Zabit ve Kumandan - Zabit ve Kumandan ile Hasbihâl. Мустафа Кемаль Ататюрк. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Мустафа Кемаль Ататюрк
Издательство: Elips Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-625-6862-93-7
Скачать книгу
Bu uzaklıkta topların gürültüsü büyükçe bir gürültü çıkarmış olacağından başka top mermilerinin insanın başının üstünden havayı yakarak geçmesi de korku veren bir iştir.

      Seferiye Nizamnamesi Giriş – Madde 24: Yanaşık düzende eğitim, askerlerin ikinci bir alışkanlık edinmesi gerekli düzen dâhilinde ve güçlü bir irtibatın sağlanması için temel bir ortam sayılmalıdır.

      Piyade Talimnamesi Madde 446’nın alışılmasını emrettiği durumun aslı budur.

      Saniyede 400-500 metre hızla giden kilolarca ağırlıkta ince, uzun kavun büyüklüğünde bir ağırlığın hava tabakalarını altüst etmesi asker kulaklarının gerçekten alışmaya zorunlu bulunduğu bir cayırtı oluşturur. Bunu duyanlar bilir. Hele Trablusgarp İtalya Savaşlarına katılanlar bu sesin kulaklardaki yankısından, bu merminin yüksekliğini veya alçaklığını ve düşeceği anı aşağı yukarı kestirecek kadar alışmışlardır. Bu alışkanlığın yararı da büyüktür.

      Subayın, kendi bilgi ve tecrübesinden komutası altındaki insanları yararlandırabilmesi için, komutası altındakilerin güç ve cesaretlerinin toplamından daha fazla güç ve cesarette olması gerekir. Ve ancak böylece Piyade Talimnamesi’nin anılan 266. maddesi gereğince komutası altındaki erlere, canlı örnek olabilir. Ancak bu şartlarla Süvari Talimnamesi’nin yine yukarıda yazılı 11. maddesi gereğince erler üzerinde etkili olur, erleri de duraksamaksızın kendisini izlerler. Ve yine subay o kadar metîn, sözünün eri ve yiğit olmalıdır ki Piyade Talimnamesi’nin şu 448. maddesini (…Bu amaca yönelik topçu, düşman topçusunun ateşine kesinlikle önem vermeyip ve hatta topların elden çıkmasından bile çekinmeyip ateşini ilerletmekte olan düşman piyadesine yöneltmelidir. Süvari ise piyadenin düşmandan kurtulmasını gerçekleştirmek için fedakârlığı sonucu, diyelim ki pek kısa bir süre için düşmanı durdurmak pahasına bile olsa kendi canını hiçe saymalıdır.) ve Topçu Talimnamesi’nin 401. maddesini (…Eğer düşman, taarruzunda başarılı olursa o durumda bütün bataryalar, yedeklerle birlikte hareket ederek düşmanı mevzimizden yine geri atmak için; ateşlerini, saldıran piyadenin üzerine yöneltirler. Piyade muharebesine katılamayan bataryalar, düşman topçusunun ele geçirilmiş olan mevziye ilerlemesini engellerler. Kesin sonuç zamanında topçunun son ana kadar, sarsılması imkânsız bir dayanıklılık göstermesi kesinlikle gereklidir. Hatta bu dayanma ve direnme görevi, topların kaybını bile gerektirse yine en yüksek bir ün ve şeref olur.) başarıyla uygulayabilsin. Bu son iki maddeden biri geri çekilmenin korunması, ötekisi de düşman saldırısının son ana kadar düşman kuvvetlerin durdurulması ve atılmasına ilişkindir. Ve topların feda edilmesi ancak bu gibi hâllerde doğru ve hatta zorunlu olur. Bu sebeple övgü ve şeref sayılır. Çünkü bu kayba ve fedakârlığa karşılık büyük yarar sağlanır. Bu yolla ordunun bütünü felaketten, yok olmaktan kurtarılabilir veya düşman saldırısı, başarısızlığa dönüştürülerek üstünlüğün bizden yana dönmesi ihtimali doğar. Hiç değilse düşmanın, başarısının azaltılması ve sınırlı olması sağlanmış olur. Bu topların feda edilmesi hâli, topçuların zamanında kurtarılması şartıyla sınırlı değildir, olamaz. Çünkü bu derece dayanma ve direnme ancak topların kullanılabilir ve yararlanılabilir hâlde bulundurulmasıyla faydalı olabilir. Bu da topçuların toplarının başından ayrılmamalarıyla olur. Yoksa sahipsiz bırakılan talihsiz toplar yalnız başına elbette dayanma ve direnme gösteremezler. Böyle kalan toplar, düşmanın iştahını kabartan onları sevindiren ve hırslarını coşturan birer kötü silah olurlar. Dayanma ve direnmenin sonuna kadar, muharebeye devam olunduktan sonra ise eğer düşman püskürtülmemişse mevziye giriş ve “boğaz boğaza” durumu ortaya çıkacağından, topçular için bu sırada kayışları kesip ve hayvanlara binerek geriye kaçmak değil ancak topların başında yiğitçe ölmek vardır. Hiçbir topçunun can tende iken topunu düşmana vermemesi mesleğin namusu gereğidir. Bu, topların topçular üzerinde tabii bir hakkıdır!

      İtalya Savaşı’nda 22-23 Aralık 1911 tarihi sabahı Tobruk civarında Nazura Tepesi’ne yapılan taarruzda bu tepe alınmış ve burada bir İtalyan Musevi makineli tüfek eri, tüfeğinin başında ve elleri tüfeğinin kabzasında ölü bulunmuştur. Bu tepeye saldıranlar arasında, kabile reisi ünlü Şeyh Müberri, düşman makineli tüfek bölüğünün yüz metre uzağında şehit olduğundan, mutlu makineli tüfek erinin pek namuslu bir görev yapmış olduğu muhakkaktır.

      Türk milleti askerlikte doğmuş, askerlikte büyümüş ve bugüne kadar askerlikle yaşamıştır. Kalan hayatının devamı ve mutluluğu da yine ancak askerlikle mümkün olacaktır. Halkı bilim ve sanattan, ticaret ve varlıktan yoksun fakat güzel sanatlara karşı olan duygulu niteliği ile çalışkan ve zengin kaynaklara sahip olup büyük devletlerin kıskançlık hislerini arttırmakta olan memleketimiz, bu hâli ile diğer memleketlerden çok, durumunu koruma bakımından askerî kuvvetlerin dayanıklılık gücüne muhtaçtır. Medeni uluslar, çalışma alanı ve uygulamada hemen birbirine paralel ve aynı doğrultuda yol almaktadırlar. Onların bu durumu birbirlerine karşı bir kuvvet dengesi oluşturmaktadır. Bu uluslar, hükûmetleri yok olsa da hayatlarını sağlamak ve varlıklarını sürdürmek için gerekli olan devlet olma olgunluğuna erişmiş ve birlikte çalışmayı kazanmış olduklarından, kendileri yani millet olarak varlıkları ortadan kaldırılamaz. Fakat Türk milleti, İslam ümmeti böyle değildir. Henüz içinde bulunduğu hayat mücadelesi alanında tutunabilmek için şiddetli savunmaya ve korunmaya muhtaçtır.

      Çöküş dönemimizden beri kaybettiğimiz ülkemizin birçok kısımlarında, şimdilerde İslamlığın ve Türklüğün adı sanı kalmamıştır. Daha dün elimizden çıkardığımız Makedonya’mızda İslam hayat ve varlığının uğradığı ve uğramakta olduğu şiddetli darbeleri devamlı göz önünde bulunduralım. Devletimizin resmî dini olan İslam, bütün diğer dinlerin can düşmanı olduğundan, Müslümanlar hâlen ilkel toplumlar durumunda bulunduklarından Tanrı korusun bundan sonra meydana gelecek bir yıkım, bir yenilgi, devletin ve Türk milletinin sonu demek olur.

      Konu dışı sayılmaması gereken bu anlatımlardan amaç subaylarımızı, varlığı ile yaşayabileceğimiz kutsal yurdumuzun korunması adına yeniden fedakârlığa çağırmaktır.

      Subay, özellikle savaşta görev yaparken bu görevin kendisinden fedakârlık ve kahramanlık beklemekte olduğunu daima göz önünde bulundurmalı ve düşünmeli ki kendi can ve tenini esirgeyecek olursa binlerce, milyonlarca yurttaşının hayatını yitireceği, namusunun yabancı ellere düşeceği, yokluk çekeceği, göç edeceği, kutsallığının kirleneceği kesindir. Er geç yok olacak olan önemsiz şahsi varlık ve hayat, bundan daha değerli midir ki esirgensin? Savaş alanlarında isteğimizle vermekten çekinmeyeceğimiz can ve tenimizin biraz sonra düşmanın ayakları altında çiğneneceğini düşünmeliyiz. Bu şahsi hayatın yanında, subayın ailesinin hayatı da vardır.11

      Subayın şehitlik rütbesine erişmesinden sonra, diyelim ki hükûmet ailesine yardım elini uzatmayacaktır, böyle olsa bile bütün bir ülke halkının sıkıntı ve tutsaklığı yerine yalnız kendi ailesi acı ve sıkıntılara düşse ne çıkar? Kaldı ki subay, kendi ailesinin acı ve sıkıntıya düşeceğinden korkarak can ve tenini fedadan çekinirse sonradan edineceği çocuk ve torunlarının acı ve sıkıntılarını görmekten başka bir sonuca ulaşamayacağı da ortadadır. Subay, toplumun yararını düşünen en büyük varlık olmalıdır. Camilerin kiliseye döndürüldüğünü, Müslüman kızlarımızın ve kız kardeşlerimizin düşman kucaklarında dolaştırıldığını, yetimlerin ve yaşlıların düşman çizmeleri altında can verdiğini, yüz binlerce göçmenin aç ve çıplak, yağmur ve kar altında yollarda perişan olduğunu görmek en çok bizi, subayı acı acı düşündürmelidir. Bunların böyle


<p>11</p>

Nuri Conker’in kızı Kıymet Tesal: “Biz dört kardeşiz, babamız hiçbirimizin doğumunda bulunmamış. Bizleri aylar yıllar sonra gördüğü olmuştu. Babam, dört günlük evli iken Harekât Ordusu’na gönüllü katılmıştır. Çanakkale’de Conkbayırı Savaşı’ndan yaralı, başı sarılı gelmiş, yeni savaşlara başı sarılı gitmiş. Bir gün başından yaralı olduğunu yakınlarına bile göstermemiş.” derken gözleri dolu doluydu.