“Derken, kullarımızdan bir kul buldular ki, ona katımızdan bir rahmet vermiş, yine ona tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.” (Kehf Suresi, 65)
Kıyamete kadar gelecek aşk erenlerine selam olsun:
Severim ben seni cândan içeri
Yolum ötmez bu erkândan içeri
Nere varır isem gönlüm dolusun
Seni kanda koyam bundan içeri
Beni sorman bana bende değilim
Sûretüm boş gezer dondan içeri
Beni benden alana ermez elim
Kadem kim basa sultândan içeri
Tecellîden nasîb erdi kimine
Kiminin maksûdu bundan içeri
Kime dokunduysa ol dost nazarı
Onun şûlesi var günden içeri
Senin aşkun beni bende alıpdır
Ne şîrîn derd bu dermândan içeri
Şerîat tarîkat yoldur varana
Hakîkat marifet andan içeri
Süleymân kuş dili bilir dediler
Süleymân var Süleymân’dan içeri
Sülûk seyir eden aşkun erine
Niçe mezheb olur dînden içeri
Dînin terk idenin küfürdür işi
Bu ne küfürdür îmândan içeri
O bir dilber durur hîç yok nişânı
Nişân olur mı nişândan içeri
Meğer Yûnus gözi tuş oldı dosta
Ki kaldı kapıda andan içeri6
Bâb – 1: İlim Kapısı
HASAN BASRÎ HAZRETLERİ 7 : Rabb’imin selamı, rahmeti, bereketleri, katındaki her türlü hikmet cevherleri; Efendimiz (s.a.s.), diğer bütün peygamberler (a.s.), Ehl-i Beyt, Ashab-ı Güzin (r.a. ecmain), tabiın, tebe-i tâbiın(rahimehullah), kıyamete kadar hakkıyla onların peşinden gelenler yüzü suyu hürmetine bütün insanlığın, hususan ilim yolunda mücâhede edenlerin üzerlerine daim-baki olsun. Âmin, âmin, âmin.
Rabb’e sülûk eden dervişte; hikmet dilinin olması ve ilerlemesi için dervişin kalbinin, muhabbetullah8 dışındaki her varlığa karşı dikkatli olması gerekir. Yaratılan Yaradan’a duyulan aşktan, vefadan dolayı sevilir. Hikmet dili, aşk dilidir. Aşk ile nakışlar, bağlar, sırlar bir bir çözülür. Her aşk makamı, sırların ortaya çıkışı ve hikmet dilinin açılmasıdır. Sâlik, hikmet dilinin sırlarını buyurduğu nefesler9 ile de yansıtır.
Hikmet dili insanı yakıp kül eder. Aşk şehidi eder. Bu sebeple sâlik sürekli mürşidinin izinde yürür. Yunus Emre bu hâlleri yaşarken, Taptuk Emre Hazretleri ona yol, yöntem göstermeseydi hikmet dili bu şekilde inkişaf etmezdi. Bayezıd-ı Bistamî Hazretleri’ne, İmam Cafer-i Tayyar Hazretleri yol göstermeseydi, marifet hakikat yolları yürünmezdi. Bayezıd-ı Bistamî Hazretleri’nin dersleri bittikten sonra çoğu zaman talebeleri O’na anlattıklarını hatırlatınca: “Bunlar benden değildir.” buyururmuş. Onlarda hikmet dili geniş şekilde inkişaf bulmuştur.
Hikmet dilinin vasıfları çoktur. Her sâlike yürüdüğü yolun hâllerine, makamlarına göre farklı inkişaf eder. Bu inkişaflar Rabb tarafından zamanın ihtiyaçlarını da karşılar. Sâlik de gönlüne gelenleri bilemez. Kendisini, mürşidine ve Rabb’ine teslim eder. Rabb’i de, teslim olan sâlike bahşeder. Ne bahşedilirse kalp bohçasına, o güzellikler ikram edilir dostlar sofrasına. Yüce Allah sâlikin gönlüne insanların ruhen, bedenen neye ihtiyaçları varsa o ihtiyaçları yağdırır. Burada sâlikin seyr-i sülûku önemli rol oynar. İstidata göre istinat verilir her daim.
Yüce Allah, sâlikin gönlünü hikmetler için açmaya başladığı zaman, gönül Hakk tarafından yağmalanmış olur. Rabb’in yağmaladığı gönle ne mutlu… Seyr-i sülûktaki aşk, ilim, sadakat, istikamet, muhasebe, ihlâs basamakları, muhabbetullaha doğru açılan kapılardır. Her birinin ayrı ayrı sâlikin gönlünde yönleri, yolları vardır. Muhabbetullaha giden yolda bunlar basamak olarak hikmetlerin inkişafını gerçekleştirir.
Hikmet dili, nazlı bir dildir. Bu dilin açılması sâliki zorlar. İstikamet ve sabır gerektirir. Dünyaya dünya olduğu için yüz çevirmek, Rabb için yönelmek; hâlk içinde daim Hakk ile muhabbet gerektirir. Dünya ve içindekileri kalbinden atamayan, tasavvufun hakikatlerinden uzaklaşır. Hikmet dili ise, yaşanan olayların arka planındaki hakikatlerin görülebilmesi için Hakk’ın sâlikteki kalp gözlerini açmasıdır. Sâlikin menzillerde yaşadığı, gördüğü güzellikleri sembollerle hikmet dili ile aktarmasıdır. Bunu da ancak yaşayan hâl erenleri anlayabilir. Bu güzelliklere talip olunmaz. Hak dilediğine verir. Yaşama amacımız, bu hikmetlere vasıl olmak yolunda Rabb’i hakkıyla bilme, bulma ve O’nun ile hakkıyla olmadır.
Efendimiz (s.a.s.) tarafından Medine’ye görevlendirilen Mu-sab bin Umeyr Hazretleri (r.a.), hicret ederken yedi ayet biliyormuş. Bu ayetlerin genel içerikleri: “Rabb’e hamd, Rabb’e, Resül’üne (s.a.s.) hakkıyla iman etme, imandan sonra küfre dönmeme-istikamet ile İslam’da devamlılık, Rabb’e inancını, teslimiyetini arttırma, Rabb’in her hâlden haberdar olduğu bilincinde olma ve O, ‘ol’ dedikten sonra her şeyin olacağı aşkına bağlı olmadır.” Musab Bin Umeyr’in (r.a.) hikmet dili budur. Yüce Allah, bu ayetleri O’nun (r.a.) kalbine yerleştirmiş ve kalbinin atışları bu ayetlere göre şekillenmiştir. O (r.a.), ayetleri yaşamıştır. Hak, onun yaşadığı güzellikleri aktarmak için lisanından insanlık için uygun olan kısımları inci, cevher olarak dökmüştür. Dökülenler gönülden imiş, lisan ise bunun için vesileymiş. Ayrıca Musab Bin Umeyr (r.a.), bu ayetlerle yaşadığı hâli sır olarak tutmuştur. Sır; Rabb’e-Resul’üne (s.a.s.) aşktır. Yüce Allah, O’nun (r.a.) için bu ayetleri seçmiş ve O (r.a.), bu ayetler ile Hakk’ın, Efendimiz’in (s.a.s.) yüce adını insanlığa duyurmuştur. Musab Bin Umeyr Hazretleri (r.a.), bu ayetlere inanmış ve ayetleri yaşamıştır. Karşısında büyük bir kılıçla duran Sad bin Muaz’a öfkelenmeden, O’ndan korkmadan sadece O’na: “Dinle! Eğer dinledikten sonra yine kabul etmez isen, o zaman öldür.” demiştir. Bu, nasıl bir teslimiyettir? Bu ihlâs; ayetlerin O’nun (r.a.) lisanında ve gönlünde yoğunlaşması, Allah ve Resül’ünden (s.a.s.) başka gözünü hiçbir şeyin görmemesidir. Musab bin Umeyr (r.a.), Rabb’inin O’na (r.a.) bahşettiği gönül sırlarını çok iyi muhafaza etmiştir. Allah Resülü (s.a.s) O’nu (r.a.) yetiştirmiştir. Ferasetinin ve ilme olan aşkının yüceliği ile kısa zamanda hızlı yol aldığı için, Efendimiz (s.a.s.), O’nu (r.a.) tebliğ