanıp yakalanmadığını sorup öğrenmiş. Onun söylediklerini dinledikten sonra, acele etmiş. İliskecek’in güzel yüzü sert çizgilerle kaplanmıştı. Başka bir şeye bakmadan, gerekli malzemeleri hazırlayıp yola düşmüşlerdi. Böylece ciddi şekilde endişelendiği anlaşılmıştı. Çornap’la İliskecek yardan aşağı inen patika yola ancak ulaşabilmişlerdi. Ayakları altında su şarıldıyor, çamur cıvıklaşıyor, bu yüzden ayakları kayarak birbirlerine tutunarak zorlukla gidiyorlardı. Ayaklarının altında yer eriyor gibiydi. Yardan aşağıya kayıp düşecek gibi olsalar da güçlükle kendilerini toparlamışlardı. Patika yoldan çıkmamak için, yanlardaki taşlardan tutunuyorlardı. Yağmurdan ıslanan ellerine taşlardan sızan sular dökülüyor, tutundukları yerleri kayganlaştırıyordu.
“Köyü böyle bir yar üstüne niçin kurarlar ki?” diye kendi kendine söylendi Çornap.
“Oğlum, pek de güzel yetişti. Her şeyi, büyük insan gibi anlar. O, mutlaka büyümeli.” diye yüksek sesle konuştu.
Bir şeyler söyleyen İliskecek’in sözü şimşek çakmasıyla kesildi. O sırada su kıyısındaki ağaçlar, onların arasındaki açık alan görünmüştü. O açık yerde, patika yolda bir şeyin başı göğe doğru uçar gibi yukarı dikilmişti. Şimşek çakması geçince kayığı suya doğru ittiler. Kayığın iki ucuna birbirlerine yüzlerini dönerek oturdular. Çornap kürekleri çekmeye başladı. Kürekler kayığın bir o yanından bir diğer yanından batıp çıkıyordu. Suyun şarıltısı, yaralı kuşun kanatlarını çırpıp gelmesi gibi, devamlı ve hızlıca uğuldayıp duruyordu. Suyu geçmek çok uzun sürmüş gibi geldi ikisine de. Suyun üzerine yıldırım düştü. Şimşek üzerlerinde parıldadı. Nihayet kayıkla kıyıya yanaşabildiler. Kayıktan inip, onu güçlükle yarın üstüne çıkarıp bırakarak patika yola çıktılar.
Çornap’la İliskecek ilerde sönmek üzere olan ateşin pırıltısını görüp ıslak tezek kokusunu aldılar. Daha sonra aniden köpekler ürüşüp koşarak geldiler. Sahiplerini tanıyınca kuyruklarını salladılar. Küçük evin kapısını çaldıklarında ikisi de sırılsıklamdı. Kapıyı Çornap’ın karısı Marga açtı.
Masa üstünde bir gaz yağı lambası yanıyor, içeriyi çok az aydınlatıyordu. Kırlaşmış saçlı Marga onları görünce sevindi. Hemen çocuğun yattığı yere yöneldiler. Oğlan, solgun bir yüzle kendinden geçmiş bir hâlde yatıyordu.
“Paskacahım! Oğlum!” diye Marga ağlamaya başladı.
“İşte oğlum, baban geliverdi. Doktor ablanı da getirdi.” diye oğlunun saçlarını sıvazladı.
Çantalar masanın önündeki peykeye bırakılınca, İliskecek su geçirmez yağmurluğunu çıkarmış Marga da onu kapı üzerindeki çiviye asmıştı. İliskecek çantadan ak önlüğünü çıkararak giydi. Oğlanın döşeğinin ucuna oturup koltuğunun altına ateş ölçen dereceyi koydu. Stetoskopu ile göğsünü dinledi. Nabzını ölçtü. Çocuğun vücuduna iki eli ile hafifçe bastırarak muayene etti. Ateşi çok yüksekti. Şüphelerinde haklı olduğunu anladı. Çocuğun acilen hastaneye götürülüp ameliyat edilmesi gerekliydi fakat bu yağmurda hastaneye gitmek demek büyük bir zaman kaybı demekti ve bu da çocuğun hayati tehlikeyi atlatamaması anlamına gelebilirdi. Endişeyle kendisini izleyen Marga ile Çornap’a baktı.
“Apandisit.”dedi. “Her an patlayabilir. Hayati risk taşıyor. Hastanede acilen ameliyat edilmesi gerekiyor.”
Marga, acı bir çığlık koyuverdi. Çornap olduğu yere çöktü. Yağmur dışarda şiddetini iyice artırdı… Hınçla camları dövdü. Çornap birden çöktüğü yerden kalkıp doktorun ayaklarına kapanarak yalvarmaya başladı. Koca adamın gözlerinden düşen iri iri damlalar kilimin desenlerine karıştı.
“Vardır bir çaresi doktor hanım. Hı vardır bir çaresi. Bilirsin sen.” diyordu.
İliskecek, şaşkınlıkla Çornap’ı yerden kaldırdı.
“Tek çaresi hastanede ameliyat.” dedi. “Benim burada yapabileceğim bir şey yok.”
Çornap:
“Sen burda yapıver, olmaz mı?” diye yalvaran ıslak kahverengi gözleriyle doktora baktı. İliskecek bu duyduğu karşısında afalladı. Yeterli aletler olmadan hasta asla ameliyat edilemezdi. Bu mümkün değildi. Çocuğun nefes alış verişleri duyulamayacak kadar zayıflamıştı.
Marga:
“Ölüyor yavrum ölüyor!” diye bağırarak çocuğun üzerine kapandı. Çornap hâlâ yalvaran gözlerle doktora bakıyordu. Vakit tükenmek üzereydi. İliskecek:
“Çornap, sen çocuğun giysilerini çıkar. Marga hemen su kaynat. Şurdaki masanın üzerine temiz bir çarşaf ser. Çornap sen de çocuğu oraya yatır. Sonra her ikiniz de üzerinize temiz giysiler giyin ve bana yardım edin.” dedi kararlı bir sesle.
Karı koca denilenleri hiç zaman kaybetmeden harfiyen yerine getirdiler. Gaz yağı lambasını Marga masanın üzerine doğru tuttu. İliskecek çantasından ak kaplamalı teneke kutular çıkarıp, ağızlarını açtı. Ağzına burnuna ak bez bağladı. Başına ak bere, ellerine uzun parmaklı naylon eldivenler taktı.
İliskecek, çocuğun koluna iyot sürüp iğne yaptı. Çok kararlı ve ne yaptığını bilen birisi olsa da risklerin farkındaydı ve belli etmese de çok korkuyordu. Çornap, İliskecek ne derse tıpkı bir robot gibi süratle yerine getiriyor. Bembeyaz bir yüzle dikkatlice doktora eşlik ediyordu. Küçük çocuk derin bir baygınlığa düşmüştü. İliskecek çocuğun karnına doğru eğildi. Ameliyat edeceği yere tentürdiyot sürdü. Eline keskin bistüriyi aldı. Çakan şimşek ışığı masanın üzerinde yatan çocuğun solgun yüzünü aydınlattı. Marga, olduğu yere çöktü. Bildiği tüm duaları unutmuştu, sadece Tanrım diyebildi. Tanrım, lütfen!…
İliskecek, küçük çocuğun