Sana yazdığım geri kalan şiirleri, mektuba ek olarak iliştirdim. Senden tek isteğim: Mektupla birlikte şiirlerimi okuduktan sonra onları çöpe atman. Çünkü biliyorum ki her okuyuşunda kendini kırgın hissedeceksin ve senin üzüldüğünü bilmek beni mahvedecek. Bu benim sana bir vasiyetimdir, lütfen titizlikle uygula. Sevgili Yasemin sana ulaşıp her şeyi telafi etmek isterdim ancak kırılan bir kalbi telafi etmenin çok güç olduğunu biliyorum…
Ve mektup böyle devam ediyordu…
4
Ertesi gün gece yarısı onlarca sigara külünün düştüğü delik pörçük ve eşya olmaktan bir hayli usanmış mavi koltuğun üzerinde uzanıyordum. Salonda yankılanan tek ses sıkıcı bir Fransız filminin durgun diyaloglarıydı. Çünkü yeryüzünde izlemediğim birkaç film kalmıştı sadece ve bu filmlerde sürekli ödül yağmuruna tutulan renksiz Fransız filmleriydi.
Masanın üzerinde yoksul bir köy çocuğu gibi duran telefonum çalmaya başladı. Bay-T arıyordu, kayda değer şeyler söylemeyeceği aşikardı. Telefonu sessize alıp filmi seyretmeye devam ettim. Bu gece Amerika başkanı dahil olmak üzere kimseyle muhatap olmak istemiyordum. Yalnızca kendimi insanlardan soyutlamanın verdiği hazzın en uç noktalarını keşfetmeyi umuyordum. Neden insanlarla konuşacaktım ki? Hep aynı şeyleri söyleyip duruyorlardı. Kayda değer bir cümle duymayalı neredeyse aylar olmuştu. Ancak Bay-T gibi bir arkadaşınız varsa isteseniz de istemeseniz de telefonu er ya da geç açmak zorunda kalacağınızı anlarsınız. Bay-T gibi herifler ısrarcı olurlar. Kapıdan kovsanız bacadan girerler. Nihayetinde telefon yedi kere filan çaldı.
Televizyonun sesini kıstım. Telefonu buz dolabının arka kısmında çalışan motoruna doğru tuttum, “Seni daha sonra arasam olur mu dostum? İş yerindeyim, çalışıyorum…”
Bay-T üfleyip püfledi, “Çorap kokan evinde kendine acımakla meşgul olduğunu biliyorum. Beni kandıramazsın.”
“Ne istiyorsun?”
“Asıl sen ne istiyorsun? Son zamanlarda iyice kendini saldın ne arıyorsun ne soruyorsun. Çorlu’ya geleceğim diyordun, yaz bitecek bak hâlâ gelmedin.”
“Biliyorsun. Bu sıralar bir hayli yoğun çalışıyorum. Başımı kaşıyacak fırsatım bile olmuyor.”
“Bana yalan söylemekten vazgeç. Bana yalan söylediğini anlayabiliyorum. Şu an yine televizyonun karşısına geçmiş bir film izliyor olmalısın. Bütün gün yaptığın tek şey film izlemek.”
“Bana bir insan göster insan olduğunu kanıtlasın, o zaman ben de bir yolunu bulurum filmlerden uzaklaşmanın.”
“Bırak bu edebiyat ağızlarını.”
“Beni neden aradın?”
“Zevkimden aramadım herhalde,” diye öfkelenir gibi oldu Bay-T. “Düğün günüm belli oldu onu haber vereyim dedim.”
“Ne zaman?”
“Cumartesi akşamı saat sekizde,” dedi, sonra da vurguladı, “Bu cumartesi. Sakın bana bahane üreteyim deme. Çünkü nikah şahidimizsin.”
“Ben mi? Beni mi nikah şahidiniz yapacaksınız. İyi de benim cumartesi günü halletmem gereken çok mühim bir işim vardı. Memleketteki evimiz su alıyormuş, dış cephesine kaplama yaptırmam lazım.”
“Yaz ayındayız.”
“Evet ama firma randevulu çalışıyor, eğer bu sefer de yaptırmazsam seneye beklemek zorunda kalırım. Bu da annemin hiç hoşuna gitmez.”
Bay-T yine oflayıp pufladı, “Bana neden yalan söylüyorsun dostum?”
“Yalan söylemiyorum.”
“Seni aramadan önce anneni aradım. Bana evinizin su aldığından bahsetmedi. Seni aramadan önce bilerek anneni aradım çünkü o senin kadar yalan söylemiyor. Her neyse nikahıma şahitlik yapman için ayaklarına kapanacak değilim. Zaten bunu ben değil Meryem istiyordu. Şimdi bana açıkça söyle, buraya gelecek misin gelmeyecek misin?”
Bay-T memleketin öteki ucunda oturuyordu ama ölmeden önce yapmam gereken şeyler arasında onu ziyaret etmek de vardı. Bay-T’yi ve biricik nişanlısı Meryem’i dünya gözüyle son kez görmeliydim. Üstelik Meryem’le Bay-T’yi ben tanıştırmıştım. Düğünlerinde bulunmamak haksızlık olurdu.
Meryem’le Bay-T’nin (Yani İlker’in) tanışma hikayesi akıllara zarardı. Çünkü çevirim içi bir bilgisayar oyununda tanışıp evlenmeye karar vermişlerdi. Oyun platformundaki kimse rakip klan liderlerinin birbiriyle evleneceğini düşünmezdi. Bay-T’nin kurduğu klanda genellikle benim gibi saplar vardı, hayatı bilgisayar başında geçmiş ve ekrana eğilmekten sırtı kamburlaşmış, çoğu gözlüklü, asosyal ve her gece mastürbasyon yaptıktan sonra uyuyan tiplerden bahsediyorum. Meryem’in klanı ise kadınlardan oluşuyordu. Onların da bizden geri kalır yanı yoktu. Tek farkları uyurken mastürbasyon yapmıyorlardı. Bir gün oyun içindeki etkinliğin verdiği ganimet nedeniyle iki klan arasında hummalı bir tartışma başladı. Tartışma büyüdü ve içinden çıkılamaz bir hâl aldı. Herkes ağza alınmayacak küfürler ve insanın hayal gücünü zorlayacak argo cümleler kurmak için yarışıyordu. Yaklaşık yarım saat boyunca devam etti bu tartışma. Daha sonra altmış tane insanın birbirine küfretmesi yerine klan liderlerinin birbiriyle konuşup olayı tatlıya bağlaması gerektiğini düşündüm ve Discort’ta ayrı bir odada, Bay-T’yi ve oyundaki avatar ismi PinkPrincess olan Meryem’i buluşturdum. O ana dek Meryem’in kadın olduğundan bi haberdim. Sonuçta herkes PinkPrincess ismini kullanabilirdi. Bizim Bay-T, Meryem’in sesini duyunca birkaç saniyeliğine şoka girdi. Discort’a yanlış kişiyi eklediğimi düşündü ama her şey doğruydu. PinkPrincess Meryem’di, bu yüzden de Bay-T’nin yumuşaması ve özür dilemesi kolay oldu. Neticede iki klan arasındaki buz dağları eridi, ganimet paylaşıldı, sonrasında da klanlar birleşti falan filan. Bunlar beş yıl önce olmuştu. Artık evleniyorlar. Sanırım atalarımızın çeşme başında tanışma hikayelerinin yerini yakında bu tip sanal olaylar alacak.
Aslında bu bir teklif değildi sadece iki dostuma karşı vazifemi yerine getirmem gerekiyordu, “Pekâlâ oraya geleceğim, nikahınıza şahitlik de yapacağım.”
“Sahi mi? Yani yapman gerek bir işin filan mı yok mu? Mesela film izlemek ya da kitap okumak gibi?”
“Ne zaman orada olmam gerekiyor?”
“Düğün cumartesi günü, akşamüzeri, saat sekizde. Sen birkaç saat öncesinde burada olmaya çalış. Bu arada takım elbisen var mı? Yoksa buralardan ayarlamaya çalışayım mı?”
“Dert değil, ben ayarlarım,” dedim, sonrasında telefonu Meryem’e vermesini istedim, onunla da uzun zamandır konuşmuyordum.
Meryem telefonu alır almaz düğüne dair bazı ayrıntıları heyecan içinde anlatmaya başlamıştı: Boyundan bağlamalı zarafet kokan gelinlik, yüksek topuklu taşlı bir ayakkabı, ayakkabı tabanına yazılmak için belirlenen isimler, gelin çiçeğini ilk kimin yakalayacağına dair varyasyonlar, Amerika usulü nedimeler filan. Oysa gözlerimin önüne Meryem’in balık etli kız kardeşi ve çiftetelli oynayan teyzeler geliyordu nedense. Ter kokularının içinde çocukları pistten alalım diyen kara kuru ve bıyıklı bir herif, geline takılan altınları hunharca not defterine kaydeden cingöz aile bireyi, yedi katlı pasta, plastik bardaklarda sunulan sarı gazozlar… Baldızın üstündeki kayık yakalı zümrüt yeşili abiye, yanlardan fışkıran boğum boğum et, yanaklara sürülmüş iki kilo makyaj… Meryem’in gerçekten de bir kız kardeşi var mıydı ondan bile emin değildim aslında. Sadece zihnimde kurguluyordum nasıl bir düğün olacağını. “Harika olacak,” dedi Meryem, “Sahil kenarında, evet, koca oteli bir geceliğine kapattık. Yemek