“Hermafroditlik kelimesinin kaynağının ne olduğunu kim biliyor?”
Öğretmenin sesi bana sınıfta olduğumu hatırlattı. Amber bir zamanlar bu kelimenin kaynağını bir kitaptan bana anlatmıştı. Beynimi o kaynağı hatırlamak için zorluyordum fakat beynimin kapısı Kırk Haramiler mağarasının taş kapısı gibiydi. Dilden çıkan bir şifreye bağlıydı sanki. Bazen herhangi bir insanın ağzından çıkan sıradan bir söz, zihnimin taş kapısını açar, hatıralar tahıl ambarlarının buğdayları gibi dilimin ucuna gelir ve işte o zaman ben saatlerce konuşabilirdim ama şimdi…
Amber’e, “Dur, bak hemen söyleyeceğim. Fakat Brejit’in parçalanması kafamı karıştırdı. Hatırlayamıyorum, eğer sen biliyorsan söylesene.” dedim.
“Unutuvermişim!”
“Ben seni bilirim, unutmamışsındır.”
Öğretmen, Amber’e soru sormayınca onun dili açılmazdı. Öğrencilerden de ses yoktu. Öğretmen,“Birçok adın ortaya çıkışı gibi Hermafroditlik adının da ortaya çıkışı Yunan mitolojisine dayanır. Batı mitolojisine göre Hermafrodit, Hormos ile Aphrodisias’ın oğlu idi. Günün birinde ona bir su perisi verilir. Bir gün Hermafrodit suda yüzdüğü esnada, su perisi Tanrıdan ikisinin birleşmesini ister. O günden beri Hermafrodit çift cinsiyetli olmuştur.”
Öğrencilerin biri sınıfın ta sonundan, “Öğretmenim filmlerde görüyoruz, Batı’da her şey için izin alırlar. Su perisi neden Hermafrodit’ten izin almamış?” diye seslendi. Torpil gibi patlayan kahkahalar konuşan öğrencinin lafının bitmesine engel oldu. Öğretmen elindeki kalemi tahtaya vurdu. Öğrenciler susacak gibi değildi. Brejit’in kırılıp dağılması onlara da konuşma cesareti vermişti.
“Öğretmenim, biz Aphrodisias’ın kim olduğunu biliyoruz.”
“Buyurun söyleyin, kim olduğunu öğrenelim!”
“Öğretmenim, Aphrodisias aşk tanrıçasıdır!”
“Öğretmenim, serçenin de aşk tanrıçası olduğunu söylüyorlar!”
“İyi de fakat bunlar biyoloji konuları değil. Bizim tartışma konumuz Hermafrodit üzerinedir.”
Başka bir öğrenci,“Öğretmenim, serçe ne ki bir de onun aşk tanrıçası olsun!” Yine sınıf, öğrencilerin kahkahasıyla doluyor. Öğretmen, “Arkadaşlar konumuza dönelim. Hermafrodit hakkında söylediğim sözler sırf eğlenmek için değildir. Hem tıpta hem de psikolojide bu isimlerin bir nedeni olduğunu bilmenizi istedim. Gece uyuyup sabah kalkıp da bu isimleri koymamışlar.” dedi sesini biraz daha yükselterek.
İçimden,“Anasını satayım böyle iznin. O gölde ben olsaydım herhalde gök yere inmezdi. Brejit de öyle izinsiz gelip de suya atlayacakmış… Sonra iki can bir beden… Of, böyle can birliği hiç fena değil!”diye geçirdim.
“İsim konulmasından sonra gelelim Hermafrodit’in ne olduğu konusuna. Çift cinsiyetli olmak hayvanlar arasında sıradan bir meseledir, sorun olmaz. Fakat insana gelince onun bilinçli bir varlık olmasından dolayı fiziki bozukluğunun yanı sıra psikolojik bozukluklara da yol açılır.”
Öğretmen, dersi lastik gibi uzattıkça uzatıyordu. Böyle bir sorundan banane. Öğrenip öğrenmemek ne işime yarar ki! Bana ne kim dişiydi, kim erkekti, kim çift cinsiyetli! İsa kendi dinine Musa kendi dinine. Öğretmen ders anlatmakta ben ise hayallerime dalmıştım. Brejit, bir yerlerden kopup üstüme doğru geliyordu. Ben ise okul giysilerimle göl içinde, sırt üstü yatıp onu izliyordum…
“Ben de birçok erkek gibi Brejit’ten kalma hatıra için ruhumu şeytana satabilirim.” diye mırıldandım.
Amber bu sözü duydu, “Şeytan ile alışveriş bir yana, sen ruhun ne olduğunu biliyor musun?” dedi.
“Efendi, bilgin! Herkes şeytanın cehennemin sultanı olduğunu biliyor!”
“Hayır, şeytan insanın zihnindedir.” dedi. Bilmiş bilmiş konuştu yine Amber. Amber, büyük laflar etmeyi alışkanlık haline getirip gece gündüz kafasını kitaptan kaldırmayıp papağan gibi kitapların sözlerini ezberlerse, lafları başından büyük olur haliyle. Ben odamın duvarına resmini yapıştırdığım Brejit uğruna, ruhumu şeytana bedava satmaya hazırdım. O, etrafımda yaşayan kadınların hiçbirine benzemezdi. O benim meleğimdi. Brejit topuklu ayakkabısını çıkarıp suya atlamak istiyor, giysilerini çıkarıp çıkarmama konusunda bir karara varamıyordu. Beni giysili görünce o da soyunmaktan vazgeçiyordu. Kollarını açıverip suya atlar atlamaz kemikleri birbirinden ayrılarak suya dağılıyordu. Bedeni parçalanarak kutsal bir cam gibi kucağıma düşüyordu. İrkildim. Ne kucağıma düşmüş Brejit’in bedeninden ne de su içinde sırt üstü yatmamdan bir eser kaldı. Öğretmen hâlâ kırık bir pikap gibi cızırdamaktaydı. Ne anlattığını hiç anlamıyordum. Brejit’in kırılmış ve suya serpilmiş kemikleri aklımdan çıkmıyor ve kendi kendime, “Antik han, senin ruhunu şeytana satmaya hiç gerek yok. Sen zaten şeytanın ta kendisisin! Böyle de abuk sabuk saçma hayal kurmak olur mu?” diyordum. Kitabımın sayfalarını birer birer çeviriyordum. Vücut organlarının resimlerine bakıyordum ki iskelet resmi içeren sayfada durakladım. İskeletle ilgili kardeşime sorular sormaya başladım.
“Sus da derse kulak ver!” dedi.
Aklımda garip bir yaratık canlanmıştı. Hayalimde kalça ile omzun yerini değiştiriyordum. Karnından soluklanan bir insan nasıl hayal edilebilirdi ki? Eğer akciğerler bağırsağın komşusu olursa kesin insanın soluğu her zaman pislik kokar. İşte o zaman insanlar birbirleriyle konuşmaktan çekinirler. Kim bilir belki de birbirlerinin nefes kokularına alışırlardı.
“Acaba insanın vücudu böylesine garip ve çirkin olsaydı o zaman yine de ona insan diye hitap edilir miydi?”
“Ders dinliyorum. Konuşma!”
Konuşmuyorum. Çirkin kadınlar, çirkin çocuklar, çirkin erkekler aklımda geçit yapıyorlar. Çirkin insanları düşündüğümde hem gülelim geliyor hem de içimi ıstırap kaplıyor. Tüylerim diken oluyor. Etimle kemiklerim arasında kurtların süründüğünü düşünüyordum. Amber’in gözü öğretmendeydi yavaşça, “O zaman insan kendi çirkinliğinin farkında olmazdı, insan hep böyle olduğunu zannederdi.”dedi.
Hayal kurmayı değil ben bedenin güzelliğini seviyorum. Çirkin yaratıklara bakmayı hiç sevmiyorum. Kalça ile omzu tekrar olduğu yerlerine geri getirdim. İçimden, ne mutlu Reyhan amcaya, özgür o. Ne ders dinlemek zorunda ne de iki saat sıraya çivi gibi çakılıp oturmak zorunda. Şimdi Reyhan amcanın Polonya sandalyesi üzerinde oturup da omuzlarımı güneşlendirseydim gök yere inmezdi herhalde.
Pencereden, bahçeyi seyrediyordum. Reyhan amca her zamanki gibi kendi sandalyesi üzerine oturmuştu. Yine Gazi’yi laboratuvar merdivenlerinden inerken gördüm. Kesin her gün olduğu gibi bodruma girecek. Gözümü üzerinden ayırmıyordum. Gazi, Reyhan amcaya doğru gidiyordu. Sanki bugün bodruma inme niyeti yoktu ama Gazi, Reyhan amcaya bir şeyler söyleyip bodruma doğru yürüdü. Merdivenleri inip göz önünden kayboldu. Yine Amber’i yavaşça sarsıyorum, “Gazi yine bodruma girdi!” Amber ise dikkate almıyor. “Acaba açılan mezarların içinde define mi buldu?” diyorum. Amber kendini öğretmenin sözlerine kaptırmış, beni duymuyordu.
“Beyler, grupların adlarını yazıp bana verir misiniz? Eğer biraz çaba gösterirseniz kırılmış iskeletlerin yerine Aşdöken Mezarlığının kemiklerinden birkaç iskelet yapabilirsiniz belki.”
“Kim iskelet yapacak? Biz