–Ben deveye bindim! Baba, sen evde kaldın! Diye çığlıklar atıp mutluluktan uçuyordu. Namazda oturmak, kalkmak, eğilmek, bükülmek, secdeye varmak vardı ve bütün bunlar küçük çocuk için eğlenceli görünüyordu.
–Kalk şimdi, otur şimdi, eğil, bükül! Diye kaç defa söylese de “devesi” onun dediğini yapıyordu. Çocuksuz kalan adam, bir süreliğine de olsa çocuk sahibi olmanın mutluluğunu yaşayıp, duygulanıp, merhamet duyguları kabarıp, çocuk sahibi olan bir kişinin mutluluğunu tatmıştı.
Eseney, iki oğlu bir günde öldüğünden beri kendi evinde küçük çocuk sesi duymamıştı. Küçük bir çocuğun kokusunun nasıl olduğunu unutmuştu, küçük bir çocuğun bıcır bıcır konuşup, olmayacak şeylere sevinip olmayacak şeylere üzüldüğünü anlamaz olmuştu.
Ulpan geç uyandı. Elini yüzünü yıkadı. Yemeğini yedi ve Eseney’e:
–Ata, namaz kıl! Dedi.
Eseney sabah namazını çok daha erken kılmış olsa da tekrar namaza durdu.
–Önce otur! Dedi Ulpan. Eseney eğilip oturdu.
Ulpan önce onun ayaklarının üstüne oturup, yakasından çekip daha sonra kollarını boynuna sardı ve: -Şimdi kalk! Dedi.
Bir gün Ulpan, Eseney’in önünde şımarıklıklar yapıp:
–Ata, senin yüzünü kim tırnaklarıyla yoldu? Diye sordu.
–Senin gibi küçük bir çocukken kara bir kurt yedi. Sen avuldan uzaklara gidip oynama, oldu mu?
O sırada Ulpan birden Eseney’e:
–Sen kara boğa mısın? Diye sordu. Hayvanlar içinde büyüyen çocuk, aslan ve fil gibi hayvanları hiç bilmiyordu.
–Yok, boğa değilim. Boynuzum yok. Çocukları boynuzumla süsmüyorum.
–Aaa, bildim bildim, sen kara buğrasın! Dağ gibi büyük bir kara buğrasın. Ben senden korkmuyorum. Sen iyi bir buğrasın, öyle değil mi?
–Evet evet.
Yine bir defasında namaz kılan Eseney’in boynuna asılıp:
–Aaa, ata, popomu karınca ısırıyor! Diye az kalsın yere düşecekti. Atlayıp yere indi.
Eseney çocuğu bir eliyle tutup, gömleğini sıyırıp, kadife şalvarını indirip, uçkur kısmında gezinen kara karıncayı yakaladı. Çocuğun belini bir iki defa eliyle sıvazladı. Kalçasından azıcık yukarıda gömlek düğmesi gibi ufakça, kara et beni vardı, Eseney’in gözü istemeden ona ilişti.
Eseney’in bu gün gördüğü genç kız, işte bu Ulpan’dı. Bundan on üç yıl önce gördüğü küçük kız, çok öncelerde onun aklından çıkıp gitmişti. Oysa şimdi, Ulpan’ın bu günkü cesaretliliği, Ulpan’ın çocukluğundaki şımarıklığı ile siyah et benini Eseney’e yeniden hatırlatıvermişti. “Küçükken şımarık olacağa benziyordu, evet hiç çekinmeden konuşan bir kız olmuş ya hu!.. Zeki ve akıllı olacaksın” diye düşünmüştü, düşündüğü meğer gerçek olmuştu. Galip gelmemize izin vermeden bırakıp gitti ya! Avcı Müsirep falakaya yatırayım mı dedi ya!.. Evet, falakaya yatır dese, falaka çekmeye başlasa… o küçücük et beni gözüne ilişse tanır mıydı acaba?!
Tanrım, benim aklıma neler geliyor böyle! Lakavlı eldabelda, galı men kazım24… Sağ yanıma dönüp yatayım bari, uyuyayım…
Yok, uykunun geleceği yok. Bedenini hararet basmıştı. Bana kara buğrasın demişti ya hu!.. Ben senden korkmuyorum dedi. Bırak, yaşlı buğra, bırak!.. Kudurma!
Gürbüz vücutlu, uzun boyunlu bir kız olmuş, öyle mi? Kara beni de büyüdü mü acaba? Yoksa o, gömlek düğmesi gibi olup apak belinde duruyor mu? Yok, beni büyümemiş olsa gerek… Ah keşke, kadife kara ben sol yanağında, bıyık altında dursaydı!
Bırak diyorum, yaşlı buğra, bırak artık! Yarın Artıkbay Beye gidip bir hal hatır sorup döneyim. Yılkımı başka tarafa gönderdiğimi söyleyip af dilersem eğer, batırın gönlünü hoş etmiş olurum.
Ulpan, hiç olmadı bir çay koyup verecektir ya hu… Çocukken dudakları kıpkırmızı, parmakları uzunca, gözleri alev gibiydi. Masum yavru, çiçek hastalığına yakalanmamış demek ki… Ey Allahım, sen koru!..
Herhangi biri herhangi bir zamanda gidip de dünür olmuş mudur acaba ya hu… Bu konuda söyleyecek söz yok ya. İtlikti bu, nasıl bir ardamarı çatlamış itlikti bu! Kazaklar daha beşikte yatan çocuklarını beşik kertmesi yapardı. Fakirleşen batır, çok önceden kızı karşılığında kalınmalını25 alıp yemiş olmalı.
Annesi Nesibeli hem güzel hem de sevimli bir kişiydi. Ona çekmiş ya hu! Huyu da annesine benzediyse, samimi, dışa dönük ve sıcakkanlı olmalı. Bu, bulunmaz bir huydur ya hu! Ona gelin duvağı nasıl da yakışırdı kimbilir!
Gümüşle süslenmiş tekne önünde, oymalı kepçe elinde kımızı nasıl karıştırdığını bir görür müyüm acaba… bir kerecik! O zaman büyük ak otağa can verirdi hey gidi!
Bırak diyorum, yaşlı buğra, bırak artık başına bela çağırma!
Yedi yıldan beri ayrı yaşadığı hanımını hatırladı. Evet, Kanıkey de güzel kadındı. Zavallı şımarıklaştı. Eseney biy olduktan sonra o da kendisini biy olmuş sayıp, halka zulüm yaptı. Zaten tanınmış bir zenginin kızıydı. Eseney ile zıtlaşmaya başladı. Bir türlü oturduğu yerde oturamayan, herkesi aşağılayan biriydi. Bu huylardan hoşlanmayan Eseney ile sık sık tartışıyordu. Doğurduğu iki oğlunun bir gün içinde vefat etmesini, Eseney’in tanrının kargışına uğraması olarak yorumladı ve o da Eseney’e beddua eder oldu. Sonunda kendi payına düşen malı mülkü alıp, Kirköylek adlı yerde ayrı olarak yaşamaya başladı.
Sert mizaçlı Eseney, o zamandan beri kadın adını unutmuşçasına sadece hayvanları ve biyliği ile yaşayıp gidiyordu. İşte şimdi, içine bir şeytan girmişçesine, gece boyu kendi kendiyle mücadele edip, gözüne uyku girmedi. Tanrısı onu tövbeye getirmeseydi, Tanrının cezasına mı çarptırılırdı ne yapardı…
V
Eseney ertesi sabah yılkılarını etrafa dağıtıp gönderdi ve akşama doğru Artıkbay Batır’ın evine geldi. Yanında “Türkmen” Müsirep, mızrakçı Sadir ve yedekteki atını taşıyan Kenjetay vardı. Avcı Müsirep’i yanında getirmedi.
–Artıkbay Batır’ın kızına ne dediğin aklında mı? Senin ayıbını ben çektim. Kar kalınlaştıktan sonra kartalına bir iki tilki yakalatıp, Artıkbay Beyin kapısına bağlayıp, ayağına kapanıp, ayıbını temizleyip dönersin. Bu gün beklemede kal. Senin çekeceğin ayıp da bu olacak.
Artıkbay Batır, konuklarını büyük bir misafirperverlik, samimiyet ve mutlulukla karşıladı.
–Arslanım benim, ah temiz kalplim benim, kötürüm kalan ağan nasıl oldu da aklına geldi? Gel bu tarafa doğru! Diye sevincini de, öfke ve nazını da birlikte bir kerede söyleyiverdi. Eseney’in odun gibi çiçek izli parmaklarını uzun uzun sıkıp sıvazlayıp bıraktı.
–Türkmenim misin, ele avuca sığmazım, şaşmayanım mısın! Diye Müsirep’in elini de uzun uzun sıkıp, gözleri yaşardı.
–Halk Eseney’in canını kurtaran Artıkbay diyorsa ben de Artıkbay’ın canını kurtaran sensin derim, kısmetli konuğum.
Yaşlı