Sefer Hizmetleri Kanunu – Giriş – Madde 1: Askerî birliklerin barış dönemindeki eğitim ve öğretimleri, savaşta kendilerinden istenecek görevler göz önünde bulundurularak yaptırılmalıdır.
Ve yine Madde 26: Barış döneminin eğitim ve öğretimi, savaşta üstlenecekleri görevlerin tümünü kapsamalıdır. Her sınıfın muharebesine ait temel kurallar, çeşitli sınıfların kendi sınıf talimnamelerinde vardır.
Ve yine Madde 36: Tüzük ve talimnamelerde bulunmayan ve savaşta bile uygulanması mümkün olmayan birtakım uydurma eğitim ve hareketler getirerek erlerin eğitim ve öğretimi zorlaştırılmamalıdır. Bu gibi uydurulmuş ve güç hareketler seferberliğin ilk günü ile birlikte, geçerliğini kaybeder.
Ve Piyade Talimnamesi – Son Bölüm – Madde 477: Bir askerî birlik savaşın gerektirdiklerini tamamen yapmaya yeterli olup barış döneminde öğrendiklerinden hiçbirini muharebe alanında uygulamaktan ve kaldırmaktan vazgeçmiyorsa o birliğin eğitim ve öğretimi doğru bir usulde yapılmış olur.
Yukarıda barış dönemi için, savaş döneminin ateşsiz olarak devamından ibaret gibi sayılması gerektiği söylenmişti. Evet, biz kendimizi daima savaş hâlinde bilmeliyiz. Böyle bilirsek savaş çıkınca hazırlık dönemiyle savaş dönemi arasında çok fark görmeyiz, şaşırmayız, kaybetmeyiz. En çok prova edilen oyunlar sahnede en başarılı şekilde verilir. Bu, daha çok öğrenim yılı sonunda yapılan sınavlara benzer. Savaş, barış dönemi çalışmalarının bir imtihanıdır. Öğretim döneminde ne kadar çok yoklama yapılır, ne kadar çok o konuda çalışılırsa sınavda başarılı olma ihtimali o kadar artacağı gibi barışta da savaş sanatının aralıksız, dikkatlice ve özenle öğretilmesinin sürdürülmesi savaş sınavında zafer elde etmek için kesinlikle gerekli ve kaçınılmazdır. Zamanımızda harp silahlarının çoğalması, gelişmesi ve ordu mevcutlarının artmış olmasıyla önemi ve inceliği gittikçe artmakta olan savaş bilgisinin öğrenilmesi ve başarıyla uygulanmasının, aralıksız çalışmaya, çalıştırmaya bağlı bulunduğu şüphesiz ortadadır. Bu çalışma şekliyle, daha çok maddi güç üstünlüğüne giren askerî ve ilmî bilgiler çoğaltılıp pekiştirilebilir. Fakat bunların yeri ve zamanı geldiğinde, tam bir başarıyla uygulanması ve yapılması, bunların yararlı bir sonuca ulaştırılması için yalnız bu teknik bilgilerle donatılmış olmak yetmez. Savaş sanatını öğrenecek ve uygulayacak olan yüce askerlik mesleğini bilenler için öyle nitelik ve faziletler vardır ki bunların da ilmî yeteneğimizle atbaşı beraber geliştirilmesi ve kuvvetlendirilmesi zorunludur. Savaş bilgisinin felsefe bölümüne ilişkin olan bu nitelik ve faziletlerden yoksun bir askerlik bilgisi uzmanı, bunlarla canlandırılmayan askerlik bilgileri erlik ve fedakârlık alanlarında -savaşın karşı koymadaki manevi gücün direnmesini kesin olarak etkilediği (Seferiye – 39) zamanlarda- bu bilgiler derhâl sıfıra düşer ve hiçe dönüşür. Bence askerlik sanatını geçim kaynağı olarak seçenler için, askerliğin teknik ve ilmini öğrenmeden önce, hiç olmazsa bununla birlikte kendilerini üstün nitelik ve askerlik faziletleriyle donatmaları kesin bir ihtiyaçtır.
Ordumuzun son Balkan Savaşı’ndaki ağır yenilgisi acı bir gerçektir. Düş kırıklığına uğranıldı. Komuta heyetinin gücünü ve askerî kabiliyetlerini, birliklerin eğitim ve öğretim durumlarını tanıyanlarca bunun böyle olacağı gerçi biliniyordu.
Tespit edilen bu sonuca karşı, yenilme sebeplerini aramak hepimize borçtur. Gerçekte orduda ilmî yenilikler ve sanat tecrübesi pek azdı. Fakat sanatın çeşitli görevlerine ve ayrıntılarına ait değişik uygulamaların yanında, manevi güç ve yüce askerliğe ait düşünce ve eğilimlerin orduda büyük bir arzu ile hemen hiç dikkate alınmadığını, ordumuzda eğitim ve öğretimin uygulanış tarzı ve takibi hakkında uzun süre tecrübelerimle elde etmiş bulunduğum görüş ve bilgilerime dayanarak iddia edebilirim. Bundan, savaşta bütün işleri, kuru direnme ve kahramanlığın göreceği fikri anlaşılmasın demeyi gereksiz görürüm. Esaslı bir çalışma ve araştırma ürünü olmayan, ciddi bir ilim anlayışına dayanmayan cesaret ve fedakârlığın yalnız başına iş görmesi zamanı çoktan geçmiştir. He’l yestevillezine…9 Kur’an ayetinin açık olan anlamı zaten bunu çözümlemiştir. Fakat biz, seçkin insan nitelikleri ve fedakârlığa yakışır üstün ahlak ile taçlanmayacak olan teknikle ilgili bilgilerin dahi başlı başına istenileni sağlamayacağı iddiasındayız.
Bunun için kitabın konusunu yalnız bu noktanın açıklanmasına ve yorumuna ayırdık. Buna en parlak ve yeni bir örnek olarak İtalya Savaşı’nı gösterebiliriz. İtalya ordusu askerlerinin, gerçi Avusturya ve Fransa sınırlarında da Bingazi ve Trablus’taki gibi savaşacaklarını zan ve kabul etmemeliyiz. İklim ve arazi özelliklerinin, düşmanlarının özel durumlarının kendilerine kazandırdığı üstünlüğü hesaba katmakla beraber, daima kuvvetçe on beş-yirmi kat zayıf ve hele malzeme, savaş araç gereçleri ve mühimmat açısından oransız derecede gerisinde bulunan bir düşmanla çarpışan İtalyanların muharebelerde gösterdikleri ruh hâli, savaş için ilim ve fenden önce geldiğini iddia ettiğim askerliğe ait yüksek faziletlere, pek de sahip bulunmadıkları ortadadır. Oysa bu ordunun ilim ve teknik bakımından muharebeye eksiksiz hazırlanmış ordulardan olduğunu herkes bilmektedir. Onun için, ben ilim ve tekniği daha çok maddi güçten saydım.
İtalyanların Kuzey Afrika sahillerinde yaptıkları dayanıklı istihkâmlara ve ilmî kıyaslamaya göre nitelik ve nicelikçe pek geri olan düşmanları karşısında pek üstün askerî güçleriyle sanat bakımından hiçbir iş görmemiş olmaları da askerliğin manevi faziletlerinin ilim ve fen bilgisinden önce tanıttırılmasında beni haklı gösterecek açık bir delildir. Asıl olan, yüksek fedakârlık ve temiz soylu kahramanlık duygusudur. Bunun da tarihteki en canlı örneği Plevne’dir. Askerlik ve strateji gözüyle bakıldığında yer itibarıyla hiçbir önemi olmayan pekiştirilmemiş ve saldırganların dörtte biri kadar az bir savunma kuvvetine sahip Plevne ordusu karşısında Rus başkomutanının, daha önce küçük gördüğü Romanya ordusuna aman dedirten Plevne gazilerinin ünlü ezici kuvveti, Gazi Osman Paşa’nın seçkin kişiliği ve komutanlıktaki kesin kararlı tutumu ve büyüleyici etkisini bütün orduya yaydığı, ulu Tanrı katında beğenilen azmi, bir orduda Osmanlı sancağını hayattan, candan, rahattan, her türlü itibardan daha aziz ve kutsal tutmasına dayanmıştır. Bu tarihî karşılaştırma ve tecrübeye göre, savaşta zafer ve üstün gelme, askerliği bilmek, üstün niteliklerin anlamını kavramış olmak şartıyla dörtte dört manevi güçle öğrenileceği neticesini çıkarırsak sonucu bire indirmiş oluruz. Askerlik sanatının ayrıntılarını bize öğreten talimnamelerimizin işte bu zaferi sağlayacak olan manevi gücün seçkin nitelikteki maddelerini araştıralım. Talimnamelerin silah kullanma, dönüşler, selamlama bölümleri arasında bulunmayacak olan bu maddelerin hiç okunmadığını veya pek az okunduğunu açıkça söylemek gerekir.
Ne yalan söyleyeyim, biz Piyade Talimnamesi’nin ikinci bölümü olan muharebe kısmını üç yıllık Harp Okulu öğreniminin son aylarında birkaç derste, her öğrenci ikişer üçer madde olmak üzere, bir okuma kitabı gibi okumuştuk. Hemen bütün öğretim ve eğitim süresince yalnız birinci bölümü öğrenmeye ve uygulamaya bağlı kalmıştık.
Oysa