“Seni ve babamı çizdim. Bunlar da kardeşlerim Kasım’la, İsmail.”
“Çok güzel, peki babanla ağzımızı neden böyle karaladın?”
Zeynep boncuk boncuk gözlerini annesine dikti:
“Bir daha kavga etmeyin diye anneciğim.”
Ülfet’in içi acıdı, yutkundu. Tam kızının içini rahatlatacak bir şeyler söyleyecekti ki, İsmail pencereyi göstererek sevinçle bağırdı:
“Abla bak. Dışarısı bembeyaz.”
Zeynep’in gözleri sevinçten kocaman oldu:
“Anne bak, kar yağmış. Kar o kardeşim, kar. Kar yağıyor.”
Zeynep, Kasım’la İsmail’in elini tuttu ve sevinçle zıplamaya başladılar. “Kar yağıyor, kar yağıyor, kar yağıyor, kar yağıyor…” diye kendilerince bir şarkı tutturdular.
Biraz önce Ülfet’in üzerini kaplamış olan buruk hava dağılmıştı. Çocuklarına bakıp güldü:
“Durun, sakin olun kızım.”
“Anne dışarı çıkabilir miyiz? Lütfen, lütfen!”
“Kızım, beni dinle. Bugün babanızla işimiz var. Biz gelene kadar evde akıllı uslu durursanız, yarın hep birlikte dışarı çıkabiliriz. Hem kardan adam da yaparız.”
Zeynep’in de kardeşlerinin de hevesleri kursaklarında kalmıştı. Tutturdukları şarkıyı kesip sessizce pencerenin önüne çöktüler. “Ama biz şimdi çıkmak istiyorduk,” diye ısrar etti Zeynep.
“Şimdi sizi çıkarmak için vaktim yok bir tanem. Hazırlanıp çıkmam lazım. Babanız birazdan gelir.”
İsmail, annesinin elini tuttu:
“Biz de gelebilir miyiz anne?”
“Olmaz yavrum, gideceğimiz yerde çocuk yok. Sizi götüremem. Ablanızla uslu uslu oynayın. Yemeğinizi de yediniz zaten.”
Ülfet, durgunlaşan çocuklarına aldırış etmeden odadan çıktı. Zeynep pencerenin kenarına yaklaşıp kar tanelerinin lapa lapa yağışını seyretti. Bu muhteşem bir şeydi. Keşke hep kar yağsaydı da her gün kardan adam yapsalardı.
Bir müddet sonra annesi kapıda belirdi. Diz boyu eteğin üzerine kürk yakalı açık kahverengi mantosunu giymişti. Kolunda siyah bir çanta vardı. Çocuklarına el sallarken bir taraftan da tembihlerini sürdürdü:
“Zeynep’im, bizim gelmemiz geceyi bulur. Siz hava kararınca dişlerinizi fırçalayın, pijamalarınızı giyin, sonra hemen yatın, uyuyun. Siz uyanmadan biz zaten dönmüş oluruz.” Çalan cep telefonunu kulağına tuttu, bir yandan da kendini son kez aynada süzdü:
“Hazırım, iniyorum.”
Kapıyı çekip gitti. Kasım dış kapıya kadar gelip annesinin kapıyı açmasını bekledi. Arada bir kapıya vurup seslendi. Kapı uzun müddet açılmayınca ağlamaya başladı. İsmail şaşkın bir halde kardeşini seyretti. Zeynep ne dese Kasım’ı susturamıyordu. Onu oyalayacak bir şey bulmak için çocuk odasına döndü. Bir müddet, onu nasıl teselli edebileceğini düşündü. Tam topa uzanacakken gözü pencereye ilişti. “Kar,” dedi, “evet ya kar!”
Annesinin onları dışarı çıkarmaya vakti yoktu ama kendisi kardeşlerini çıkarabilirdi. Ne de olsa artık kocaman bir abla sayılırdı. Heyecanla kardeşlerinin yanına döndü:
“Hadi dışarı çıkalım.”
Ablalarının teklifini sevinçle karşıladılar. Ağlama sesi, yerini hazırlık telaşına bıraktı. Hemen montlarını ve çizmelerini giydiler. Şapkalarını da güzelce başlarına geçirip çıktılar. Karın içinde yuvarlandılar. Birbirlerine kartopu fırlattılar. Ufacık, yamuk bir kardan adam da yaptılar.
“Hadi, şimdi de kar kelebeği yapalım,” dedi Zeynep. Üçü de yere yatıp kollarını açıp kapattı.
Karda oynarken o kadar çok eğleniyorlardı ki, zamanın nasıl hızla akıp gittiğinin farkına varamadılar. Burunları akıp parmak uçları uyuşmaya başlayınca, Zeynep yavaş yavaş eve dönme vaktinin geldiğini hissetti. Kardeşlerinin elini tutup kapının önüne geldi. Fakat kapının önünde kalakaldı. Buz kesmiş vücudundan aşağı kaynar sular döküldü. Zeynep kardeşlerini eğlendirmeyi düşünmüş, ancak çıkarken anahtarı almayı akıl edememişti. İlk önce ne yapacağını bilemeyen gözlerle etrafına bakındı. Binanın zillerine baktı. “Kasım, seni kucağıma alacağım. Zillerden birine bas,” dedi.
Zeynep, Kasım’ı kucaklayıp güç bela kaldırdı. Kasım rasgele birinin ziline bastı. Hoparlörden gelen cırtlak bir kadın sesiydi.
“Kim o?”
“Teyze kapıyı açar mısınız?”
“Yine şu sokak çocukları… Basmayın bir daha zile, basmayın.”
Ses gitti. İsmail oynamaya doyamamıştı. Ablasına kartopu fırlattı. “İsmail yapma. Oyun bitti. Buraya gel,” dedi Zeynep ağlamaklı bir sesle.
Başkasının ziline bastılar. Bu defa kimse soru sormadı. Kapı açıldı. Üç kardeş apartmana girmeyi başardılar. Merdivenleri ne yapacaklarını bilemeden çıktılar. Üçüncü kata geldiklerinde, Zeynep bir ümit eve anahtarsız girmeyi denedi. Kapıyı zorladı. Kulpunu itti, geri çekti. Ne yaptıysa başaramadı. Kapıda kaldıklarını kabul etmek zorunda kaldı.
“Abla eve girelim, üşüdüm,” dedi İsmail.
“İçeri giremiyoruz. Annemi beklemek zorundayız.”
“Ben beklemek istemiyorum,” diye huysuzlandı.
Zeynep sırtını kapıya yaslayacak şekilde yere oturup kardeşlerini yanına aldı. Birbirlerine sarılıp ısınmaya çalıştılar. Birkaç dakika sonra ışık söndü. Zeynep karanlıkta kalmamak için ışığı yakmaya yeltendi fakat ayaklarının ucunda durunca bile düğmeye uzanamıyordu. Yine Kasım’ı kucağına alıp kaldırdı. Böylelikle ışığı yakmasını sağladı. Tekrar oturdular.
“Çişim geldi abla.”
“Benim de çişim geldi.”
Zeynep kardeşlerine baktı. Ne yapacağını bilemedi. Kimsenin gelip geçmemesinden cesaret alıp merdiveni gösterdi. “Buraya mı?” dedi ikisi de bir ağızdan. Çaresizce başını salladı kardeşlerine.
Aradan bir hayli zaman geçmişti. Işık tekrar tekrar sönüyor, Zeynep her defasında kardeşini kucağına alarak ışığı yakıp yerine geçiyordu. Ne zamandır oturuyorlar, ne zamana kadar oturacaklar hiçbir şey bilmiyordu. Üşümekten dudakları çatlamıştı Zeynep’in. Kardeşleri de üşüdüğü için bir elini İsmail’in, diğer elini Kasım’ın bacağına koydu. Isınmaları için kendince çaba sarf ediyordu. “Anne neredesin,” diye fısıldadı.
Işık yine söndü.
“Kasım,” dedi. Ses yoktu. “Uyudun mu kardeşim?”
Önce Kasım’ı kontrol etti, sonra İsmail’i. İkisi de başlarını omzuna yaslayıp uyuyakalmıştı. Zeynep küçük olmasına rağmen üzerindeki sorumluluğun altında ezildiğini hissetti. Annesinin sözünü dinlemediği için kendine kızdı. Gözleri doldu. “Annem gelecek, az kaldı, annem gelecek,” diye sayıklayarak kendine teselli vermeye çalıştı. Vakit ilerledikçe, üşümenin tesiriyle onun da gözleri kapandı. Oracıkta uyuyakaldı.
Saatler sonra Ülfet ve Ekrem geldi. Hiç beklenmedikleri bu vaziyet karşısında dehşete kapıldılar.
“Ne olmuş böyle?”
“Ülfet,