Genellikle bütün mitolojilerde yaşam suyla başlar ve suyla son bulur. Su ile ilgili mitler oldukça zengindir. Mitolojilerde su, arındıran iyileştiren, yenileyen, ölümsüzleştiren bir varlık olarak nitelense de özellikleri bunlarla sınırlı değildir. Mitolojide su olağanüstü özelliklere sahip, yaşayan bir varlıktır. Mitolojilerde geçen sosyal ve kültürel değerler, ritüellerle somut hale getirilip çeşitli şekillerde ve zamanlarda uygulanarak bir inanç ve davranış biçimi haline gelir. Bu sürecin sonunda ‘kült” haline dönüşen değerler bir çeşit kutsallık kazanır. Hayvanlar, bitkiler, gök cisimleri, ateş ve su gibi insan hayatında önemli bir etkiye sahip varlıklar kendilerine atfedilen kutsallıkla birlikte saygı, bağlılık, maksadına dönük çeşitli davranışların ve sözlerin de muhatabı olur (Çobanoğlu, 1993: 288). Bu bakımdan ‘kült’lerin toplumlar içerisinde asırlardır yaşayan inançların birikimi olarak değerlendirmek mümkündür. Ayrıca içerisinde ortaya çıktığı toplumun kültür ve inançlarının bir hafızası olarak kabul edilebilecek kültler, o topluma ait bu unsurların kuşaktan kuşağa aktarılmasını da sağlar.
Yer-Su inancının temelini oluşturan her şeyde bir ruh olduğu inanışı, Türk kültürü içerisinde zamanla su kültünün oluşmasına da zemin hazırlar (Akman, 2002: 1). Su kültü hem dünya hem Türk mitolojisinde oldukça geniş bir yer tutmaktadır. Her bir toplum farklı bir kültüre ve inanca sahip olmakla birlikte, bu farklılıklara karşılık toplumların ortak sayılabilecek davranış, düşünüş ve inanış kalıpları da vardır. Tüm canlıların yaşam kaynağının su olduğu, ilk canlıların sudan yaratıldığı inanışı ile ilk yerleşim yerlerinin su kaynakları etrafında oluştuğu bilgisi neredeyse tüm toplumlar için ortak kabullerdendir. Kısaca Yunan, Mezopotamya, Sümer, Mısır, İran, Hint, Japon, Çin ve Türk mitolojilerinde suyun ayrı ve önemli bir yeri vardır. Ayrıca başta Kur’an-ı Kerim olmak üzere diğer din ve inanış biçimlerindeki kutsal kitaplarda, ibadet formlarında suyla ilgili farklı uygulamalar ve kabuller bulunmaktadır (Kürkan, 2018: 6).
Eski Türkler, su yerine, ‘sub’ kullanılır. Sonradan ‘b’ sesi, bazı değişmeler sonucu düşer. Zamanla kelime ‘su’ şeklinde söylenmeye başlar (Ögel, 2002: 317). Su kültü pek çok kültürde olduğu gibi Türk kültüründe de tabiat kültü içerisinde çok önemli bir yere sahiptir. Türklerin inanç sisteminde yer alan su kültünün temelleri yer-su inanışına dayanmaktadır (Türkyılmaz, 2013: 171).
Eski Türkler tabiatta gizli güçlerin var olduğuna inanır ve onları ‘iye’ olarak adlandırır. İyeler belirli mekânlarda bulunmakla beraber onlar aynı zamanda koruyucu ruhlardır. Bu nedenle Türkler; pınar, göl ve yüksek dağları iyelerin makamı kabul ederek onları yer-su inanışı gereği kutsallaştırır (Oymak, 2010: 38). Her suyun bir iyesi olduğuna inanılır. Özellikle iyeleri memnun etmek ve yardımlarını almak gayesiyle su kenarlarına gelerek kurbanlar kesilir ve dualar edilir. Ayrıca ruhların gazabına uğramamak için suya onu kirletecek şeyler atılmaz, suya tükürülmez (Pala, 2010: 85), (Kalafat, 1995: 53). Esasında eski Türkler su, ateş ve rüzgâr gibi tabiat unsurlarına saygı göstermek, değer vermekle birlikte bunlardan hiçbirini Tanrının kendisi olarak kabul edip doğrudan bu unsurlara tapınmazlar. Türk tarihinde önemine binaen bazı sular Tanrı tarafından gönderilmiş anlamında ‘ıduk’ yani kutsal sayılır (Güney vd., 2007: 78).
Türklerin yaratılış mitolojisine göre yer ve gök yaratılmadan önce sadece su vardır ve her şey sudan ibarettir (Akpınar, 1988, 30). Suyun birçok özelliğinin yanında yok edici kuvvetine de inanan Türkler; suyu bereket kaynağı, koruyucu güç, temizlik ve arınma vasıtası olarak da benimserler. Halk arasında kirlendiği varsayılan eşya veya kişilerin ‘kırklama’ olarak adlandırılan kırk tas su dökme uygulamasıyla temizleneceği inancı da yaygın olarak kullanılmaktadır (Akman, 2002:5). Suya verilen kutsallığın bir sonucu olarak Türk gelenekleri içerisinde suya dualar edildiği, suyu kirletmemeye özen gösterildiği ve hatta yılın belli dönemlerinde ona kurbanlar sunulduğu, su üzerine yeminler edildiği ve kenarında sabahlayarak ondan çocuk istendiği de görülmektedir (İşcanoğlu, 2017: 296-306).
Suyun Türk kültüründe kutsal sayılmasında Yer-Su inancının yanı sıra Şaman din adamlarının etkin olduğu eski Türk inancının da etkili olduğunu belirtmek gerekir. Bu inanış içerisinde yer alan ‘animizm’ düşüncesi yani her şeyde bir ruh olduğu inancı, suyun da bir koruyucu ruhu (iyesi) olduğu inanışını beraberinde getirir. Türk kültürü içerisinde yer alan su kültü hem Eski Türklerdeki Yer-Su hem de Şaman din adamlarının etkin olduğu eski Türk inancının bir birleşimi olarak açıklanabilir (İşcanoğlu, 2017: 296-306). Su kültü, Şaman öğretilerine hemen bütün yönleri ile yansır. Şaman din adamları ve bu din adamlarının etkisindeki insanlar doğadaki her şey gibi suyun (çay, göl, ırmak, deniz) da bir ruhu olduğuna inanır. Bu nedenle Şamanlar ayinlerinde ırmak adlarını anmadan geçmezler. Nitekim bu inanışın yaygın olduğu Altay- Yenisey Türklerinin ayinlerinde söyledikleri ilahilerde Yenisey, Abakan, Kem, Tam, ırmaklarının adları geçmektedir (İnan, 1976: 41).
Kutsal kabul edilen su, insanların çeşitli hastalık ve ağrılarına da şifa olur. Halk hikayelerinde, hatta bugün için gündelik hayatta daha çok korkan insanlara su verilmesi, suyun tüm korkuyu ve bu korkunun olası zararlı sonuçlarını ortadan kaldırabilecek şifalı bir özelliği bulunduğu kabulünden hareketle insanları psikolojik olarak rahatlatma yöntemidir (Çifçi, 2013: 27). Yine kimi suların içilmesinin kısırlığı giderici şifalı bir etkisi olduğuna inanılır (Türkyılmaz, 2013: 174).
Tüm ilahî dinler de olduğu gibi İslamiyet’te de su önemlidir ve farklı anlamlara sahiptir. Kuran- Kerim’de altmış üç ayette bahsi geçen suyun yağmur, nehir, pınar, deniz gibi şekillerinden de sıklıkla bahsedilmektedir (Günay, 2009: 432-437). Kuran- ı Kerim’de suyun ibadet yapabilmek için gereken manevî temizliği sağlayan abdest almakta kullanılan bir temizlik aracı olduğunun yanı sıra onun hayatın kaynağı ve yaratılışın başlangıcı olduğuna da vurgu yapılır (Günay, 2009: 432). Nitekim A’raf, Hud, Enbiya, Nur ve Furkan surelerinde Allah’ın insanı ve bütün canlıları sudan yarattığına işaret edilmekte, özellikle A’raf suresi 54. ayette yaratılışla ilgili olarak: “Allah Teâla önce Arş’ı, sonra suyu, daha sonra da gökleri ve yeri yaratmıştır.” (Yazır, 2014:162) denilmektedir. Yaratılış süreci ve sonrasında suyun etkisiyle ile ilgili olarak Hud suresinin 7. ayetinde: “Allah, Arş’ı henüz su üstünde iken gökleri ve yeri altı günde, altı evrede yaratmıştır.” (Yazır, 2014: 7), Enbiya suresinin 30. Ayetinde: “Ya o inkâr edenler görmediler mi ki gökler ve yerler bitişik idiler de Biz onları ayırdık. Hayatı olan her şeyi sudan yarattık, hala inanmıyorlar mı?” (Yazır, 2014: 325), Nur suresinin 45. ayetinde ise: “Allah her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üstünde sürünür, kimi iki ayağı üstünde yürür, kimi dört ayağı üstünde yürür… Allah dilediğini yaratır; şüphesiz Allah her şeye kâdirdir.” (Yazır, 2014: 357), Furkan suresinde ise ilk insan olan Hazreti Âdem’in su ve toprak karışımından yaratılıp kendisinden sonra gelen insanların bir damla su şeklinde olan meni’den yaratıldığı anlatılmaktadır (Karaman vd., 2004: 355). İslamiyet’e göre su, insanlığın ortak malı ve büyük bir nimet olduğu için kutsaldır. İslamiyetin suya verdiği değer sadece bu dünyaya ilişkin değildir. Çünkü İslam inancına göre insanın ana yurdu olan ve öldükten sonra iyilerin tekrar döneceği cennet ırmakların bolca bulunduğu bir mekân olarak tasvir edilir. Ayrıca Fetih ve Kevser surelerinde adı geçen ve yine cennette yer alan kutsal Kevser suyunun müminlere bir mükâfat şeklinde